Ağaç için yazmak neye benziyor? Hiç geçmeyen bir acemiliğe, büyümeyen bir çocuğa, ezeli çıraklığa, sonsuz bir baş dönmesine, Orhan Veli’nin “başımda eski âlemlerin sarhoşluğu” dizesine, böylece hepimize...

Yardımcı Ders Kitabı 101: “Aşkın aldı benden beni...”

Aşk Dersi
DERSİMİZ
Aşk
KONUMUZ Haydutluk ve sarışınlık

Bu haftaki yardımcı ders kitabı 101’e, “dersimiz aşk, konumuz haydutluk ve sarışınlık” dizesiyle başlıyoruz, içinizden ‘şiir gibi bir ders olsa!’ diye geçiriyorsanız buyrun, ben de bu dileğe katılıyorum elbette, lakin böyle zor bir dersi vermek beni aşar diyerek sözü şairlere ve yazarlara bırakmak istiyorum. Zaten şiirle başladık, Ergin Günçe’nin, ki aşkolsun ona, “Dersimiz Aşk, Çünkü Söylemiştim” şiirinden bir dize aldık.


Klasiktir, aşk deyince hemen şairler ve şiirler hatırlanır, eh ne yalan söylemeli, çok büyük, çok okunan bir şair değilse, doğum ya da ölüm tarihi değilse şair de şiir de zor hatırlanır, madem Sevgililer Günü münasebetiyle seçmeli değil, olur mu ne seçmelisi, zorunlu ders olarak aşkı koyduk, öyleyse biraz kırgınlığımızı da yazalım değil mi?

Belki arada bir iki dize olur şairlerden ama, ben bu kez hem şair ama önce Türkçede öykünün iki büyük adından olan, diğeri Sait Faik, Sabahattin Ali’nin öykü ve romanlarından aşka ilişkin düşünceler, alıştırmalar almak niyetindeyim. Ne yazık ki 41 yaşında, öykü ve romanlarının yayın tarihlerine baktığımızda, en verimli çağında ‘fail-i meşhur’a kurban giden Ali nerdeyse tüm yapıtlarında başrolü aşka vermiş!

Sabahattin Ali’nin birbirinden ünlü ve her biri en az üç kez okunası üç romanı da aşka kurulu. Yoo, kurulu dediğime bakmayın, aşka yan gelip kurulmamış ya da hazır kurulu bir aşka gidip oturmamış, hem öyle bir aşk yoktur, hem olsa da şair, yazar istemez öyle aşkı, çilesini çekmek, acısını yaşamak, kahrolmak filan ister! Tanrı da şair kulunu mu kıracak, istediği başka şeyler konusunda biraz elisıkı davransa da, çile, acı bahşetmek konusunda eli pek açıktır, yağdırmış Mevlam...

Uzatmayalım, deliye her gün bayram dedikleri durumu ve duyguyu da ziyadesiyle özlemiş olarak, aşıklara, olacaklara her gün sevgililer günü diyerek Sabahattin Ali’nin aşki cümleleriyle dersimize başlayalım.

İlk öykü kitabı Değirmen’le (1935) aynı adı taşıyan ilk öyküsünde aşkın büyük bir özveri, tenden, candan geçme hali olduğu konusunda unutulmaz bir ders verir. Çingene aşkını anlatır: “Siz sevemezsiniz adaşım, siz şehirde yaşayanlar ve köyde yaşayanlar; siz birisine itaat eden ve birisine emredenler; siz, birisinden korkan ve birisini tehdit edenler...Siz sevemezsiniz. Sevmeyi yalnız bizler biliriz...Bizler: Batı rüzgarı kadar serbest dolaşan ve kendimizden başka Allah tanımayan biz çingeneler.”

İtaat, emir, korku ve tehdit, karşısında da serbest ve rüzgar, öyleyse aşkın nerden estiği çok iyi anlaşılıyor! Türkçenin Tutunamayanlar, Aylak Adam’dan önce yazılan kült romanlarından Kürk Mantolu Madonna (1943) Sabahattin Ali’nin başyapıtı olan üçüncü ve son romanıdır. Varlığını aşka adamış Raif Bey’in şahsında aşka uzun ve ebedi bir övgüdür. ‘Ruhu rüzgârsız ve kırışık bir deniz gibi sakin’ olan Raif Bey’in tutulduğu fırtına, kasırgadır. Arkadaşı (ve aşkı) Maria Puder’i şaşırtan ve ona “Ben Şarklıları başka türlü düşünür zannederdim!” cümlesini söyleten sözleriyse aşkın gücüne dairdir: “Ne kadar çok insanı seversek, asıl sevdiğimiz bir tek kişiyi de o kadar çok ve kuvvetli severiz. Aşk dağıldıkça azalan bir şey değildir.” Maria Puder de sonunda ona “Ne zaman istersen gelirim. Nereye çağırsan gelirim” cümlesini birkaç kez söyleyecektir.

“Kurtarılamayan Şaheser” adlı romantik öyküsü ise aşk ve yaratıcılık arasındaki ilişkiyi sorgulayan bir deneme gibidir. Aşkın ‘hodbin’liği, kudreti, ateşi sarar öyküyü baştan sona.

Sabahattin Ali’nin şiirleri de aşkın tüm hallerini içerir, aşk da zaten insanın ve yaşamanın tüm hallerini içermez mi? “Şimdi şiir bence senin yüzündür/şimdi benim bahtım senin dizindir/sevgilim, saadet ikimizindir/göklerden gelen bir yadigâr gibi” diyecektir “Çocuklar Gibi” şiirinde.

ANA DÜŞÜNCE Aşk insanın eksikliğini gösterir, ben senle tamamlanır.
YARDIMCI KİTAP Hüsnü Aşk, Şeyh Galip

Ağaç Dersi
DERSİMİZ
Ağaç
KONUMUZ Ağaçlar, bitkiler, çiçekler, balıklar, kuşlar

Yaşamaktan öğreneceğimiz çok şey var da, ne yazık ki fazla zaman yok! Hayat sahiden de fazla meşgul ediyor hepimizi, yaşamaya fırsat bulamıyoruz! Şimdi güncel mevzuları açmayayım, yazarken dolup taşmayayım, sizin de Pazar keyfinizi kaçırmayayım!

Ezbere bilmeyi geçtim hiç olmazsa tanıyabileydim bazı ağaçları çok isterdim! Ağaç, çiçek, kuş, bitki, balık adlarını sayanlara ne çok özendiğimi de söylemek isterim. Özenilesi bir şey, çünkü yaşanılası, dokunulası, ezberlenesi de bir şey.

Ağaçlar bizim neyimizdir? Keşke bu sorularla başlasaydı tabiat dersimiz de sonunda ağaçların her şeyimiz olduğuna hep birlikte iman etseydik! Bir ağaç ne çok şey demektir. Doğa mirasıdır, capcanlı bir varlıktır, nefes alıp nefes veren yapraklara dallara yeşillere allaradır. Gölgeliktir, kuşluktur, güneşliktir, evliktir, iyiliktir, yeşillik, mavilik, serinlik, arkadaşlıktır.

Güzelliktir gövdesinden dallarına, yapraklarından ışığına, gülümseyiştir, bilgeliktir, sabırdır, beklemektir, eğitmektir. Bir ağaç eğilmemektir. Doluluktur, dökülmektir, bayramlıktır, elmalıktır, çocukluktur. Cemal Süreya’nın “Tanrım siz bu Uzun Anadolu’yu çocukluk günlerinizde mi yarattınız?” dizesinden mülhem, “Tanrım siz bu yeryüzünü ağaçlar için mi yarattınız?” çocukluğuyla sormak demektir.

Ağaçlar yalnız değildir! Yanyana oluşlarından, ormanlarda buluşmalarından, korularda bulunuşlarından söylemiyorum bunu yalnızca. Salkımsöğütlerin saçları suya değer, nergis gibi kendilerini gösterir suyun aynasında. Ağaçların yerinde durduğunu kim söyledi, onlar suyla birlikte akışlı, Karacoğlan şiirindeki Elif gibi “yavru balaban bakışlı” ve “yayla çiçeği kokuşlu”dur. Daha da olacağından başka. Ağaçlar da sularla yürüyen, turnalarla kanat vuran, sabahla açılan, kuşlarla ötüşen ve çocuklarla gülüşen şeylerdir ki, onlarla komşu olduğumuz içindir ki şairler “ruhumuz gülümsüyor avlusundan” diyebilmişlerdir! Yoksa...
‘Her kadının kendi ağacını tanıdığı’ bilgisi şiir olmuştur, bazı ağaçlara karanlık ruhlar vurmuştur, kimi ağaçlar saadeti gözlerden ırak olmakta bulmuştur, gördüklerinden, yaşadıklarından şurasına kadar dolmuş ağaçlar da vardır ve onlar içlerini dökmeye başladıkları zaman...

Vuslat ağacı da vardır ayrılık ağacı da, veda ağacı gören yok mu hiç ya küs ağacı, yolculuk ağacı? Geceleri göğe yıldızlara bakarak buluruz yolumuzu, en az onun kadar romantik olan da ağaçlara bakarak çocukluğumuzu bulduğumuzdur. Çocukluğa giden o ağaçlıklı yol. Hepimize kanat germiştir ve de kol. Bu dünyada sen sen ol. Ağaca sor yolunu!

Ağaç için yazmak neye benziyor? Hiç geçmeyen bir acemiliğe, büyümeyen bir çocuğa, ezeli çıraklığa, sonsuz bir baş dönmesine, Orhan Veli’nin “başımda eski âlemlerin sarhoşluğu” dizesine, böylece hepimize... Bak kalbim nasıl da acaba sevinciyle çarpıyor, sevgili ölülerimize! Ağaçlar inanmaya benziyor, inanma isteğine, arzumuza, güzel aldanışlara, şu ağaç Zeki dayım, şu ağaç garip halam, şu ağaç Nazlı Babaannem, şu ağaç Kel Hasan, şu ağaç karagözlü kardeşim, şu ağaç Ahmet Erhan, şu ağaç küçük İskender, bu ağaç Adnan Azar, ya şu Behçet Aysan, yanındaki Seyhan, onun yanında Salih Ecer, Mehmet Günsür de uzakta olamaz öyleyse, bak Enver Ercan da burada, Didem Madak da yanında gülümsüyor, Metin Altıok “Ah kavaklar” diyor, Nilgün’ün ağacı içinden yaprak döküyor...

Ağaçlar insan ormanı, Oktay Akbal İnsan Bir Yalnızlıktır demişti, sonra da İnsan Bir Ormandır demiş miydi, ben mi uyduruyorum, arkadaşlarım, çocukluğum, gençliğim, ailem, kardeşlerim, yoldaşlarım olan ağaçlara bakıp, onlara sıkısıkısıkı sarılıp, kokularını içime çekip, ruhlarını ruhuma yaslayıp, ah ağaçlar...

ANA DÜŞÜNCE Ağaçtan sor insanı!
YARDIMCI KİTAP Alıç Ağacı İle Sohbetler, Hikmet Birand