Geçen hafta sözünü ettiğim ceza-infaz yasa tasarısının hafta başında TBMM’de kabul edilmesiyle, eli bıçak tutanlar serbest kalırken, eli kalem tutanlar bu örtülü aftan yararlandırılmadı. Tutuklu ya da hükümlü, gazeteci, yazar, akademisyen, siyasetçi ve insan hakları savunucuları, ‘terör’e yardımcı oldukları iddiasıyla, salgın riskinin yüksek olduğu cezaevlerinde çile çekmeye mâhkum edildiler…

Bu tasarıyı hazırlayan, savunan ve Meclis’ten geçiren AKP-MHP ittifakının, adalet ve eşitlik duygusundan ne denli uzak olduğu bir kez daha kanıtlanırken, nasıl bu kadar acımasız olabildiklerini Reis’e bağlılıkla izah etmenin yeterli olmadığını düşünüyorum. Tıpkı, koronavirüsün yaygınlaşmasına karşı alınan önlemlere ilişkin yeterli bir duyarlık gösterilmemesinde olduğu gibi, sorun insanımızın aldığı eğitimin yetersizliğinden kaynaklanıyor. Ancak, insan hakları bilinci ve yaratıcılıktan yoksun bir eğitim politikasının yetiştirdiği düşünme yetisi sınırlı insanların yapabileceği şeyler bunlar.

Yaratıcılık, insanı diğer canlılardan ayıran en önemli özellik olsa gerek. Bilime ve sanata kaynaklık eden yaratıcılık… Bilimin önemini, yaşadığımız günlerde görmeyen kalmamıştır herhalde. Ama, sanatı yararsız bir eylem ya da boş vakitleri doldurma aracı olarak görenlerin sayısında bir azalma olduğunu sanmam. Oysa, insanı insan yapan özellikleri, vicdan, empati, dayanışma ve eşitlik duygusunu en iyi öğreneceğimiz alandır sanat. Sanatsal duyarlıktan yoksun kitlelerin, otoriter yönetimlere boyun eğmesi çok daha kolaydır.

Dünya Sanat Günü

Koronavirüsle baş etmeye çalıştığımız şu günlerde, sanattan söz açmanın sırası mı diye düşünebilirsiniz. Ama, yanılıyorsunuz… Sanatın öneminden söz açmanın tam zamanıdır. Dün, 15 Nisan, ‘Dünya Sanat Günü’ idi. Sanatla bilimi buluşturan bir büyük ustanın, Leonardo da Vinci’nin doğum günü… Dokuz yıl önce, Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği Başkanı Bedri Baykam tarafından önerilen ve önce AIAP (Uluslararası Sanat Dernekleri Birliği), ardından 2019’da UNESCO Genel Kurulu tarafından kabul edilen bu gün, sanatı gündelik yaşamlarının bir parçası haline getirmemiş ülkeler için yol gösterici nitelikte. Ne yazık ki, bu yıl tüm sanat etkinlikleri gibi Dünya Sanat Günü kutlamaları da sanal ortamda yapılacak. UPSD, bu yıldan itibaren, Dünya Sanat Günü’nde verdiği ödüllerin, Wallace Hartley ve Grubu’nun adıyla anılacağını duyurdu. 1912 yılında batan Titanic’de, gemi sulara gömülene kadar müzik yapmaya devam eden ünlü çellist Harley, “Show Must Go On” (Gösteri Devam Etmeli) anlayışını, eylemiyle somutlaştıran bir sanatçı…

Dünyaya armağan ettiğimiz bu önemli günde, ne yapabilirim diye düşünenler için birkaç öneri vermek isterim. Evet, sanal ortam tiyatro, sinema gibi sanat dalları için en uygun ortam değil; yeniden salonları dolduracağımız, sahnedeki oyuncunun sıcak nefesini hissedebileceğimiz, sinema salonlarında filmleri hep birlikte izleme keyfini paylaşacağımız günleri beklemek en iyisi… Bu sanat dallarının varoluş koşullarını zorlamanın fazla anlamı yok, ama sanal dünyanın bazı avantajlarını kullanmaktan da geri durmayalım derim. Genco Erkal’dan “Marx’ın Dönüşü”nü, ya da sinema klasiklerini yeniden izleyebilmek fena mı? Dünya Sanat Günü’ne yakışan bir başka eylem de, sanal ortama açılan dünya müzelerinin galerilerinde gezinmek olmalı.

Köy Enstitüleri Günü

Dünün anlam ve öneminden, gelelim yarına… Yarın, 17 Nisan Köy Enstitüleri Günü. Eğitim alanında, dünyaya örnek olan bir uygulama, bundan tam 80 yıl önce, 17 Nisan 1940 tarihinde TBMM’de kabul edilen Köy Enstitüleri Kanunu ile başlamıştı. Gündelik yaşamla, doğayı, bilimi ve sanatı, kuramla uygulamayı buluşturan bu devrimci eğitim sistemini hayata geçiren iki büyük insanı, aydınlanma sürecimizin iki kahramanı Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ile sistemin mimarı İsmail Hakkı Tonguç’u saygıyla anarken, Köy Enstitileri’nin öyküsünü başarıyla beyazperdeye yansıtan Cengiz Özkarabekir’in “Yücel’in Çocukları” adlı dramatik belgeselini tüm okurlarımıza önermek isterim.