Çok şey olup bitiyor ve her şey öylesine az gürültüyle yaşanıyor ki... Susurluk olayı ortaya çıktığında, "Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık" eylemi yapılmıştı. Bu sivil itaatsizlik eylemine 30 milyon kişinin katıldığı geçmiş kayıtlara. Bugünse kayıtsızlık en yaygın tutum haline geldi. Kayıtsızlığın normalleşmesi, kötülüğün sıradanlaşmasını sağlıyor. Kayıtsızlık, ruhsal bir ölülük anlamına geliyor, iyiyle kötü arasındaki farkın ortadan kalktığı... Kayıtsızlık, hiçliğe sürüklenmenin umutsuzluğunu yaratıyor nefreti artırarak... Kayıtsızlık, bir yandan da ruhsal acı çekmekten korkmak anlamına geliyor, kişinin bilinçli ya da bilinçdışı bir biçimde kendisini korumaya aldığı...

Toplumsal simgelerin ve bağların çözülmesi, kişileri ruhsal acılara karşı daha dayanıksız yaptığı için, uyuşturucu kullanmak da, kişinin pasifliğiyle huzurlu bir biçimde barışık olmasına yardımcı olan dini ya da ideolojik fikir ya da yapılar da yaygınlaşıyor. Alışveriş yaparak rahatlamak da, oyun, porno ya da internet bağımlılığı da...

RUHSAL CANLILIK

Ruhsal acıdan kaçmak için kayıtsızlığa sığınmak yerine Winnicott’un "yaratıcı ıstırap" dediği acıya kucak açmak bir çözüm olabilir. Winnicott da, hayatın hiç kolay olmadığı konusunda hemfikir ve madem öyle ya da böyle acı çekeceğiz, bunu kayıtsızlığa neden olan pasiflik içinde uyuşarak ve ruhsal açıdan azar azar çürüyüp ölerek değil, yaşama yaratıcı bir biçimde katılarak yapabileceğimiz görüşünde. Yaratıcılıktan kasıt bir sanatla ilgilenmek değil, günlük çabalarımızın yaratıcılığını sürekli keşfetmeye yönelik tutum anlamına geliyor. Canlı olmak hayatta kalmak anlamına geliyor, ruhsal açıdan da hayatta kalmak... Acıya nasıl yaklaştığımız, gerçeklikle ilişkimizi de belirliyor.

Günümüzde ruhsal acı, hemen uyuşturulması gereken korkulacak ve kaçınılacak bir şey olarak görülüyor; doğru bir şekilde anlaşılırsa bireysel ve toplumsal dönüşümün temel dinamiği de olabileceği gözden kaçırılabiliyor. Örneğin analitik psikoterapilerde acıya özel bir yer verilir, kişinin kendi ruhsal acısıyla yüzleşebilmesi, o acının içinden geçebilmesi psişik doğum için elzemdir.

KOLAYINA KAÇMAMAK

Yaratıcı ıstırap, sahip olmadığımız şeylerle ilgili şikâyetleri bir kenara bırakıp sahip olduğumuz şeylerle bir şeyler yapmak anlamına gelir öncelikle. Hayat sadece sahip olduğunu verir. Sanki değiştirilebilir bir şeymiş gibi hava durumundan bile şikâyet etmeyi bırakarak, yağmurdan, sıcaktan ya da kardan bir şeyler yapmak, onu kabul edip ruhsal bir deneyime dönüştürmek... Yaratıcı ıstırap, her şeyi bir anda çözecek sihirli formüllerden, reçetelerden, saplantılı fikirlerden uzak durup, yılmadan oyun oynar gibi merak ve arzuyla çaba göstermektir; her şeyin kolayına kaçmaya çalışanların, öğrenilmiş tekrarları en doğru sananların aksine...

Hani şu meşhur ‘İhtiyaçlar Hiyerarşisi’nin teorisini yazan Maslow da ‘Toward a Psychology of Being’ adlı kitabında yaratıcılığı, sağlıklı, kendini gerçekleştiren insanın temel özelliği olarak tanımlamıştı, hatta insan olmakla aynı anlama geldiğini yazmıştı. Psikanalist Bion’un yazdıklarında da, yaratıcı ıstırap ruhsal etkinliğin merkezinde yer alır, ona göre ruhsal acı öldürmez, değişimin temel bir katalizörü olarak görüldüğü sürece.

Her insanın içinde gizli yaratıcı bir yaşam var. Winnicott’un dediği gibi, içimizdeki yaratıcılık bütünüyle yok edilebilir bir şey değil. Bütün mesele, hayal kırıklıklarını öğrenilmiş çaresizliğe dönüştürmemek, tepkiler girdabına girmeksizin durup belli bir mesafeden içimizde ve dışımızda olup bitene bakabilmek ve kültürel putların korkutuculuğuna kapılmaksızın cesaretle acımızı yaratıcılığımızın kaynağı haline getirebilmek... Gerçekte ruhlarımız, özgürlük, yaratıcılık, anlam ve bağlantı için can atıyor.