Yardımcı Ders Kitabı 101: “Bilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır”
Fotoğraf: Pinterest

Veli Dersi
DERSİMİZ
Veli
KONUMUZ Güvercin, aslan, ceylan...

Veli görüşmeleri her dönem bir ya da iki kez yapılıyor. Biz de veli olduğumuz için bazen ekrandan bazen de yüz yüze görüşüyoruz hocalarla. Görüşmek iyidir, sınıf geçirmez ama kötü gidişatı engelleyebilir! Eh bunu da her hoca, her öğrenci ve her veli bilir!

Veli dersinin veli görüşmeleriyle ilgisi yok! Gerçi velinin derse de gereksinimi yok ya, zamanıdır, veli olmak nedir, kime veli diyoruz, biraz bunlardan söz edelim istedim. ‘Velisi delisi’ uyaklı deyimler, sözler duymuşsunuzdur, peygamberler, veliler, nebiler, evliyalar, enbiyalar diye sayılan sıfatları da bilirsiniz ulular katında, yüce makamlarda oturanlar için.


Veli, Tanrı dostu demek, çoğulu evliya. Eren, ermiş kişi anlamına da geliyor. İnsanlara yardım eden, yol gösteren, koruyup gözeten. Tanrı dostu olmak insanlara, hayvanlara, doğaya da dost olmak anlamına gelir ki, bugün binlerce, yüzlerce yıl öncesinden kimi adları veli sayıp saygı göstermemiz de bundan.

Hacı Bektaş Veli, bu adlardan ilk akla geleni. 13. yüzyıldan bu yana, savaşlara, kırımlara, kıyımlara karşın, Anadolu toprağında varlığını sürdürebilen barış düşüncesinde onun öğretilerinin önemi büyük. Barışcıl bir şair olan Cemal Süreya “Barış demiştir ve güvercin tıkmışlardır boğazına/Bu yüzden edep kuralı gözetmez Anadolu ermişi” demiştir gerçi. Çünkü barış demek, barış istemek genellikle suç gibi algılanan bir eylem olmakla kalmamış, isteyenler de bunu fısıltıyla dile getirmişlerdir. İnsanın asıl olarak savaştan yana bir varlık olduğu varsayılmış ve devletler, sistemler ne yazık ki böyle yapılanmışlardır. Barış isteği bu nedenle yılmadan, bıkmadan dile getirilmesi gereken en yaşamsal konudur.

Veli olmak, yüce bir insan, dost ve yardımsever olmak kadar, düşünceleri, görüşleri ve sözleriyle savaş yerine barışı öğütlemek, düşmanlık yerine dostluğu işaret etmek ve nefret yerine sevgiyi öne çıkarmaktır. Kuşkusuz bu yalnızca ‘söylemde değil eylemde’ de, tutarlı olmakla olasıdır. Kişisel ahlak ve tutumuyla da tıpkı sözlerindeki yüceliğe yakışan bir yaşam sürmektir.

Günümüzde geçerli midir bilmiyorum ama, başkaları için çoğu, kendisi için azı istemek, yetinmeyi bilmek ve sevinmek ve “yetmiş iki milleti bir nazarda görmek”, yani tüm insanları, ulusları, ırkları, renkleri, cinsiyetleri, sınıfları eşit görmek ve elbette kendisini de hiç kimseden üstün görmemek, asıl kutsal olanın insanın kendisi olduğunu da bilgelikle söylemek velilerden bir velinin, Hacı Bektaş Veli’nin öğretisinin nice ileri, çağdaş ve hatta ütopik olduğunu da anlatır. 750 yıl öncesinden gelen aydınlık, ışıklı ve kapsayıcı bir düşüncenin izleri bunlar.

Buraya dek yazdıklarıma baktım da, tüm derslerde nerdeyse üç aşağı beş yukarı aynı ya da benzer şeyleri yazmışım. Kim bilir belki de 40 kez söyleyince olur diyedir! Olmuyor ama umut işte! Ben bildiklerimi, okuduklarımı birkaç cümle de kendimden katarak aktarayım, belki okuyan birileri de birkaç söz ekleyerek başkasına iletir, derken “karanfil elden ele...”

Elbette her uygarlığın, kültürün mitolojisi, söylenceleri vardır. Hacı Bektaş Veli’nin barışçıl öğretisi nedeniyle onun “güvercin donuna büründüğü”, yani güvercin olup uçtuğu söylencesi iyi ki bugün de yaşamaktadır, çünkü güvercin bildiğiniz gibi ağzında zeytin dalıyla barışın simgesidir. Veliyi güvercinden iyi ne anlatabilir? Üstelik Hacı Bektaş gibi, düşünceleri 750 yıldır yaşayan, giderek yaygınlaşan, keşke daha da yaygınlaşsa, dünyayı kapsasa, aklın, bilimin aydınlığında, çağdaşlığın ışığını yansıtan bir Veliyse?

“Araştırma, açık bir sınavdır”, “Eline beline diline sahip ol”, “Arifler hem arıdır hem arıtıcı”, “kadınları okutunuz”, “Okunacak en büyük kitap insandır”... Bunlar Hacı Bektaş Veli’nin sözlerinden bazıları. Hacı Bektaş Veli minyatürlerinde bir postta otururken çizilmiştir, sağ kolunun altında aslan vardır, sol eli de bir ceylanın üzerindedir. Cesareti ve saflığı, iyiliği temsil eden iki hayvan. Hacı Bektaş’ın her şeyi insanda arayan ve bunu da öğütleyen şu dörtlüğünü bugün söylemekse hiç kolay değildir ama söylemek de gereklidir: “Hararet nardadır, sacda değildir/keramet baştadır, tacda değildir/her ne arar isen kendinde ara/Kudüs’te, Mekke’de, Hac’da değildir!”

ANA DÜŞÜNCE Tanrı dostu, gideceği yerden çok, yaşadığı yeri düşünendir.
YARDIMCI KİTAP Vilayetname, Hacı Bektaşı Veli, hazırlayan: Abdülbaki Gölpınarlı, İnkılap Kitabevi

Avlu Dersi
DERSİMİZ
Avlu
KONUMUZ Beş duyu

Bahçe Dersi de yapacağız elbette, güz bitip kış küllenip bahardan önce kokusu köşeyi dönünce, dersin değil ama bahçenin vaktidir diyeceğiz, hurraaa bahçeye! Teneffüs dersimiz de olacak hem de uzun teneffüs, ama önce avlu dersi!

İtalya’da, fakat özellikle İspanya’da çok güzel avlular gördüm, Endülüs’e, Cordoba’ya giden herkes bu avlulardan birkaçını görmüştür, girip şöyle bir gezmiştir, o daracık görünen avluda başını kaldırıp baktığında, gökyüzünün daha önce bu kadar geniş olduğunu fark etmediği için güzel bir hayret de yaşamıştır.

Avlu odur, harfi azdır, duruşu yoksuldur ama o duygusu yok mu, o duygu kadar da zenginleştirici bir şey yoktur! Şimdilerde görselliğiyle tanınan şık mekânlar olarak gezilmesi, avlu duygusundaki geçiciliği ve ağırladığı kimselerin bu dünyanın sahipleri, yerleşikleri değil, konup göçerleri olduğu gerçeğini değiştirmez. Hem değiştirmesin de!

Avlu dünya içinde bir dünyadır... desem, belki şık sayılmaz ama edebiyat yapma hevesiyle yazılmış bir cümle olarak bağışlanabilir! Avlu belki de dünyanın yerleşik olmayanlara ve olmayacaklara bağışladığı bir boşluktur: Çöl gibi, orman, dağ, yayla, harman, yangın yeri, dereyatağı, uçurum, vadi gibi...

Avlu belki de bir işgal evi gibi dünyadan kurtarılmış bir bölgedir. Bir tür okul, derslik bile sayılabilir, bir forum, alan, meydan, park. Toplumsal bir yanı vardır, toplumun içinde küçük bir topluluğun yerleşim yeridir çünkü ama mekânın da bir hafızası, bir de poetikası vardır. İkisi de birbirlerini destekleyip besleyerek mekâna bir kişilik kazandırırlar.

Böylece bu mekânlardan biri olarak avlu, canlı bir varlığa dönüşür, organik bir yapıya, bir organizmaya. Bir çift göz olur, gündüzleri yorulur, geceleri uyur. Kulakları da vardır ama duymazdan geldiği de çok olur! Eli uzun değildir avlunun, bilir içindeki evlerde oturanların da ellerinin uzun olmadığını, kendi cebine bile yetişemediğini, yetişse de bir şey bulamayacağını. Avlunun burnu koku alır almasına da kış kokusudur, üşüme kokusudur, yoksulluğun kokusudur avlunun burnunun direğini sızlatan, özlem değil. Avlu ağzı var dili yoklardandır, suskundur, hem zamanı yoktur gevezeliğe hem az konuşmanın erdem sayıldığı geleneğin artık hükümsüz olduğu, avlunun kapısından içeri uğramamıştır henüz.

Çoğu yoklardan, azı varlardandır avlu. Yoklar var olmayı sürdürürken avludan hiç yok olmayan bir şey vardır, o da kalptir, avlunun kalbi. Ece Temelkuran’ın Hepberaber’de ‘Kalpsiz bir dünyaya inat’ dediği kalptir. Vicdanın eski bir saat gibi ama sekmeden çalıştığı yerdir. Ahlaklı olmak üzerine uzun uzun konuşmalar tutturmaya gerek bırakmadan, ahlakın kendiliğinden ve doğal bir tutum olarak sürdüğü bir haldir. Bu cümleye de gerek bırakmadığını söylemek bile fazla bu arada!

Avlu, utanma denen duygunun insanın en kadim duygusu olduğunu göstermek için kurulmuştur adeta. Yapısı da öyledir, kapısı da. Avlunun evlerinde bir çift göz olsa da olmasa da, onlar yüz yüze baktıklarını bilirler. Yalnız sabahları kapıları açıldığında değil, gece gündüz, açık kapalı olduklarında da. O nedenle avlular, insanların kalpleriyle dinledikleri, vicdanlarıyla eyledikleri zamanlardan günümüze kalmış direnme evlerinin mekânıdır. Avludaki utanma duygusu, ‘yukarda gök var’ işaretiyle anlaşılır, avlunun kalbindeyse bir güneş vardır. Yüz yüze bakabilenlerin güneşi.

ANA DÜŞÜNCE Yüzdeki zenginlik ne ölçülebilir ne sayılabilir!
YARDIMCI KİTAP Parasız Yatılı, Füruzan, YKY