Yardımcı Ders Kitabı 101: Barışı seçen savaşı yitirmez!
Fotoğraf: Unsplash

Şehir Dersi
DERSİMİZ
Şehir
KONUMUZ Taşra, şiir, uygarlık

Şehir olmasaydı, şiir olur muydu? Halk şiiri olarak başlar, fakat sonunda sınırlarını aşar, taşar, başka yerlere gitme isteğini beyan eder ve okyanusa ulaşırdı! Şiirden konuşunca bir benzetme yapayım dedim, burada okyanus, şehir demek oluyor! Demem şu ki şiir şehirler kurardı, yalnızca onu yazmak ve kendi sınırsızlığını göstermek için bile! Şiirin taşrada kaldığı görülmemiştir. Bir başlangıç olarak şiire kaynaklık eder taşra, hatta yataklık da eder, bu öykü için de geçerlidir. Taşra sıkıntısı vardır, onun şiirde, öyküde, sinemada bir karşılığı ve tadı vardır. Fakat bir de sonrası vardır, uzayan her şeyde olduğu gibi bu tadın kabak tadına dönüşmesi tehlikesi vardır.


Taşra olmasa şiir olmazdı, şiir olmasa şehirler kurulmazdı! Çünkü şiirin sınavıdır şehir. Şehirle çarpışmayan, onda gedik açacağım derken yara bere içinde kalmayan, yılsa da gidip gidip kafasını şehrin duvarlarına vurmayan şiir yoktur, varsa da olduğu kadardır!

Şehir ile şiir, şuur ile şiir, şar ile şiir, sesleri benzerdir benzemesine, belki sesten öte yakınlıkları da vardır ama olmasa da duygusu bile yeterlidir, birbirlerini hatırlatmaları iyidir. En azından şairlerin işine yarar. Şairin işi şehirdir! Ünlem koydum, nokta desem kesinlik sayılır, şiire yakışmaz!
Şehre şiirden girilir ve uzuuuuuun uzun kalınır, nerdeyse bir ömür, hatta bazen fazlası. Aşklar terkedilir, şehirler terkedilmez, daha doğrusu sevdiğinden ayrılır insan, şehirden ayrılamaz, ayrılması zordur.

Şehirle insanın ilişkisi, “ne birleştik ne ayrıldık biz senle” şarkısındaki gibidir. Hem şikayet edip hem de onunla yaşarız, ara sıra alıp başımızı kıra, köye, doğaya, dağa, Ege’ye, güneye, Akdeniz’e, taşraya, memlekete, vs gitmek istesek de gerçekliği nadirattandır. Büyük bir heyecan, nümayiş, gösterişle gider, bir süre sonra sessizce kürkçü dükkanına döneriz. Şiir de insan da şehirsiz olmuyor! Şehir de onlarsız elbette!

Sana Gül Bahçesi Vadetmedim diyor şehir bize. Joanne Grenberg’in romanının adı gibi tıpkı. Uygarlık şiirle kurulmamıştır, suyla kurulmuştur, nehirboylarında başlamıştır yerleşim ama orada kalmamıştır, suyla birlikte topluluklar da, şiirlerini unutmadan elbette yürümüştür, akmıştır, birbirleriyle karşılaşıp önce çatıştıklarında, sonraysa tanıştıklarında yavaş yavaş ‘sakin’ olmuşlardır. Burada ‘sakin’liğin tarihinden nasıl olduğundan söz etmeyeceğim, o belki başka bir dersin konusu olur, şehrin gerekliliğinden söz ediyorum.

Şiir ne kadar gerekliyse, şehir de en az o kadar gereklidir! Bir marangozhane demek yerinde olur, yontmak, biçmek, oymak, şekil vermek için. Şiiri göze alan nasıl dünyayı da göze alıyorsa, şehri göze alan da çarpışmayı, çatışmayı, yenilmeyi, yaralanmayı, örselenmeyi, yüzgeri edilmeyi, bekletilmeyi, sınırlara itilmeyi de göze alıyor demektir.

Şehrin insanının bir şiiri hak etmesi de bundandır. Şiiri hak etmek mi? Okumasa da, yazmasa da, bilmese de, şehirde yaşamakta inat eden kişi şiir sayılır! Bu sözle, dizeyle anlatılabilecek bir şey de değildir öyle. “Anlatılmaz yaşanır!” ya da “anlatılmaz olunur” dedikleri şeydir olsa olsa!
Şehir bir derstir alana, anlayana, yaşayana. En büyük okul, hiç bitmeyen öğrencilik, kırıklarla, zayıflarla dolu bir karne ve sürekli değişen hal ve gidiş kuralları ile ortalamayı tutturmakta bile zorlandığımız davranış notu!

Şehir bırakıp gitmek istesen de yapamadığın, gitmek istediğindeyse seni bırakmayan bir sevgili. Belki de bu nedenle arafta olma halini sürgit yaşatan yer. Bir bağımlılık. Bizi kendisine tutkun eden, sonra da daha çoğunu isteyince yüz çeviren, Cemal Süreya’nın iyimser şiiriyle “Ankara, ey iyi kalpli üvey ana”.

ANA DÜŞÜNCE Şehir, şiirini yitirmeyen o beldedir!
YARDIMCI KİTAP Şehirlerin Tarihi, Andrew Less, çev: Tuğba Bektaş Sünnetçi, İnkılap Kitabevi, 2022

Seçmeli Ders-2
DERSİMİZ:
Seçmeli Ders-2
KONUMUZ Şimdilik bilmiyoruz!

Öyle ya, konuyu bilsek seçmeli ders olur muydu? Seçmeli Ders-1’de ne yazdım, hatırlamıyorum. Açıp bakmak da istemiyorum. Seçmeli derse biraz da o ana, arzuya, kafaya göre karar verilir çünkü. Geçen dönem seçtiğin dersi bu dönem seçmediğin gibi, niye seçtiğine de anlam veremezsin. Gerçi her şeye de anlam verilmeli mi pek emin değilim. Bir ‘gerçi’ daha: İnsan gençken anlam arayışı daha da yoğun olur: “Bilmem ki bu dünyaya ben niye geldim?” sorgulaması, anlamla anlamsızlık arasında gidip gelme, bunalım, kaçış isteği, tripler...

Belki de hoşlandığın tip o dersi seçmeye karar vermiştir, eh bundan iyi seçim mi olur, sen de gider yazılırsın o derse, zaten o tipe de yazıyorsundur gençlerin deyimiyle! Ne dersi dedin, ay dersi mi, hakkaten varsa gelmek isterim, ne şahane dersmiş o öyle, gökyüzü dersi, yıldız dersi...Bu yazıyı yazarken yazın son süper ay’ı çıkmış bulunduğu için, yazarınız da doğal olarak ayın aysar etkisi altında bulunmakta olup, aysar da ‘lunatik’ dedikleri ay hastalığına tutulmuş kimseler için söylenmekte olup... Ee daha ne olsun! Güzel bir anlamı olmakla beraber ben aysara esrik anlamı da yakıştırıyorum ki, ay hastalığı da insanı hafif sağa sola sallamaz mı? Sallamalı bence, hatta insanın ayakları yerden kesilmeli, göğe doğru çekilmeli ve kendisinin bu gece aya davetli olduğunu filan düşünmeli! Ne diyeyim, ay kafası!

Seçmeli ders yalnızca seçmek üzerine olabilir. Seçmek nedir? Seçmek ve seçilmek ve seçimlerimiz. Seçmek özgürlük müdür, seçimlerimizde ne kadar özgürüz, seçilen mi seçen mi, yoksa sahiden de seçim diye bir şey yok mu, tüm seçimlerimiz bu çağda reklam, halkla ilişkiler, PR şirketleri, kamuoyu araştırma kuruluşları ve içinde bulunduğumuz topluluklar, örgütler, oluşumlar tarafından mı belirleniyor? Biz de kendimizi Baudelaire’in ‘özgür insan’ı gibi hissetmenin boş keyfini mi yaşıyoruz? Bu ders zor hocam! Bana zor geldi, seçmeli ders de bu kadar zor olur mu?

Zor ders de vardır belki, biraz düşünüp araştırıp yazayım onu da. Fakat itiraf edin, önce ben edeyim, seçmeli ders deyince aklınıza böyle kuramsal, bilgi verici olandan çok, kolay, eğlenceli, adeta ıslık çalar gibi neşeli mavi bir ders gelmedi mi? Yanıt veriyorum hocam: Benim geldi!

Bu arada gelecek ders diye de bir şey var, onu da unutmayalım, ıslık, mavi gelecek derslerimizden olsun. Ana dersler de var malum, fizik, kimya, biyoloji, cebir, geometri, felsefe, psikoloji, sosyoloji, tarih, edebiyat, matematik, yabancı dil, Türkçe, müzik, resim, beden... Az da değilmiş ha, unuttuklarım da vardır aralarında. Bunlardan bazılarını seçmeli ders olarak almak nasıl olurdu acaba, olur muydu?

Dalga dersi, sokak dersi, su dersi, iyi ders, yürüyüş dersi, harf dersi, kuş dersi, taş dersi, arkadaşlık dersi, ev dersi, tadımlık ders...Bu da fena olmazdı sanırım, yeni kitaplardan, müziklerden, filmlerden, yiyeceklerden, içeceklerden tadımlık alıyorsun ve üstüne bununla ilgili ders yapıyorsun. Bundan iyisi diyeceğim ama Şam’da kayısı mı bıraktılar şimdi?

Şam, kayısı dedim de aklıma geldi: Barış dersi, barış! Bize barış dersi lazım, çoluk çocuk, büyük küçük, yalnızca bu dersi bile işlesek bir dönem, sesimizi bile yükseltmezdik birbirimize! Komşumuzun kapısını yumruklamazdık, başka ülkelerin yıkımından pay alacağız sevinciyle ellerimizi oğuşturmazdık. Savaştan değil barıştan kazanmaya çalışırdık, herkesin kazanmasına, kimsenin kaybetmemesine çalışırdık.

Bize böyle bir ders gerekli, barış dersi, kitabının üstünde de “herkes kazanırsa kimse kaybetmez” düşüncesinin yazılı olduğu bir ders! Savaşlar sürerse yalnızca süper güçlerin, büyük devletlerin kazanacağını herkes biliyor, diğerleri yitiriyor, biz de yitiriyoruz: İnsan, araç, para, toprak, gelecek, onur, sevinç, neşe, umut, iyilik... Uzaktakilerin çıkarları için komşularımızı yitirdik, yitiriyoruz!

Evet ama barış, seçmeli ders olmamalı değil mi? Olmalı mı, nasıl yani? İnsanlar bir an durup düşünmeli ve bu derste barışı seçiyoruz, çünkü gerçekten ve gönülden istiyoruz, bu bizim seçimimiz demeli. Barışı seçmeli!

ANA DÜŞÜNCE Barışı seç ki savaş zorunlu ders olmasın!
YARDIMCI KİTAP Savaş ve Barış, Lev Tolstoy, çev: Leyla Soykut, İletişim Y.