Çocuklar, annelerin kanayan yarasıdır, asla kapanmaz; kapanırsa yürekleri kurur sonra. O yüzden gözlerinin önünde olsun isterler

Yarasını arayan anneler

Çocukluktan kalma yaramız var; çoktan kurumuş, izi kalmış sadece. Bir de sürekli kanayan yaramız; durmadan kabuğunu kanırttığımız. Çocukluk yarası bize çocukluğumuzu, yitirdiğimiz yeryüzünü hatırlatır. Diğeriyse dünyaya açık olmanın yarası; evi terk edip yollara düştüğümüzde açılan yara; yolda oldukça hep kanayan, bir türlü kabuk bağlamayan. Richard Sennet, Oidipus’un iki yarasından söz ediyor: “Oidipus’un bedenindeki iki yaradan biri gizlenemeyen bir köken yarası, diğeri de iyileşmiyor gibi görünen gezgin yarasıdır” (Yabancı, Metis). Oidipus ülkesinden ayrılıp uzaklara gittiğinde kökeniyle ilişkisini yitirmiştir. Ama kimliğini öğrenmek isteyenler, bedenini incelemek zorunda kaldıklarında aradıkları kanıtı ayak bileklerinde bulurlar. Ayak bileklerinde çocukluktan kalma bir yara izi vardır. Oidipus, Yunancada “ayak bilekleri deşilmiş” anlamına geliyor.

Bedeni bir ağaç gibi, hiyerarşik katmanlardan oluşmuş yerleşik bir yapı gibi düşünenler var; onlara kalsa ayaklar, gövdeden çıkan ve bedeni toprağa bağlayan köklerdir. Oysa beden yürür, yürüdükçe kendi yolunu açar ve yürürken yaratır kendini, köklerini yitirmiştir; bir rizom, ayrık otu. Ayaklar, bedenler arasında bağlantılar kuran bağlaçlardır. Oidipus yeryüzünde dolaşırken ayakları bağlaca dönüşmüş ve kökenini yitirmiştir. Fakat ille de kökenini öğrenmek isteyenler, kök diye tutturanlar ayaklarına bakınca bileğindeki yara izini görmüşler. Kökler, kimliklendirmeye yarıyor. Devletler için bedenler ağaçlardır ve toplum soyağaçlarından oluşmuştur; bedenler kök salmak zorunda: “Çoğu kişi kimlik kriterine önem vermez, hatta bunun farkında bile değildir. Hitler öncesi Almanya’sında, kimileri Yahudi olduklarının dahi bilincinde değildi; ta ki Naziler onları buna zorlayana kadar” (J. Sémelin, Arındırma ve Yok Etme, İletişim). Soyağaçları en çok soykırıma yarıyor. Soykırım, bahçıvanın bahçesini zararlı bitkilerden arındırma yöntemi. Ayrık otlarına ise hiç tahammülü yok; yatay bağlantılar kurdukça tekilleşen ve bahçesinin düzenini bozan ayrık otları.

Ayaklar kök değil ki saksıya dikesin. Ayaklar, yersiz yurtsuzlaşmaya meyilli. Yürüyen, yürüdükçe olmadık şeyler arasında bağlantılar kuran ayaklar. Çocukluktan kalma ayak bileğindeki yara izi bir kökeni, kimliği gösterebilir mi? Çocukluk, yitirdiğimiz ortak ülkenin adıdır, yani yeryüzü. Çocukluktan kalma yara izleri, bir etnisiteye, bir dine, bir mezhebe, bir kimliğe aidiyeti değil, bir zamanlar yeryüzüne, oyuna, oyulcul bir yaşama, çocukluk ülkesine ait olduğumuzu gösterebilir ancak. Biz de çocukluk yaralarımıza bakıyoruz ama devleti değil, yitirdiğimiz yeryüzünü hatırlıyoruz. Çocukluk izleri belleklerdir, yeryüzünü hatırlatır. Çocukların kökeni yoktur, köksüzdürler; şeylerin arasında devinen ve her şeyi her şeyle ilişkilendiren ayrık otları. Ya da Nietzsche’nin deyişiyle “kendiliğinden dönen tekerlekler”. Çocukluk yarasından köken çıkarmak, devletçi zihniyetlerin işidir.

Bir de anneler vardır. Çocuklar, annelerin kanayan yarasıdır, asla kapanmaz; kapanırsa yürekleri kurur sonra. O yüzden gözlerinin önünde olsun isterler, yaralarına dokunmak, yaralarını iyileştirmek için. Anneler çocuklarını yaralarından tanır. Ama çocukları, gecenin karanlığında kaybeden devletler vardır. Bir gece yaralı çocuk, yarasıyla birlikte ortadan kaybolur. Anne yarasını ve yarasını taşıyan bedeni yitirmiştir. O geceden sonra yitirdiği yarası yüreğine yerleşir. Cumartesi Anneleri, kanayan yürekler. Yürekler, sızılarla birbirine bağlanan ayrık otları. Anneleri, yaraları birleştirir. Yara, umut demektir. Yara, yitirdiği bedenine bir gün kavuşabilme umuduyla kanar durmadan. Kanayan yürekleriyle çağırırlar çocuklarını. Çocuklar, bir gün karanlıktan çıkıp gelecek. Çocuklar mutlaka gelmeli; onlar geleceğimiz. Çocuklarla birlikte özgürlük gelecek. Ve birlikte yeryüzü şarkıları söyleyeceğiz.