Alevilerin inançlarını özgürce yaşamaları gerektiğini ifade ettikten sonra; cemevlerine hukuki statü verilmesine karşı çıkan, Aleviliğin İslam’ın dışında bir yol olarak tarif edilmesinin ve cemevlerinin başka bir inancın mabedi gibi gösterilmesinin kırmızı çizgileri olduğunu açıklayan Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, makamı ve temsil ettiği düşüncelerle Türkiye’de laikliğin işleyişiyle ilgili açıklayıcı resimlerden birini çizmişti bize. Söze gelince herkes kendi geleneğini, kendi kültürünü, kendi inancını yaşamak konusunda özgür ve hak sahibi; ama iş, bu ‘özgürlüğe’ hukuki düzenleme talep etmeye varınca, orada dur! Kırmızı çizgi!

•••

Kimileri hâlâ aynı rüyada, “Türkiye’de artık başka dinden, mezhepten olan kişiler üzerinde dayatma yok” diyedursun, AİHM Büyük Daire, yüzlerce başvurucunun mahkemeye taşıdığı cemevlerinin statüsüyle ilgili önceki gün önemli bir karar verdi. Türkiye’nin, Aleviliğin ayrı bir din değil, Sufi tarikatı olduğu üzerine kurduğu savunma AİHM tarafından, bunun devletin tarafsızlığıyla bağdaşmayan bir davranış olduğu belirtilerek, kabul edilmedi. Eğer bir tanım yapılacaksa bunun ancak Aleviler tarafından yapılabileceğini söyleyen AİHM davayı, “Alevilerin tüm hakları yerine getirilmeli; cemevlerine yasal statü tanınmalı” diyerek karara bağladı. Bu, Türkiye’nin din ve inanç özgürlüğünü ihlâl edip ayrımcılık yaptığına dair verilmiş olan dördüncü karar, ancak Türkiye ne uymakla yükümlü olduğu AİHM, ne de Aleviler lehine verilmiş kendi mahkeme kararlarını yerine getirdi.

•••

Karşımızda, haddi ve hakkı olmadığı halde Aleviliği tanımlamayı kendine görev edinmiş; insanların ibadethanelerine kültür evi muamelesi yapmış; Alevi çocukları Sünni inancı temel alan din derslerine katılmaya zorlamış ve bütün bunları yaparken bağlayıcılığı olan her kararı görmezden gelmiş bir devlet geleneği var. AİHM’in Türkiye aleyhine vermiş olduğu bu hak ihlâli kararının tam da AKP’li Meclis Başkanı’nın başlattığı “Anayasa’da laiklik olmasın” gündeminin ortasına düşmüş olması; memleket a’dan z’ye Sünni İslam referans alınarak şekillendirilmek istenirken, hükümetin diğer inançların özgürlüğüne sahip çıkma konusundaki samimiyetle ilgili zihin açıyor.

•••

TBMM Başkanı İsmail Kahraman, laikliğin Anayasa’dan çıkarılması gerektiğini söyleyip daha dindar bir Anayasa talep edince hararetli tartışmalar başladı. Oysa Alevilere onlarca yıldır yaşatılan mağduriyet, Türkiye’deki laikliğin nasıl da azınlığın değil çoğunluğun inancını yaşama özgürlüğünü koruduğunu gösteren yeterli bir örnek. Açıklama ve uygulamalarıyla Sünni inancın temsilcisi olan bir devlet kurumunun, ülkenin diğer bir inanç grubu olan Alevilerin ibadet ve gelenekleri üzerinde söz ve yaptırım sahibi olabildiği Türkiye’de laikliği konuşacaksak, Kahraman’ın aslında neyi az bulduğunu anlamaya çalışmakla başlayabiliriz. Çünkü bu devletin her zaman bir dini ve yasasında laiklikten bahsetse de her zaman buna ters düşen uygulamaları oldu. Yanı başımızda mezhep savaşlarının yakıp yıktığı bir Ortadoğu’ya bakarken, ülkenin iki numaralı koltuğunda oturan Kahraman’ın bu resme bakıp da dile getirdiği şey laikliğin ne kadar gereksiz olduğu... Ancak tarih bize, herkesin inancını özgürce yaşayabilmesine fırsat tanıyan laisizmin, din ve mezhep temelli çatışmaları engelleyen bir eşitlik ortamı yaratmadaki vazgeçilmez rolünü pek çok örnekle kanıtladı.

•••

Kahraman’ın gündeminde bunlar yok. Her ne kadar sonradan konuşmasını değiştirmiş olsa da; sözleri, 2012 yılında kurucusu olduğu Birlik Vakfı tarafından hazırlanan, laikliğin yer almadığı ve parlamenter sistem yerine başkanlığın önerildiği Anayasa taslağındaki görüşleriyle tutarlı. Şahsi görüş açıklama konusundaki hassasiyetini akademisyenlerin hapsedilme sürecini yakından takip ederek gösteren Cumhurbaşkanı başta olmak üzere kimse Kahraman’ın fikrini benimsemediğini açıklasa da; tek bir ağızdan manşet atmakta pek mahir olan yandaş basında Kahraman’a arka çıkan “ne varmış bunda” tarzı yazılar servis ediliyor. Önümüzdeki süreçte bu çalışmanın “dindar mı yoksa dinsiz bir Anayasa mı istiyorsunuz” kampanyasının çekirdeğini oluşturacağını düşünmemek için bir neden yok. Kutuplaştırma siyaseti çalışıyor.

Laiklik gibi farklı inançları bir arada tutan ve toplumsal huzuru sağlayan çok önemli bir ilkeyi, bu yaralı haline bile tahammül edemeyerek, ortadan kaldırmak nasıl bir gelecek hayaline denk düşüyor? Ortadoğu’nun geldiği nokta, tehlikenin boyutuyla ilgili hiç mi bir şey söylemiyor?