Yardımcı Ders Kitabı 101: Yürümek, varlığın ayaklanmasıdır!
Konya Şehir Hastanesi’nde Doktor Ekrem Karakaya’nın öldürülmesinin ardından meslektaşları iş bıraktı. (Fotoğraf: SHA)

Yürüyüş Dersi
DERSİMİZ
Yürümek
KONUMUZ Şiir ve onun gibi şeyler...

Yürümek, şiirdendir. Dünyaya şiirle geldik, şiirle yürüyelim, şiirle de gidelim diyedir. Oturan şiir var mıdır, daha doğrusu şiir oturur mu, üç gün oturur, dördüncü gün yerinde duramaz, hem de durmamalı! Yoksa zaman durur, yaşam durur, kalp durur dedikleri şey olur, şiir de durur!

Yürümek dedin, bizi de oturduğumuz yerden kaldırdın, şimdi de şiir diyorsun, bizi yeniden oturtmak mı istiyorsun diye sual edeniniz olursa ki olur, hele bi yürüyelim derim. Yürüyelim ki şiiri görelim, görüş biliş olalım, birbirimizi tanıyalım, duyalım, dokunalım. Dokunaklım benim diyelim, okunaklım der gibi.
Yürümek de şiir gibi hem her şeydir hem de hiçbir şey. Her şeyle hiçbir şeyi buluşturan da aynı şey olmaları değil midir? Her şeyin boşluğu ile hiçbir şeyin yokluğu. Bazen bir olanak, bazen bir hiçlik duygusu. Uzun ince bir şiir üzerinde iki kapılı bir handa ve zamanın tahtında ağır, rahvan, tırıs, dörtnala...


Şiir, varlığın ağırlığından kurtulmak değil midir bir bakıma, fazlalıkları atmak, alabildiğine yalınlaşmak, yeğin olmak, sadeleşmek, fazla sözden arınmak! İnsan da fazla yükten kurtulmak isteyendir, dünyaya gelişinde olduğu gibi yolculuğu da, azala azala zenginleşmek için yapar ve kendisine ait ne kadar az, başkalarına dair ne kadar çok şeyi olursa, dünyayı o kadar yürümüş olur. Kendimizi azaltarak başkalarını ve başkalarında çoğalmak, çoğaltmak isteği belki de insanın hep yazmak isteyip de ulaşamadığı şiirdir, olabilir.

Şiir sırlıdır ama bu anlamda mistik bir ağırlık yükleyemeyiz ona, şiir olanaksızdır diyemeyiz, insanı yola çıkaran, yürüten, onun azalarak zenginleşmesini sağlayan ve yükünü azaltan bir olanaktır şiir. Belki de insana omuz verir, ona yolculuğunda bir dayanak olur, gözü kulağı da olur, eli ayağı da olur, ayağa kaldırıp yürütür.

‘Hareket etmeyenler zincirlerini fark edemez!’ denilebilir, denilmelidir de, varlığın eylem olduğuna inanıyorum çünkü bir tür ‘tabula rasa’ gibi olan varlık dolmaya, oluşmaya, anlam kazanmaya eylemle başlar, eyleyerek. Evrim gibi bir süreç. Nâzım Hikmet’in ağır bir uykudan uyanma biçiminde tanımladığı gibi de düşünülebilir, evet “ve gökyüzü/ve sahra/ve mavi okyanus/ve kederli nehir yollarının/ sürülmüş toprağın ve nehirlerin bahtı/bir şafak vakti değişmiş olur/bir şafak vakti karanlığın kenarından /onlar ağır ellerini toprağa basıp/doğruldukları zaman” diyordu Kuvayı Milliye Destanı’nda. İnsanın uyanması, aydınlanması, dünyaya doğrulmasıysa, şiir de açıklığa, sonsuzluğa doğru bir harekettir, yürüyüştür.

Peki, yürüyüşü bunca süslemeye gerek var mı? Yok, şiirmiş de, yok varlığa anlam katmakmış da, yok olanakmış da yok daha bilmem neler... Evet şiirde eskiden yeniye çokça söylenir, yazılır, “özü öze bağlayalım/sular gibi çağlayalım/bir yürüyüş eyleyelim” diyen Pir Sultan Abdal da, suya komşu kılar yürüyüşü, suyun kıyısı diyerek. Yürüyüşü başlatan şiir değildir, şiiri başlatan yürüyüştür. Varlığın kendini şiire bırakma hali. Saltruh değil tümbeden olarak da şiirdir yürüyüş.

Şiir yürür, felsefe yürür, rüzgâr yürür, zaman yürür, akıl yürür, aşk yürür, kediler köpekler yürür, güneş yürür, ay yürür, yıldızlar, sular yürür, sözcükler yürür, harfler yürür, kitap yürür, dil yürür, matematik yürür, fizik yürür, coğrafya yürür, ağaçlar yürür, ses yürür, ruh yürür, beden yürür ve varlık yürür.

Dersimiz yürümek diye başlayınca, ardından yeryüzünde ne varsa sıralanıyor, her şey o ‘yekpare geniş anın muazzam akışı’na bırakıyor kendini, yürümeye. Yürümek eylemektir vesselam, kendini kendindeki terk edilmişliğe, uyuşukluğa, korkuya, sende bin yaşayan yılana, yalana karşı çıkmaya yüreklendirmektir. Hatta ‘yürü be kim tutar seni!’ diye kendini kendine karşı da kışkırtmaktır ki, gereklidir, şarttır! Hem ne gam, yürüdükten sonra ister şiir olmuş ister olmamış, varlığın ayaklanmış!

ANA DÜŞÜNCE Yürürsen şiir olur!
YARDIMCI KİTAP Yol Aşkı-Yürümenin Tarihi, Rebecca Solnit, çev: Elvan Kıvılcım, Encore Y., 2016 (yeni baskısı ‘ivedilikle’ bekleniyor!)

Sağlık Dersi
DERSİMİZ
Sağlık
KONUMUZ Can güvenliği

Müfredattaki sağlık derslerinin içeriğinde neler var bilmiyorum, ama herhalde hekimlerin Hipokrat Yemini vardır, olmazsa olur mu, olmaz! Hipokrat Antik Çağ’da yaşamış ve batı tıbbının kurucusu kabul edilen bir hekim, ‘her koşulda her insanın sağlığı için çalışacağı’na onuru üzerine yemin ediyor ki hekimliği de kutsal kılan bu değil mi zaten? Kutsal olduğu kadar da onurlu bir iş.

Sağlık dersi de acaba ‘her şeyin başı sağlık’ sözüyle mi açılıyor her seferinde, sağlıkla ilgili kadim sözler, kültürel ifadeler kullanılıyor mu? Her işin, her şeyin başının sağlık olduğunu yazmaya bile gerek yok. Edip Cansever’in “İnsan yaşıyorken özgürdür” dizesi yeterli.

Sonra başka güzel cümlelerimiz, deyimlerimiz de var, ‘sağlık olsun’ diyoruz. Bir tür ‘geçmiş olsun, üzülme, canını sıkma’, daha da iyisi ‘bu da geçer!’ anlamında. Sonra da ekliyoruz ‘önemli olan cana gelmesin, mal ne olacak, yine olur, kazanılır’. Tamam, ‘mal, canın yongasıdır’ diye de bir şey var ama can olmadıktan sonra mal neyin yongası? ‘Elle gelen düğün bayram’ deyimi bile, giden mal olsun, can olmasın anlamına gelmiyor mu biraz?

Sağlığını düşünen, koruyanlar yanında o kadar dikkat etmeyenler de var, çoğun yoksulluktan, sağlık hizmetlerine yeterince ulaşamamaktan, bazıları ‘bana bir şey olmaz’ kafasından, bazıları da ki pek fazla olduğunu sanmıyorum böyle düşünenlerin, ‘üç günlük dünya, keyfimden kısmam!’ deyip sağlığından, canından kısanlardan. Tam da burada söylenecek, çok kısa, çok basit ama çok doğru bir şey daha var: Can tatlı!

Can tatlı, öyleyse ona iyi bakmalı, sağlığını korumalı, güvenliğini sağlamalı, değil mi? Kapitalist sistemde, eğitim eşitsizliği, fırsat eşitsizliği varken sağlıkta eşitlik mümkün mü? Değil!

Sağlık işte, canlıların en önemli hakkı, yaşama, nefes alma, çalışma, eğlenme, dinlenme için her şeyden önce gelen ve su gibi, hava gibi vazgeçilmez olmasının yanı sıra, insanların kolayca, çabucak ve her istediğinde ulaşabilmesinin gerekli olduğu hak. Öyle bir hak ki insanın özgürce yaşamasını sağlayacak!

Fakat insan sağlığı kadar toplum sağlığı da önemli ve ciddi bir şey. Hangisi hangisini belirliyor derseniz, ikisi de birbirinin güvencesi hiç kuşkusuz. Toplumsal sağlık, yani bir ülkenin ruh sağlığı iyi değilse, kafası bozuksa, psikolojik, sosyolojik pek çok rahatsızlığı var ve bunları çözmek için bir çaba, bundan da önce bir istek yoksa, daha da doğrusu toplumun çoğunluğundan önce kimi toplulukların, özel çıkar gruplarının varoluşu ve varkalışı önemsenip, toplumun aleyhine onlara öncelik veriliyorsa zaten durum kaotik ve bundan çıkış da nerdeyse yok ya da mucize kabilinden demektir.

Öğrencisin, ama öğretmenin sana yetersiz geliyor ya da kırık not veriyor diye, onun yolunu kesiyor, tehdit ediyor, korkutuyorsun. Hekimden daha iyi bildiğin için de onun tanısını ya da sağaltım yollarını beğenmiyorsun, seni hemen iyileştiremiyor ya da bir yakının ameliyattan çıkamıyor, enfeksiyon nedeniyle yaşamını yitiriyor, ama sen hekimin de tanrı olmayıp bir insan olduğunu unutuyor ve ona saldırarak, yaralayıp öldürerek öcünü alıyorsun!

Sağlık herkese lazım, en başta da devlete lazım ki hakça, eşitlik içinde tüm yurttaşların akıl, ruh, beden sağlıkları için daha çok uğraş versin, çabalasın ve sağlıklı yaşama bilincini yaygınlaştırsın. Ama en başta yöneticiler, muktedirler hekimleri, sağlık çalışanlarını ötekileştirip düşmanlaştırırsa, onları kovarsa, ayrıca kimin memleketinden kimi kovuyorsun, hop, hurafelerle, cinci hocalarla, muskalarla şifa aranacak günler yakındır, belki de çoktan gelmiş demektir!

ANA DÜŞÜNCE Bir ülke her şeyden önce sağlıklı düşünemiyorsa, hasta demektir!
YARDIMCI KİTAP Metafor Olarak Hastalık, Susan Sontag, çev: Osman Akınhay, Can Y. 2015