Varın derdi yoğun derdiyle, narın derdi çoğun derdiyle aynı, yinelemeye ne gerek, dersiyle de. “Nasıl yaşanır ona uğraşıyoruz” dizesinde Osman Konuk’un tastamam karşılığını bulan.

Yardımcı Ders Kitabı 101: “Birisi nar etti beni...”
Fotoğraf: Unsplash

Nar Dersi

DERSİMİZ
Nar
KONUMUZ Çok var...

‘Ört’menim derse nar getirebilir miyim?’ diye soran çocuğu seviyorum. Kim sevmez? Çocuğu yani! Narı herkes sever çünkü. Ben de severim, ziyadesiyle. Abartmaya gerek yok biliyorum, bildiğim herkesin bildiği. Cem Karaca’nın “ne bir eksik ne bir fazla/ hepsi tamam söyledim” dediği. Ne bir eksik ne bin fazladır nara. Biz öyle gördük. Öyle sevdik diyeyim. Daha seveceğimizden başka.

Nar deyince nedense dersi okulda değil de bağda bahçede, ayın altında, yıldızın aydınlığında, suyun şavkında, otların telaşında, çimenin uyanışında işlemek geliyor insanın içinden. Ve bir değil çok şey geliyor insanın içinden nar deyince. Nar bahtı. Nar açıklığı. Kar aydınlığına benzer. Derse bir nar gelmeye görsün...

Bir kere herkesin kan dolaşımı hızlanır, uyuşuk, isteksiz kimse kalmaz, sanki zil çalmış teneffüs olmuş gibi yüksek bir arzu dolar içimize, içimize dedim çünkü ben de o derste olacağım, olmak isterim, en eski dersimizdir çünkü.

Varlığın dersi. Nar olmak var olmak, gözaydınlığıyla yüzaydınlığının buluşması. Hayat ile tabiatın. Sabır ile heyecanın. Yaz ile güzün. Bir ile binin. Az ile çoğun. Öyleyse nar da buluşmanın hem evi hem de rengi oluyor. Nasıl olmasın? Dünya gibi açılıyor ve içinden mercanlar inciler narlar gibi ışık saçılıyor. Hem sıcak hem ateşin hem ışıklı hem güleç hem bereketli. Hem de her nar tanesi birbirinden renkli! Nasıl yani, her tanesi nar rengi değil mi zaten? Dış görünüşü öyle, zahiri olarak, ama içi, batıni olarak yani öyle mi?

İnsanlar da birbirine benzemezler mi görünüşte, az çok farklılıklarla benzerler, oysa her insan bir evrendir denildiği gibi, düşü, düşüncesi, arzusu, yaşaması bambaşkadır! Narın temsil ettiği ya da varsa narın dersi budur, ayrıntılar önemlidir, önemsemesek incelikleri nasıl fark edecek ya da gösterecektik, ‘yok aslında birbirimizden farkımız’, hepimiz kabayız, hepimiz karanlığız diyecektik! Küçücük farkların ne çok şey fark ettirdiğini hepimiz biliriz, işte onlarla severiz seviliriz, özler özlenir, arar sorar bulur bulunuruz...

Narla ne derdin var diye soran olursa, onlara dersiniz ki, varlık derdi var olmakla bitseydi ne de kolaydı, bitmiyor hem başlıyor, nar derdi de dersi de ondandır. Bu bahiste mutlaka yazmışımdır, yazıyla olmasa da şiirle Nar kitabımın da başına yazılıdır, yani en başından yazılmıştır. Neşet Ertaş’ın “İki büyük nimetim var/biri anam biri yârim/ikisine de hürmetim var/biri anam biri yârim” dedikten sonra, “Birisi var etti beni/birisi yar etti beni” dizeleriyle şiir bölümüne ya da hakikat sayfasına geçmiştir. Ben de şu sözlerin doğruluğuna, güzelliğine, nasıl söylendiğine bak/yorum hak filan demiş olduğumu düşünüyorum, “birisi nar etti beni” diye baki selam göndermiştim Neşet’e vaktiyle, 1999, demek ki bir çeyrek olmuş!

Varın derdi yoğun derdiyle, narın derdi çoğun derdiyle aynı, yinelemeye ne gerek, dersiyle de. “Nasıl yaşanır ona uğraşıyoruz” dizesinde Osman Konuk’un tastamam karşılığını bulan. Nar zor geldiğinden mi, bir parça zahmet verdiğinden mi, tek hastalığım temizlik diyenleri biraz gerdiğinden mi, tadı da alışıldık lezzetlere pek benzemediğinden mi ne halse, kibirli bulunur, daha da ötesi narın varlığı zengin sofralarına yorulur. Eh yalan da değildir ama sözcükleri ne anlamda kullandığımıza, sıfatları nasıl ve nereden yağdırdığımıza bakarak bağlı olarak elbette. Kimi değerlerin, değerli şeylerin kibirli ya da kibir nesnesi olarak görüldüğü bilinir. Çeşitlilik, farklılık da zenginliğe yorulur. Doğru bir yorum, ama sofraların zenginliğini onları yeryüzü sofraları olarak görüyorsak! Sofraları zenginleştiren onlara katılanların çokluğu kadar paylaşılacak yeryüzü nimetlerinin de çokluğudur.

Narın dersi çoktur ama ilk ve son ders hiç değişmez: Nar içiyle, dışıyla, biçimiyle, rengiyle, tadıyla, biriyle biniyle, farklılıkların zenginliğidir. Barış içinde özgürce bir arada yaşama arzusunun ateşidir, neşesidir, şarkısıdır, parkıdır...

ANA DÜŞÜNCE Varın derdi yoğun derdi, narın derdi çoğun derdi...
YARDIMCI KİTAP Nar Kitabı, Bernd Brunner, çev: Neylan Eryar, Kırmızı Kedi Y.

Ara Tatil

DERSİMİZ
Ara Tatil
KONUMUZ Serbest

Kim katılmaz Sakallı’nın arzusuna, “sabahları avlanmak, öğleden sonra balık tutmak, akşamları hayvan beslemek, akşam yemeğinden sonra felsefe yapmak...” O bunu böyle dile getirmiş ama yorumlamak, değiştirerek uygulamak bizim elimizde. Yani henüz tam anlamıyla değil zira üretim araçlarının mülkiyeti bizim elimizde değil! İşte tam da ‘elimizde olmayan nedenlerle’ klişesini bahane ederek özür dilenecek şey!

Onlar bizden ilerde ve ütopyayla aramız giderek açılıyor, mesafe, duygu, gerçeklik olarak, yani her anlamda!

19. yüzyıl düşüncesini, felsefe, siyaset, insan, bilimsel düşünce, vb... geçmek, aşmak şöyle dursun, yakalamak ya da yetişmek de giderek zorlaşıyor. Bunu zaman zaman 2. Yeni Şiirine bakarak da düşündüğümü saklayamam! Ders yapıyoruz, öyleyse ustalara övgü ya da ustalığa saygıyı da ihmal etmeyelim değil mi?

Ara tatil. İnsanın kendisine bakıp sanki başkasından söz ediyormuş gibi, ‘çok fazla uzağa gitmiş olamazlar!’ dediği yer, şey, zaman... Belki de ‘ara’ sözcüğünün hem boyunun kısalığından, duygusu da öyle ya, hem de ‘günün anlam ve önemi’ni kısaltan bir yanı olduğundan, dahası telaştan insanın iki ayağını bir pabuca sığdırmaya çalışmasından, hatta her zaman olmaz, bazen, yani ara sıra olur tehdidini fazlasıyla duyurduğundan, çocuklar ve yeniyetmeler dışında kimseye pek bir şey ifade ettiği de söylenemez! Söylediğiyse şununla kalır: Çok fazla uzağa gitmiş olamayız, yani arayı fazla açmamışızdır!

Ara tatil, arayı açmamızı gerektiren mekân, durum, hareket, akış, eylem, tavır ve benzeri şeylerin toplamı. Buyruğu, manifestosu, elkitabı, kullanma kılavuzu filan yok ama Ara Tatil Kitabı var! İşi kitabına uydurmak kolay, onu hep ve hepimiz yapıyoruz, bu kez kitabına uydurmayacağız, yaşadıklarımızla, bunları bize yaşatanlarla arayı fena halde açacağız!

Olmazlanacağız, heyheyleneceğiz, vayvaylayacağız, hadisenordanlayacağız, aranacağız, bulanacağız, bozukçalacağız, Salah Birsel kitaplarına bakıp, kafamızı onlara gömüp, onlarda bulduğumuz sözcüklerle Nazım Hikmet şiiri gibi “hem de 160 kilometre hızla” vınlayacağız! Nereye doğru? Arayı açmaya doğru elbette!

Arayı açmak; kafayı açmak, ruhu gezdirmek, gövdeyi havalandırmak, düşünceyi kanatlandırmak ve düşlerimizle ortalığı birbirine katmaktır! Kim demiş, Aziz Nesin demiş, ne demiş, “Böyle gelmiş”, sonrası neymiş, “Böyle gitmez!” demiş! Böyle bazen gider bazen gitmez haller işte, o yüzden ne demeyeceğiz, şarkısı güzel ama duygusu değil, “Gidelim buralardan” demeyeceğiz!

Ara tatil, yani arayı açmak başka! Ara tatil demek ara sıra tatil olarak anlaşılmasın diye, düşüncenin hızına sesi geçtim şiir bile yetişemesin diye, şimdi değil sonra olmasın diye, öyle açacağız ki arayı, kendimizle bile! Hatta o ‘çok fazla uzağa gitmiş olamaz ben’imizi geride bıraktığımıza bile şaşıracağız!
‘Ben’imizin bir yere gittiği, kaçtığı filan yok, yeryüzünde ‘ben’den çok bir şey de yok, ben’i bellemek, yani benlemek, benbendecilik bunca varken kimde sendecilik otu yetişir ve kim yuvarlanır ki sencileyinliğin çayırlarında?

Benibende değil benisende, benibizde aramak, bulamasak da varmış gibi davranmak ve başkasındaben olmaya koşmak ara tatilden alacağımız derstir, arayı açma dersi, ama ilkin ve en çok da kendimizle! Çünkü insan en çok kendine karşı gerici, tutucu, oyalayıcı, engelleyici filandır, öyleyse ilkin kendinden kurtulması, hatta kurtarılması gerekendir!

Ara tatil insanın kendinden kurtulması, kendini geride bırakması ve kendisiyle arayı açması için bir olanak. Herkes kendinden başkasına gidebilir ve herkesin olabileceği bir başkası vardır! Yeter ki kendimizle arayı açalım bi ara!

ANA DÜŞÜNCE Arayı açmak, kendinden kaçmak ve düşlere uçmaktır.
YARDIMCI KİTAP Kendimle Karşılaşmalar, Arzu Erkan, KaraKarga Y.