Sanki oğullar oğulluktan sessizce değil de, babalar dünyadan acıyla çekiliyormuş gibi gelişiyor her şey. Çocuğun yerini baba alıyor.

Yardımcı Ders Kitapları 101: Babaların sessizliği kuzuları vuruyor!

Babalar Dersi
DERSİMİZ
Baba Dersi
KONUMUZ Babalar ve çocukları

“Oğullar oğulluktan sessizce çekilmesini bilmelidir” dizesi Ece Ayhan’ın “Mor Külhani”sindendir ‘abiler!’ Oğullar oğulluktan çekiliyor, bazen sessizce bazen gürültüyle, ama babalar babalıktan daha önce çekiliyor! Nerdeyse baba olur olmaz üstelik ve bir bebek değil de kendisiymiş gibi yenidoğan. Sanki baba olmadan önce daha olgun, daha yetişkinken, baba olduktan sonra, görevini yapmış ve dünyayla henüz tanışmış bir bebeğin saflığıyla davranmaya başlıyor babalar. Saflık saflık olarak kalmıyor her zaman kuşkusuz, o denli saf olmayan yerlere de varabiliyor. Fakat çocuk, baba için hep bir bağışlanma vesilesi gibi, daha doğrusu babalık böyle bir müessese sanki! Bunca eski bir sözcüğü kullanmaya meraklı olduğumdan değil, babalığın da ‘müesses nizam’ın önemli bileşenlerinden biri olması hasebiyle ‘müessese’ dedim!


Bir baba olarak bulunuyorum bu derste. Kent yaşamında ana-baba okulu gibi yenilikler var, olasılıkla büyük aileden kimsenin olmadığı evlerde gereksinim duyulan eğitimlerden bu. Yararı da vardır, gitmediğim için bilmiyorum. Fakat bildiğim, baba olduktan sonra, ‘biz’ babalar hızla işe güce, üretime dönüyoruz ya, sanki saniye sektirsek sistem çökecek, çarklar duracak, dünya yıkılacak gibi!

Sanki oğullar oğulluktan sessizce değil de, babalar dünyadan acıyla çekiliyormuş gibi gelişiyor her şey. Çocuğun yerini baba alıyor. Acaba Oedipus ve Elektra’nın dışında başka kompleksler de mi var bilmediğimiz ya da benim bilmediğim? Ergenlik çalışanların yanıtlayabileceği bir sorudur belki bu, zira İkinci Bahar deyiminden mülhem, çocuk olduktan sonra babanın ikinci ergenliği başlıyor...Ve bana kalırsa kalıcı bir hal alışıyor, sonrası sürekli ergenlik!
Öyle ya babanın asil, asli ve yaşamsal görevi çocuğu yapmak, sonra da anneye, bakıcıya, kreşe, büyükanneye, vb. huzur ve gurur içinde teslim etmek! Hal böyle olunca da baba ve çocuk iki uzak ülke olarak gelişimlerini sürdürüyorlar! Konu çok yakıcı, acıtıcı, incitici olduğu için çevresinden dolanıyorum çaresiz biçimde.

Bir de şimdilerde ‘kurban’ müessesesi kuşatmasıyla karşı karşıyayız. İbrahim’in oğlu İsmail’i kurban edeceği sırada gökten indirilen koç mucizesine bile kuşkuyla bakıyor olmalı ki bazı babalar, oğullarını kuşa kurda yem etmekten zerre çekinmiyorlar! “Valla yedirdin kurda beni” uzunhavasını belki gözyaşları eşliğinde söyleyip dinliyorlardır ama o kadar. Bir baba ne aşkına çocuğunu kurban verebilir, ölümüne göz yumabilir, dahası, Tanrıyla insan arasındaki gönül yakınlığı yetmiyormuş gibi, örümcek ağı olup ülkeyi, zihinleri sarmış karanlık tarikatları, cehennemi bu dünyada yaşatan cemaatları savunabilir? Baba demeyi geçtim, böylelerinin bir Tanrıya ya da peygamberlere hürmet eden, imanlı bir inanç sahibi olduğu söylenebilir mi? Birkaç ay önce de gencecik bir çocuk tarikat yurdunun cinnet geçiren aşçısı tarafından öldürüldü, din dersi öğretmeni olan babanın çocuğun tabutu başındaki konuşmasından ben utandım!

Psikiyatrist ve Yazar Cemal Dindar’ın dediklerini okuyunca sorunun kişileri de aştığı anlaşılıyor: “Tarihin çok yakın zamanlarına kadar gözde çocuk ile sürünün gözde hayvanını ilahlara kurban etmek hemen hemen aynı değerdeydi. Tek tanrılı dinlerde bunu görüyoruz. Kuran’da, İncil’de de var. İnsan için kutsal zamanın cennetten kovulduktan sonra yeryüzünde döngüsünü tamamladığı an o: Oğul kurbanı... Tevekkülün, koşulsuz boyun eğme ve teslimiyetin örnek sahnesi olarak kurban edilen İbrahim, imanın özü. O sahne kurulduğunda babalar oğlun başına gelenleri sorgulamaktan çok kutsal zamana dahil olmayı seçiyor. Bizim kültürümüzde bu örnek kurbanlar yaşamın içinde hemen her ailede var. Öte yandan o babaların dünyayı algılayış biçimleri, çocukları ile ilgili fikirleri kültürel olarak geldiğimiz noktanın özeti.”(BirGün, 19 Ocak 2022)

En başta adalet, sonra da şefkat, merhamet, iyilik duygularının niye kalmadığını bu iki baba örneğinden daha iyi ne anlatabilir? Kalbiniz, canınız, onlara kurban olun evlatlarınız, üstelik canlarına kıyarak yada öldürülerek gitmiş bu dünyadan, siz hâlâ aklama, savunma peşindesiniz! Sanki vatan uğruna canlarını verdi gencecik çocuklar!

Adalet yok, vicdan da yok, olmayan şey de sızlamaz zaten! Bir şey var fakat tarikat ve cemaat evlerinde, yurtlarında öldürülen, canına kıyan çocukların babalarının sessizliği o kuzuları bir kez daha öldürüyor!

ANA DÜŞÜNCE Anneliği eksik babalar, kör inançla tamamlandıklarını sanır!
YARDIMCI KİTAP Talat Parman ergenlik kitapları (YKY)

Seçmeli Ders-1
DERSİMİZ
Seçmeli Ders-1
KONUMUZ Seçme Özgürlüğü

Üniversitede, 2. sınıftan başlayarak, hayli seçmeli ders almıştım. İlki Suraiya Faroqhi hocanın verdiği “Akdeniz” dersiydi, Fernand Braudel’i ve efsane kitabı Akdeniz’i de bu derste tanımış, sonra da ilgimi, okumalarımı sürdürmüştüm. Seçmeli derslerimden biri de geçen yıl 90. yaşını kutladığımız sevgili hocam Belma Ötüş-Baskett’ın verdiği “Amerikan Şiiri”ydi. 1978 ya da 1979, hem öndegelen Amerikalı şairleri incelemiş, pek çok şiirlerini okumuş, çevirmiş hem de o sıralarda galiba Princeton Üniversitesi’nde hocalık yapan Diane Wakoski adlı şairle tanışmış, yazışmış, bana yolladığı şiir kitaplarından bir kitaplık seçme şiirlerini çevirmiştim. İronik bir yaklaşımı vardı, eleştirel, bir şiir kitabının da adı olan Pembe Gelinlik olacaktı seçme şiirlerin de adı.

Kader adını kız çocuklarına koyduklarına bakmayın yalnızca, bir de Kısmet var, onu ad olarak duymadım ama şimdilerde ‘nickname’ dedikleri, eskinin ‘mahlas’ı ya da ‘büyük insanlık’ın göbekadı sayılsa yeridir! Kısmetin akla daha çok kısmetsizi de getirdiğini unutmadan tabii! Dersimiz de bu değil konumuz da, ezcümle, o çeviriler yitti gitti, el konuldu, geri gelmedi, bana da zaman zaman “kendi gitti adı kaldı yadigâr” diye bir Ahmet Kaya şarkısı gibi mırıldanmak kaldı kala kala!

Yaşam, andıkça süreğen, akıcı ve anlamlı değil mi? Tadı damağımızda kalan lezzetler yalnızca yiyeceklere özgü değildir ki, kentler, zamanlar, insanlar, konuşmalar, asıl bunların lezzeti yitince çok şey de yiter, o nedenle yaşlıların eski günleri, arkadaşları, okulları, hocaları anmasına aslında genç bir duygu olarak bakmak lazım!

(Bu arada doğrusunu isterseniz, haftanın ikinci dersi olarak başka bir şey yazmıştım, bir anlamda üstteki dersi destekleyen, benzer konuda bir dersti yazdığım. Lakin ikisini bir arada gazeteye yollamadan önce şöyle bir okuyunca... Dedim ki nasılsa memlekette o yazının da sırası yakındır, onu o zamana sakla! Sakladım! Sezen Aksu’yu olmadık şeyden linç edenler neler yapmazlar! Adem’le Havva söylencesi güzeldir, iyidir, hoştur, Adem Baba’dan Havva Ana’ya sevgiyle yazılır, çizilir, gülünür, konuşulur, söyleşilir, bir tek onlardan yola çıkılarak kaş çatılmaz, parmak sallanmaz, tehdit edilmez, linç edilmez kimse! Ve Adem’le Havva, şarkı söyleyeni değil onun sesini kısmak, kesmek isteyeni ayıplar!)

Seçmeli dersin ilkinde, adı üzerinde özgürce seçim yapmaktan söz edecektik. Benzer konu ve içerikteki dersleri getirip, seç bunlardan birini demek yalnızca baskıcı rejimlerde olur! Bizde de insanları yalnızca inançlarına indirgeyen bir zihniyet artık pervasızca seçimini yap buyuruyor! Seç, hangisini seçersen diğerinin aynı çünkü! İnsanları inançları üzerinden korkutmak, sıkıştırmak, üstelik bunu Türkiye gibi farklı kültürlerin yaşadığı bir coğrafyada yapmak Allah’ın da ağrına gider kulun da!

Ve çocuklar, şimdi notla, sınıfta kalmakla korkuttuğunuz çocuklar da seçer gibi görünüp aslında seçmezler, karşıtını düşünmeye başlarlar! “Çocuklara kıymayın efendiler!”

ANA DÜŞÜNCE Seçmek, özgürleştirir!
YARDIMCI KİTAP Özgürlük Okulu, A.S.Neill, Türkçesi: Nilgün Şarman, Payel, 2000