Inside, Burnham’ın majör depresyon ve pandemi dolayısıyla karantinada olduğu bir dönemde çekilen, tek mekân ve iğneleyici şarkılardan oluşan bir yapıya sahip. Bu formuyla aslında üzerine konuşacağımız işler arasında belki de en derini ve en rahatsız edici olanı.

Yaratıcı zihin ile ilişkideki dönüşen samimiyet, stand-up ve özel içerikler

ANIL BOYDAĞ

Eight Grade’in yönetmeni ve komedyen Bo Burnham’ın, Netflix’e çektiği son özel içerik Inside sonrası kafamda belirli düşünceler oluşmaya başladı. Özellikle son yıllarda dijital platformlarda yayınlanan stand-up ve komedi özel içeriklerinde büyük bir artıştan bahsetmek mümkün. Öyle ki bu alanda oyunculardan, yönetmenlere ve senaristlere inanılmaz bir üretim çeşitliliği söz konusu. Değişen zamanla ve üretim dinamikleriyle bu yaratıcı zihinlerin dünyasına ve üretim serüvenlerine dair çok daha samimi bir bakış atabiliyoruz. Yapım maliyetinin ve riskinin çok daha az olduğu bu kulvarda asıl işi stand-up komedyenliği olmayan sanatçıların buraya doğru yöneldiğini görebiliyoruz. Buna bağlı olarak hâlihazırda stand-up yapan komedyenlerin, programlarının formunun nasıl değiştiğini de görmek mümkün. Bu yazının amacı ise buradan doğru değişen iletişimi biraz eşelemek. Özellikle Bo Burnham’ın, Inside isimli özel içeriği -ki buna özel içerik demek biraz haksızlık gibi dursa da- bizim için en önemli kaynak olacak.

Inside, Burnham’ın majör depresyon ve pandemi dolayısıyla karantinada olduğu bir dönemde çekilen, tek mekân ve iğneleyici şarkılardan oluşan bir yapıya sahip. Bu formuyla aslında üzerine konuşacağımız işler arasında belki de en derini ve en rahatsız edici olanı. Buna ek olarak Hannah Gadsby’nin stand-up’ı Nanette’de bir örnek olarak verilebilir. Tabii bu iki içerik form olarak farklılıklar gösteriyor, Burnham’ın komediyi sağladığı yer daha iğneleyici bir üsluptan beslenirken, Gadsby’nin daha açık bir üsluba sahip olduğunu söyleyebiliriz. Ancak asıl konumuza dönecek olursak burada değişen ilişkilenmelerden bahsetmek daha doğru olabilir. Burnham’ın içinde bulunduğu krize doğru yaptığımız yolculuk çok daha farklı bir yeri tarif ediyor, Gadsby’nin aksine direkt olarak insanlarla etkileşime girmeyen bir tarafı var. Burnham bunu kendi konfor alanında ve kendi yalnızlığı içerisinde yapıyor. Sonrasında bahsedeceğimiz işlerde önemli mihenk taşları olsa da Burnham’ın işi özel bir yer tutmaya devam edecek. Bu açıklık ve samimiyet, günümüz yönetmenlerinin ideolojik ve politik bağlamda da nerede durduklarına dair sandığımızın aksine, günümüzün çelişkilerini anlayan ve anlatabilen bir yerde olduklarını gösterebiliyor. Kitle kültürü teorilerinden bağımsız olarak buraya bakmak ve endüstri içerisinde gelişen ve değişen şeylere, sanatçının ne kadar ekonomik bir refah içerisinde olsa da günümüzün çelişkilerini aktarabileceğini görmek gerekiyor. Çünkü kamera ekonomik bir gücü tarif etse de bu ekonomik güç kendi içsel çelişkilerini de aktarabilir kaldı ki geçmişte de bunu yapıyordu. Siyasal baskıların çok daha yoğun olduğu dönemlerde bile bunu başarabiliyordu, endüstrinin göbeğinden veya dışından bunu başarabilmesi mümkündü. Geçtiğimiz aylarda Nomadland üzerinden yapılan tartışmaların anlamsızlığını buradan okumak da mümkün. Burnham bunu küçük skeçlerden çıkarabiliyor ve bu işi Netflix’e yapıyor oluşu bunu değiştirmiyor. Önemli olan belki de işin nasıl bir etki yarattığı tabii burada her zaman politik ve ideolojik metinler olmayabilir veya Hannah Gadsby örneğindeki gibi sanatçının kendi öyküsünden, bir anlatı ve yapı kurulabilir. Burada önemli olan seyirciyle kurulan ilişkinin mekanik bir işleyişten daha samimi bir şeye dönüşümü… Bu bağlamda Daniel Sloss’un yaptığı bütün işler buna bir örnek olarak gösterilebilir. Sanıldığın aksine bütün dünyaya özel yaşamınızdan bahsetmek ve buradan bir üretim göstermek kolay değil hele ki, bu ürünün en önemli öğesi sizseniz… Tüm bunlar bu içerikleri zenginleştiriyor ve değiştiriyor, eski izleme alışkanlıklarımız sadece gülmek üzerine kurulu bir pratik özelliği gösterirken, türün kendisinin değişimini çıplak gözlerle görüyoruz ve bu değişim izleme pratiğini de değiştiriyor. Görüldüğü üzere formu da değiştiriyor ve git gide daha bireyin özeline inen bir hale bürünüyor. Yaşadığımız tüm psikolojik sorunların ve zorlukların artık ortak bir hafızaya dönüştüğünü görüyoruz. İzleyiciyle kurulan bu direkt etkileşim artık iyileşme ile de direkt ilintili bir hal alabiliyor. Her biri birbirinden özel bu deneyimler, kapitalist dünyada artık bireylere bu açıdan bir topluluk hissiyatı veriyor ve belki de yalnız olmadığı hissini…

Aziz Ansari yaşadığı zorlu sürecin ardından, ekranlara dönmeden önce çok kişisel bir Stand-up yapmıştı. Spike Jonze’un çektiği iş tek başına bir Stand-up olmaktan öteye giden bir yapıdaydı. Neredeyse bütün kariyeri biten Ansari’nin, bu dönüşü haliyle duygusaldı ve bu dönüşün bir hikâyesi ve samimiyeti olması gerekiyordu. Bunun samimi olup olmadığı kişiden kişiye değişecektir ancak kameranın ve kurgunun, oluşturduğu hikâye ve işleyişiyle Ansari’nin ihtiyaç duyduğu şeyi karşıladığı kesin. Bu noktada Right Now, hem türün değişimi açısından hem de özel bir örnek olması açısından önemli bir yerde durmaya devam edecek. Bütçe ve fırsat kapıları az da olsa, samimiyet ve özel hayattan yola çıkarak stand-up kendisine bir sinema kurgusu aralığı yakalıyor. Jenny Slate’in ailesi ile konuşmalarıyla geçen stand-up’ı, Stage Fright yine bu samimi yapıya bir örnek. Slate’in ailesindeki konumlanma şekli ve karakterinin oyunculuğu ile birleşen doğasına bakış, bu türleşen formun bir ürünü. Eskinin artık eğreti durduğu yere çok az bir zamanda geldik-eski çok uzun sürmüş olsa da-, hikâye anlatıcılığının değeri burada da öne çıkmaya başladı. Dijital platformların risksiz görüp bu işlere yaptığı yatırımlar, samimiyeti ve beraberinde sanatçının kendini ifadesindeki özgürlüğü arttırdı. Stand-up’ın ve komedi özel içeriklerinin yapısının böyle genişlemesi ve zenginleşmesi de yeni bir eskiyi doğurana kadar hayatımızın önemli bir parçası olacak gibi duruyor. Her yapının olduğu gibi bunun yapının da bir sınırı var ama Inside özelinde gördüğümüz gibi kendisine yeni bir form bulmaya devam ediyor ve edecek. Bunun sebebi de eskiye göre daha fazla aracı olması ve dünyanın değişmesi, sanatçının kendini ifade ederken daha özgür hissetmesi. Bu özgürleşmeyi yanlış yorumlamadan ilerlememek de gerekli; krizler, sıkışmışlıklar, sistemin getirdiği sorunlar devam ediyor. Fakat buna karşın sanatçının ifade edebilme alanı genişledi. Bu nedenle hem karamsar hem de pozitif bir alanda bulabiliyoruz kendimizi. Son olarak tekrar Inside’a dönecek olursak, Bo Burnham’ın majör depresyon içerisinde para kazanmak için bu işi yapıyor oluşu tek başına bir çelişki. Her gün daha azı veya daha çoğu ile çıkıp işe gidiyor oluşumuz veya bunun arayışında oluşumuz içerisinde bulunduğumuz sistemi özetliyor. Burnham’ın işinin öncekilere göre politikleşmesi de buradan geliyor ve pek tabii ki bahsettiğimiz formun ve dönüşen ilişkilerin, izleyicinin deneyiminin maddi olarak en somut hallerinden biri. Bu somut halin yıpratıcılığı hepimizin hayatının üzerinden bir silindir gibi geçerken, tüm bu ortak deneyimler ortak bir hafızayı geliştiriyor belki de ortak bir öfkeyi… Çünkü bu işlerin bir diğer yanı da sistemin bütün dünyada hayatlarımızda kurduğu tahakkümü dile getiriyor oluşu. Yaratıcı zihnin kurduğu samimiyet beraberinde bir özgürleşmeyi getirebilir veya buna giden yolda bir farkındalığı… Yaşadığımız zamanı anlayabilmek ve bir şeyleri inşa ederken ki görümüzü genişletebilir. Tüm bu alanların birbiriyle ilişkisi ortaklaşıyor ve biz izleyiciler için yeni heyecanları doğuruyor, buradan kurmaca işlere olan bakış açılarımızı derinleştiriyor olması da alanımız için bir artı olsa gerek.