Tabiat insana bir yapıyorsa, insan insana bin yapıyor! Tabiat öldürmüyor, mahlukat öldürüyor! Eşref-i mahlukat, yani yaratılmışların en şereflisi denilen insan! Şereflisi buysa...

Yardımcı Ders Kitabı 101: “Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür!”

DERSİMİZ Devlet
KONUMUZ İl-el-eb-ed

Bugün ilk dersimiz devlet, ikinci dersimiz tabiat. Öyleyse öğretmenimiz de belli, “mor külhani”miz Ece Ayhan. Onun Devlet ve Tabiat ya da Ortak İkiden Ayrılan Çocuklar İçin Şiirler (1973) kitabının en bilinen şiiriyle başlayacağız, “Meçhul Öğrenci Anıtı”yla. Faşistler tarafından 14 Aralık 1969’da İstanbul’da katledilen ilk devrimci üniversitelilerden Malatyalı Battal Mehetoğlu için yazmış bu şiiri Ece Ayhan, o günden beri de öldürülen tüm gençler, öğrenciler için okunmuş, okunuyor:”Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında / Bir teneffüs daha yaşasaydı / Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür / Devlet dersinde öldürülmüştür.”


Oysa o çocuk birazdan tabiattan tahtaya kalkacaktı ve ona tabiatıyla başka sorular da sorulacaktı, göllerden, nehirlerden, kuşlardan, mavilerden, yeşilbaş gövel ördeklerden, sunalardan, turaçtan, turnalardan, karlı dağlardan, ıssız ovalardan, Ege’den, Akdeniz’den, Van gölünden, Tuz gölünden, Taklamakan çölünden, elma yanaklardan, nar içinden, üzüm gözlerden, kiraz dudaklardan, caneriğinden can, hevesten, Atlas dağlarından, dostluk bağlarından, sevda çağlarından ve elbette Maveraünnehir’den: “Devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu şuydu: / -Maveraünnehir nereye dökülür?”
Biz de öğrenciler ve öğrenenler olarak şiirin de bir soru olduğunu, karşılığının bulunması, yanıtının verilmesinin çok güç olduğunu, en çok da devlet, tabiat ve hayat derslerinde görecektik!

Devlet dersi. Devlet dersinden sağ çıkamamak. Devlet dersinden hiç çıkamamak, hep kalmak. Ülkenin başkentinde bir mahalleye adını vermek. “Devletlu böyle buyurdu” demek. Bir klan gibi, soy gibi sürüp gelen, azaldı dedikçe yeraltı suları gibi alttan akan, görünmez bağlarla tüm dünyada birbirine bağlanan, adı, niteliği, rejimi ne olursa olsun, sonsuza dek süreceğine ant içilen, kutsallıkta Tanrıyla yarışan, her şeyden herkesten çok ve önce onun yaşatılması, yoksa insanın da yaşatılamayacağı ima ve telkin edilen, yüce, âlicenap, en hafifinden büyük diye nitelenen, kaç kez kurulmuş olduğuyla övünülen, en fantastik, en mitolojik yapıtların, efsanelerin dahi onunla yarışamayacağı, kolu, bacağı, gövdesi, başı, eli, ağzı, kulağı, kaşı gözüyle de kimi zaman bir insan suretinde resmedilen, onun kötülüğünü, zalimliğini, ağırlığını, kalpsizliğini taşıyan soğuk kütle, buzdan ruh: “Taştandı tunçtandı alçıdandı kaattandı iki santimden yedi metreye kadar / taştan tunçtan alçıdan ve kaattan çizmeleri dibindeydik şehrin bütün meydanlarında / parklarda ağaçlarımızın üstündeydi taştan tunçtan alçıdan ve kaattan gölgesi / taştan tunçtan alçıdan ve kaattan bıyıkları lokantalarda içindeydi çorbamızın / odalarımızda taştan tunçtan alçıdan ve kaattan gözleri önündeydik / yok oldu bir sabah / yok oldu çizmesi meydanlardan / gölgesi ağaçlarımızın üstünden / çorbamızdan bıyığı / odalarımızdan gözleri / ve kalktı göğsümüzden baskısı binlerce ton taşın tuncun alçının ve kaadın.” Nâzım Hikmet’in şiiri. Kim için yazılmış olduğu belli, emekçilerin cumhuriyeti diye kurulmuş bir ülkeyi, “devlet benim” diyerek yıllarca inletmiş biri için!
Yazıyı yazarken bir tivite rastladım, “devlet diye helvadan put yapmışlar, acıktıkça yiyorlar” demiş, hoşuma gitti, helvayı devletten daha çok severim, kim sevmez, ama devleti ekmek arası helva yapmak... O, beka ile nemayı herhalde Arapça bilmediklerinden olacak, yani tamamen iyi niyetle, birbirine karıştıranların işi! İnsan kutsalını yer mi? Kutsalını yiyen de kusar sonunda herhalde! Allahtan kutsalımız filan yok da, “kutsal yemedik ki kusalım!” diye iç rahatlığıyla söyleyebiliyoruz.

“Devlet ebed müddet” diyorlar, yani sonsuza kadar devlet! Sosyal olsa biraz katlanılırdı ama o da değil! Giderek devletler büyüyor, insanlar küçülüyor, hatta devlet yazarken devler yazmışım, yanlışlıkla mı? Nâzım Hikmet “Büyük İnsanlık” diyor dünyada açlık gibi, yoksulluk gibi çoğunlukta olan insanlara, sayı büyük ama pay küçük!

Şimdi: Deprem mi öldürür yoksa...

ANA DÜŞÜNCE “Olmaya devlet cihanda bir parça adalet gibi!”
YARDIMCI KİTAP Bütün Yort Savul’lar, Ece Ayhan, YKY.

Tabiat Dersi
DERSİMİZ
Tabiat
KONUMUZ Fıtrat

Her şey dönüp dolaşıp başlangıca geliyor. Başlangıç dediğim de, gelmiş bulunduğumuz şu yeryüzünü yurt kılan, yalnız bize mi, tüm canlara, o büyüleyici enerjiden başka bir şey değil elbette!

Tabiatıyla da her şey tabiata geliyor! Bizim tabiatımıza da, ama ilkin hemhal olduğumuz, içlidışlı kılındığımız, bazen yakından yakın bazense üçüncü kuşaktan kuzen gibi uzak ve soğuk akraba sayıldığımız, her bakımdan ürpertici bulduğumuz, cefası kadar ezasını da yaşadığımız, fakat olmasa yeryüzünde bir tek gün olsun yaşayamayacağımız, varlığı varlığımıza armağan olan tabiat, anamız!

Anamız, doğuranımız, besleyip büyütenimiz, ruhumuz tenimiz, sütümüz dilimiz, ağlayıp gülmemiz, gülen ayvamız ağlayan narımız, yarımız olur mu hiç, varımız, yurdumuz, diyarımız, çaremiz dermanımız, ninnimiz masalımız da diyeyim de bu tekerlemeyi keseyim, yoksa dersimiz masal mıydı diyeceksiniz!

Hem masal hem de değil! Tabiat, hele Türkçesiyle Doğa, kızlara ve oğlanlara esenlikli, açık, güleç bir ad olmanın yanı sıra; insanlara da iyilik, barış, rengârenk bir çevre, mutluluk, dostluk, kuzular, kediler, köpekler, atlar, balıklar, bu ağaçlar güzel kuşlar, yaşayalım arkadaşlar duygusunu vermez mi?
Buraya dek kelime oyunu, masal, tekerleme, şiir filan yazabildim ama sonrası yok! Çok acı var. Tabiat insana bir yapıyorsa, insan insana bin yapıyor! Tabiat öldürmüyor, mahlukat öldürüyor! Eşref-i mahlukat, yani yaratılmışların en şereflisi denilen insan! Şereflisi buysa... Derste olduğumu unuttum bir an! Yorumlarımı kendime saklayıp sürdürüyorum: Tabiat söz konusu olunca kader... derken klişe kendiliğinden yürürlüğe giriyor, teferruattan ibarettir!
İki tabiat var, biri Türkçede doğa olarak daha da güzelleşen tabiat, ikincisi herkesin farklı ve kendine özgü olan tabiatı, ki özellikle anamız olan tabiatla kader karşılaşınca devreye giriyor, ânında, dakka sektirmeden! Bunlar için biz tabiatı ya da doğası böyle diyoruz, onların uydurdukları biçimde söylersek bunların fıtratı böyle! Herkesin ağzına baktığı deprem hocası televizyonda “takdir-i ilahi değil, takdir-i siyasi” diyor, ama öbürü fıtratı gereği, “olan olmuş, giden gitmiş, kader planı böyle çizilmiş!” diye ezberi tekrarlıyor!

Madende 301 işçi can verdiğinde de, başka büyük felaketlerde de sadece kader planı var, devletin planı, yapı planı, şehir planı, sağlık planı, kurtarma planı, hepsi sonra gelir! Gelince de geç olurmuş, her şey bitmiş olurmuş ne gam! Tamam devletin, bürokrasinin, hiyerarşinin olmadığı, herkesin yönetime katıldığı eşitlikçi, dayanışmacı, “ne ezen ne ezilen / insanca hakça bir düzen” diye bir yaşam ütopyamız var ama, o güne kadar da kamucu yaklaşımın egemen olduğu bir sosyal devlet anlayışına gereksinimimiz var. Yoksa barbarlıktan gelip sonunda yine gericiliğin, faşizmin, ırkçılığın, kadın düşmanlığının, türcülüğün, cinsiyetçiliğin, hayvan haklarını yok sayanların barbarlığında yaşamak zorunda kalacağız!

Tabiatla ilişkimiz aşk gibi. Bazen nefret bazen tutku! O da buyuruyor, yasalarımı takmayan, beni dinlemeyen, sonucuna katlanır diye uyarı üstüne uyarı yapıyor. Lodosta gemiler denize açılmıyor, fırtınalı havalarda uçaklar gökyüzüne tırmanmaya çalışmıyor, don olacak, ağaçları vuracak diye bahçemizdeki bitkileri itinayla sarıp sarmalıyoruz... Aslında tabiat bizden nefret etmiyor, yanlış söyledim, yaşama, direnmeye, onarmaya hazırlıyor, dünya bir sınav dedikleri gibi tabiat da bir okul, belki de en önemli okul!

Tabiat okulunda yeteri kadar ders var, her mevsimin dersi ayrı, yerin, göğün, suyun dersi apayrı, kader diye bir ders yok! Yo yo var, dersine çalışmayan, kaytaran, kopya ile geçen, kitapta, bilimde, sanatta gözü de gönlü de olmayanların “kötü kader” dedikleri bir ders var! Fakat ondan da hep yoksullar, orta yurttaşlar, emekçiler dersini alıyor, kader hep onların başına patlıyor, kötülük yağdırıyor! Tabiatın yerini fıtrat alınca da, bilimin yerini kader alıyor ne yazık ki! Kötü kader!

ANA DÜŞÜNCE Tabiat söz konusuysa kader teferruattır!
YARDIMCI KİTAP Yeryüzünün Zamanı, Marcia Bjernerud, çev: Raşit Gürdilek, Metis Y.