Neredeyse turnuvalara yollamayacaklar, altüst eşofmanla çıkaracaklar! Diyanet görevlisinden esnafına örümcek kafalı yobaz sürüsü voleybolcu kadınlara demediğini bırakmadı.

Yardımcı Ders Kitabı 101: Günaydın demeyi bilmeyen, aşkı ne anlar?

Günaydın Dersi
DERSİMİZ
Günaydın
KONUMUZ Işık, iyilik, gülmek

Adab-ı Muaşeret Kuralları kitapları vardır, Türkçesiyle Görgü Kuralları. İnsanın toplumsallaşması, özellikle de feodaliteden başlayarak sınıflı toplumlara bölünmesiyle birlikte, görgü kuralları da hem sınıf içi tutum ve davranışlar hem de sınıfı diğerlerinden ayıran bir ‘kurallar manzumesi’ olarak önem kazandı. Öyle ya ağırbaşlı aristokrat görgüsü başkaydı, yeni palazlanan şımarık burjuvazinin görgüsü başka ve ikisi birbirine asla ve kat’a karışmamalıydı!
Şimdi okuduğumuzda gülünç gelen pek çok kural var bu kitaplarda ama zaten kural denen şeylerin de çoğu gülünç değil mi? Modern zamanlara geldiğimizde orta sınıfın genişlemesi, yer yer burjuva hal ve tavırları göstermesiyle görgü kuralları kitaplarının hedef kitlesi de hem genişledi hem de daha kabul edilebilir ve gündelik olarak uygulanabilir, gerçekçi kurallar da bu kitaplara girdi. Konumuz o kitaplar olmamakla birlikte, günümüz Türkiye’sinde, en azından 25-30 yıl önceki görgüyü anımsamak için Eski Türkiye Görgüsü adlı bir kitap da neden yazılmasın? Hiç olmazsa Z Kuşağının gençleri, çocukları bu görgüsüzlere, kabalığa, hoyratlığa karşı bu ülkede de bir zamanlar görgülü insanların yaşadığını görürler ve bunları karşılaştırıp aradaki derin farkı anlarlar!


Bana derste siyaset yaptırmayın diyorum... Ama bu çocuklar da az değil, oradan biri hemen damarıma basıp, beni nasıl konuşturacağını, nereden kışkırtacağını biliyor, ben de açıyorum ağzımı! “Bana yeni bir ruh lazım” mı diyordu şarkı yoksa ben mi uyduruyorum, onun gibi ‘Bize yeni görgü kuralları lazım!’ Ama ondan da önce eski kitapta, gelenekte, insanın varlığında, ‘cim karnında bir nokta’ bile olamayacak kadar küçük, sıradan, nerdeyse alışkanlık olmuş, fakat şimdi yerini kendilerince dini değerlerin alması gereken, çoğunu da kendilerine benzettikleri, çağdaş değerleri, davranışları, tutumları yeniden canlandırmamız lazım! Yoksa orası öyle burası böyle derken bir de bakmışsın memlekette “her yer karanlık!” Her şey karanlık!

Günaydın ya hu! İnsana ağız tadıyla, güneşli bir sesle, ışık yağmuru içinde günaydın dedirtmiyor bunlar, bir günaydın diyeceğim olup olacağı! Akgün Akova’nın Günaydın Deme Sanatı’nda dediği gibi öyleyse, “teşekkür etmeyi, özür dilemeyi/ağız dolusu seni seviyorum demeyi bilen/insanların yaşadığı bir ülkenin hayali gibi/ günaydın sana sevgilim/günaydın işte/ günaydın/günaydın/günaydın”.

Günaydın doğallığında ne var, insanın insana gülümsemesi, güneşin, kuşların, sabahın kedilerin, çocukların, çiçeklerin varlığı, bazen merhaba deyip bazen gözlerle selam vermek. Hepsi doğal. Yaratıcının ister Tanrı olduğunu düşün, ister doğa olduğunu, her iki inanma biçiminde de bunlardan doğal ne var?
Gelmişiz dünyaya, kendimize alışmaya, birbirimizle tanışmaya, yaşamla barışmaya çabalayarak geçip gidiyoruz. Çıkmış biri, günaydının, tünaydının, merhabanın yanlış olduğunu, bunların dine uymadığını söylüyor! Bir, sana mı soracağız efendi, iki, uymuyorsa uymuyor ne yapalım yani?

Sevdiğim şair, denemeci, fotoğraf sanatçısı Akgün Akova’nın şu dizelerine bakın, önce şiirin adı günaydın diyor ama, “Sana Benzersiz Bir Günaydın Demenin Yollarını Ararken”: “su damlasının üstündeki iskeleye benzeyen bir günaydın sana/gittiği yere köprüsünü taşıyan bir dere/bir tüyün tutunduğu kuşu geçmesi gibi bir günaydın”. Ne güzel değil mi, durmayın siz de çoğaltın, “derken karanfil elden ele” dediği gibi olsun Edip Cansever’in, derken günaydın dilden dile, gülümseyiş yüzden yüze ve ateşböcekleri gibi usul usul aydınlık yeniden diyeceğiz yine.

Dünyanın günaydınını getirmiş bize sevgili arkadaşım Akgün, memleketten, başka diyarlardan fotoğraflar, anılar, şiirlerle sahiden de günaydın demenin bir sanat olduğunu, elbette iyilik sanatı, insanlık sanatı, barış sanatı, ışık sanatı olduğunu anlatıyor. Renk renk günaydın, hangisini isterseniz, mavi, turuncu, yeşil, mor, sarı, kırmızı...

Günaydının çok değerli bir sözcük olduğunu söylüyor: “Hatta bizi yalnızlaştıran, birbirimizle dayanışma içinde olmaktan alıkoyan baskılar çoğaldıkça daha da artıyordu değeri. Işık dileğiydi günaydın çünkü mutluluk bağışıydı, iyi niyet sözcüğüydü.”

Öyleyse her sabah ilk dersimiz günaydın olsun, ışık dileyelim birbirimize ve bir an önce bu karanlıktan çıkması için ülkemize!

ANA DÜŞÜNCE Günaydın diyen dünyayı sever, demeyeni kim sever?

YARDIMCI KİTAP Günaydın Deme Sanatı, Akgün Akova, Karakarga Y., Haziran 2021
Voleybol Dersi
DERSİMİZ Voleybol
KONUMUZ Dayanışma, ahlak, dostluk

Hep kuram hep kuram, böyle olur mu, biraz da uygulama! Zaten ne geldiyse başımıza fazla teoriden geldi, teori diye diye birbirimizi yiyeceğimize biraz da pratiğe önem verseydik...

Diye başlarsan arka sıralardan birisi de ‘Hey hoca, dersin adı voleybol, siyaset dersiyle karıştırdın yine!’ diye uyarır, haklıdır da. Bilinç eğitimi, ruh eğitimi, beden eğitimi.

Memlekette bazı konularda çıkışlar, kopuşlar, kırılmalar yaşanıyor ya, bunların kimileri bireysel kimileriyse birlikte, güçbirliği, ruhbirliği, elbirliği ve gönülbirliğiyle oluyor, işte gençler bugünkü dersimiz de bununla ilgili!

Eşofmana ‘aşortman’, voleybola ‘valeybol’ denildiğini bilmezsiniz, bence Anadolu’nun içinden öyle demek geliyordur, zannımca da hâlâ diyordur. Beden eğitimi dersi de gidip kasaya kafayı toslama dersidir! Hocalar iyidir ama saat yetersizdir, tesis yoktur, vb.

Öncüler mi demeli gözü karalar mı, aklına koymuşlar, idealistler, devrimciler, hepsi olur, onlar işte saatmiş, tesismiş, uzakmış, yakınmış, dert etmedikleri gibi, koşullar ne kadar olumsuz, ortam ne kadar berbat, engeller ne denli çok olursa olsun, belki de mücadele kararlılığını pekiştirdiği, bilediğinden olmalı, daha kararlı olurlar, hedef büyütür, gözlerini daha yükseklere, daha ileriye dikerler.

Böyle tek tek başarı öyküleri var, çoğu da Doğu’dan, Anadolu’dan, kırsaldan, çok çocuklu, yoksul ailelerden gelen kızların, oğlanların öyküleri. Bunları okuyunca görünce, sanki Cumhuriyet yeni kuruluyormuş gibi geliyor bana, belki de Cumhuriyet güneşin her sabah doğuşu gibi her gün yeniden kurulmalı, böylece de tazeliğini, coşkusunu korumalı! Yoksa 100. yılına varmadan eskitirler maazallah!

Bireysel başarı öyküleri çok değerli, hele memleketin koşullarını, kız çocuklarının, genç kadınların kimi yerlerde sokağa çıkmasının günah sayıldığını biliyorsak bu daha da önemli. Yöneticiler de günah/sevap kafasında olduğu için, onlardan da hayır, yardım beklemek boşuna, kendi sporunu kendin yapacaksın! Kız çocukları nasıl ve nerede spor yapacak, hele okul yöneticilerinin çoğunun da tutucu olduklarını düşünürsek, olanaksız gibi.

Onlar öyle de ülkenin A Milli Kadın Voleybol Takımı’nın yaşadıkları onlardan çok mu farklı? Ellerinden gelse turnuvalara yollamayacaklar, altüst eşofmanla çıkaracaklar, kolları bacakları görünmesin, namahrem diye! Diyanet görevlisinden esnafına, belediye başkanından sözüm ona hocasına örümcek kafalı yobaz sürüsü voleybolcu kadınlara demediğini bırakmadı. Din soslu iffet, namus, analarımız, bacılarımız edebiyatı yaptıkça smaçlar da kafalarına indi doğrusu!

En çok da en başarılı en uzun en çok sayı yapan pembe saçlı Ebrar eleştirildi cinsel kimliğinden ötürü. Kimsenin cinsel kimliği kimseyi ilgilendirmez, devleti hiç ilgilendirmez. Memlekette son yıllarda dayanışma, takım ruhu anlamında beni bu kadar sevindiren bir Gezi Direnişimiz var, bir de voleybolcu kadınlar! Ebrar’a başta Kaptan Eda olmak üzere tüm takım arkadaşlarının sahip çıkmasının yanında dünya şampiyonluğu hiç kalır! Örnekse örnek bir dayanışma, direniş işte!

Valeybolun da voleybol olarak düzeltilmesi bu aynı zamanda. Çok yaşasın, ideolojik, hamasi ‘yerli ve milli’ dayatmasına karşı A Milli dayanışması! Çok yaşayın voleybolcu kadınlar, çok yaşa Ebrar!

ANA DÜŞÜNCE Dayanışma yaşatır!

YARDIMCI KİTAP Ben, Malala, Malala Yusufzay, Christina Lamb, çev: Doğan Yılmaz, Epsilon Y., 2013