Üreten ve yaratan ki yalnız onlardı” çünkü ve dünya devrimini henüz gerçekleştiremeseler de, devrimler onların öncülüğünde gerçekleşti. “Kısa çöp uzun çöpten hakkın alacak”tır önünde sonunda, bugün, yarın, daima!

Yardımcı Ders Kitabı 101: Onur genç kalır!

Emek Dersi
DERSİMİZ
Emek
KONUMUZ 1 Mayıs, işçi sınıfı, emekçiler

“Dünyanın üzerinde kurulu direk/emek zay’olmazsa sızlar mı yürek/bu düzeni kim kurmuş bizler de bilek/söyle canım söyle dinlesin canlar” Pir Sultan Abdal’ın 400 yıl önce yazıp yolladığı deyişi havalandıran Ruhi Su olmuştu. Emeği düştüğü yerden kaldırdılar, yücelttiler, biri sözüyle biri sazıyla, sesiyle.
‘Emeğin zay’olması’, yani yitmesi, ziyan olması, sayılmaması, değer verilmemesi, görmezden gelinip hiç olması. Ece Ayhan da Pir Sultan’dan yüzlerce yıl sonra “ah ki oğlumun emeğini eline verdiler” diye yazacaktır “Meçhul Öğrenci Anıtı” şiirinde.


Kült filmin kült sorusunun “Sevgi neydi?”, kült yanıtı gibi “Sevgi emekti”. Emek, dünyanın üzerine kurulu olduğu direkti. Yaratan da oydu sürdüren de, iyileştiren de emekti güzelleştiren de. Şiiri güzelleştirenler de ‘Onlar’dı ki “bir şafak vakti karanlığın kenarından/onlar ağır ellerini toprağa basıp/doğruldukları zaman”, Büyük Gurbetçimizin yazdığı gibi “sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtı” değişmiş olurdu.

Oldu da. “Üreten ve yaratan ki yalnız onlardı” çünkü ve dünya devrimini henüz gerçekleştiremeseler de, ulusal, ulusal demokratik ve sosyalist devrimler onların öncülüğünde gerçekleşti. “Kısa çöp uzun çöpten hakkın alacak”tır önünde sonunda, bugün, yarın, daima!

Sermaye ve işbirlikçileri de boş durmayacaktı elbette sınıfsız, sömürüsüz, ağasız, patronsuz, beysiz bir başka âlem isteyenlerin sayısı arttıkça, sesleri daha gür çıkmaya, itirazları netleşmeye ve yanyana gelip omuz omuza verdikleri kitleler çeşitlenmeye başladıkça, halkın ve emekçi sınıfların “coşkun akan seli”ni durdurmaya, önüne geçmeye yönelik akıllar geliştirdiler. Halka hangi afyonları vereceklerini, onu nasıl uyuşturup uyutacaklarını bir bir tasarlarken, yerine, zamanına göre bazen daha uzlaşmacı bir görüntü sergilediler, ama sonunda çoğu kez darbeyle, diktatoryayla ve faşizmle işi çözdüler.

19. yüzyıldan bu yana çeşitli ülkelerde yaşanan iç savaşlara bakın, hemen hepsinde halkın evlatları birbirlerine kırdırılmıştır. İşçi sınıfının, köylü hareketinin, emek mücadelesinin, yani “zincirlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyleri olmayanlar”ın karşısına, kazanacak hiçbir şeyleri olmayanlar çıkartılmıştır yine! Adlarına da çoğu kez milliyetçi denmiştir ki ne uğruna savaştığını bilmesin, kendini yüce bir amaç için savaşıyor bilsin!

Yunanistan, İspanya, Vietnam ve sosyal sınıfsal mücadeleler tarihi kanla, zorbalıkla, askeri diktatörlüklerle yaşanan Latin Amerika. Elbette Türkiye de! Toplumsal uyanış ne zaman bir ucundan ışımaya başlasa, orada faşizm sivil, askeri ve milis güçleriyle sahneye çıkarak, komünistleri durdurmazlarsa vatanın, dinin elden gideceği heyulasıyla yoksulları, işsizleri, eğitimsizleri korkutmuş, bir baskı rejimi ve otoriter bir yönetimden başka bir şey olmayan ırkçı, türcü, ötekileştirici ve erkek egemen düzenin ideolojisini katmerli kılan bir cinayet ve kötülük ortaklığı oluşturmuştur. Sermayenin ve onun fikir babalarının ustalıkla kotarıp yaygınlaştırdıkları bir görüşse, sosyalizm ve faşizmi, ikisi de bir düşünce akımıymış gibi karşı karşıya koymak ve ikisinin de birbirlerinden tehlikeli olduğunu vaz’etmektir. Faşizm nasıl bir düşünceyse artık!

Şiar bellidir oysa, “ya sosyalizm ya barbarlık!” Emeğin mücadelesi de bunun içindir, daha iyi bir yeryüzü içindir, insan, hayvan ve tabiat kolektifinin, varlığın onuruna yakışır biçimde sürekli kılındığı, barışın egemen olduğu ve halk cumhuriyetlerinin üstünde başka hiçbir yetkenin, gücün olmadığı, renklerini gökkuşağından alan tüm bireylerin özgürce kendilerini gerçekleştirdikleri bir yeni yaşam içindir.

ANA DÜŞÜNCE Devrim, yeryüzünü güzelleştirecek bir yaşama sanatıdır.
YARDIMCI KİTAP Germinal, Emile Zola, çev: Hamdi Varoğlu, Yordam Kitap

Fedakarlık Dersi
DERSİMİZ
Fedakarlık
KONUMUZ Üç Fidan, devrimciler, yoldaşlık

Çocuklar savaşta büyümez, barışta büyür. Çocuklar barışla büyür, barış da büyür. Yaşam da barışa barışa değişir, güzelleşir, iyileşir. Ne var ki ilk bakışta dünyadaki en kolay şeymiş gibi gözüken barış kolay kolay gerçekleşmez. Barış sanki atom bombası, nükleer bombaymış gibi uzakta tutulur, patlamasından korkulur!

Yeryüzünün şafağında barışın gülleri açarsa, devlet denen sistemli kötülük aygıtı, makinesi her neyse işsiz, işlevsiz kalacağından kaygılanır, savaşı barışa yeğler. Zira barışın aydınlığında tüm kötüler ve kötülükler, devletlerin zulmü, cinayetleri açığa çıkacağı için, savaşın kanlı karanlığında işgörmek işlerine gelir!
Tarihi de sözümona fatihler yazar! Tarihte bireyin rolünü, kahramanlıkları kim yadsıyabilir ama kitleler olmaksızın hiçbir şey yazılamaz, sürdürülemez. Tarihi kırılmalar, değişimlerse çoğun barışla büyümesi gereken çocukların savaşı göze almalarıyla gerçekleşir. Ne yazık ki Allahuekber Dağları’nda kırdırılan 80 bin asker de çocuktu, “askeri kırdıran Enveri Paşa”nın sayesinde karda, buzda yiten 80 bin çocuk can! “Çanakkale içinde aynalı çarşı/ana ben gidiyom düşmana karşı” türküsüyle, yurdun bağımsızlığı için şehit düşenler de çocuk yaşta askerlerdi, gencecik canlardı, aksakallı nur yüzlü evliyalar değil!

Gençlik, bir tür fedailer cemiyetidir. 20 yaşında özgürlükçü, bağımsızlık yanlısı, yurtsever olmayanın yadırgandığı günlerde yetişenler bunu iyi bilir. 20 yaşında özgürlükçü olmak, 40 yaşında da sosyalist olmayı sürdürmek demektir. O fedailer cemiyetinin ya da Attila İlhan’ın, ‘Acılı Kuşak’ olarak da nitelendirilen 40 Toplumcu Şiir Kuşağı için dediği gibi ‘Fedailer Mangası’nın çoğu da genç iken, yeşil iken, fidan iken gittiler, “Üç Fidan”dan bir “Mahur Beste” kaldı bize.

Beste mahur düşler de öyle, kederliyiz, üzgünüz, gamlıyız ama umudumuzu diri tutan da Üç Fidan’ın ve yoldaşlarının canfeda tavırlarının örnek olması, onları yargılayanların, katledenlerin daha yaşarken ölmelerine karşın, fedailer mangasının unutulmak bir yana, adlarının, anılarının, yollarının, özgür, bağımsız bir ülkede demokratik, halkçı, devrimci cumhuriyet taleplerinin bir an bile duraksamadan sürmesi, sürdürülmesidir.

Deniz, Yusuf, Hüseyin, Mahir, Ulaş, Sinan, Cevahir, İbo... Aşık Mahzuni Şerif’in bundan 50 yıl önce 1972’de faşizmin karanlığında darağacına yollanan Üç Fidan’ın katillerinden biri için yaktığı türkü hâlâ dilimizde: “Erim erim eriyesin/sürüm sürün sürünesin.” O türkü, Gezi’deki çocuklarımıza, Berkin’den Ali İsmail’e, Mehmet Ayvalıtaş’a, Ethem’e kıyanlara da söylenmiştir aynı zamanda, yakanlara, kıyanlara, vuranlara, el kaldıranlara, hepsinedir...

Bugün gibi hatırlıyorum demek onları geri getirmez ama unutmamak için de gereklidir. “Tarihte Bireyin Rolü”nün can pahasına nasıl olabileceğinin hayranlık uyandırıcı resmidir, belgesidir. İnsanın düşürüldüğü, alçaltıldığı biat rejiminden önce kul değil yurttaş olduğunun, birey olduğunun, canla ödenmiş bedelidir. Canını ortaya koyamayanların bilebileceği, değer verebileceği bir şey değildir elbette! Utanma, arlanma duygusunun kalmadığı günlerde genç olmanın, gerekirse canını öne sürmenin, bırakın kıymetini, anlamını bile bilmeyenler ne anlasın genç olmaktan, fedailer mangasından, canfedadan?

“Memleket seninle gurur duyuyor” diyenlerle de, onların gurur duydukları mafya artıkları, çeteler, faşist katillerle de işimiz yok, onlar birbirleriyle gururlanmaya devam etsinler, bizim değerlerimiz, Seyyid Nesimi’den Hallac-ı Mansur’a, Şeyh Bedreddin’den Pir Sultan Abdal’a, Nazım Hikmet’ten Üç Fidan’lara, devrimcilere, yoldaşlarımıza, katledilen demokrat hocalara, sendikacılara, gazetecilere, aydınlara, Madımak’ta, Gezi’de yitirdiğimiz canlara, eşitlikçi bir toplumun paylaşımcı, özgürlükçü değerleri için canlarını verdiler. Bizim onurumuz da o canlardır. Ve insan önce onurlu olmalıdır, gurur duyulacak şey de budur!

ANA DÜŞÜNCE Gurur yaşlıdır, onursa hep genç kalır!
YARDIMCI KİTAP Darağacında Üç Fidan, Nihat Behram, Everest Y.