Bazı klişeler gereklidir, bazı klişeleri severiz, eskimeyen klişelerdir ki onlar, ‘şan verirler ortalığa bütün bir sonbahar!’

Yardımcı Ders Kitapları 101: Bu Sol olsun!

SON DERS

DERSİMİZ Son Ders

KONUMUZ Sondan başlamak, mutlu son!

İlk Gibi Son, Turgay Kantürk’ün şiir kitaplarından birinin adı. Şiirleri gibi kitap adları da güzeldir ya, bu aynı zamanda düşündürücü de. Hem düşündürücü hem sevindirici, hem de doğrusu aydınlatıcı...Ötesi de var. Sonun içinde bitişten çok başlangıçlar var. Mutlu Son! Perdede bu yazı çıktığı zaman, biraz dalga geçmek eh biraz da sevinçten tutamadığımız gözyaşlarımızı gizlemek için üç-dört arkadaşla, kardeşlerimle ayağa kalkar alkışlamaya başlardık, yetişkin seyirciler de bize uyup coşkuya katılırdı. Bunlar Eskişehirde Büyük Sinemada olurdu çoğun, Tozman Çarşısı’nın yanında, şimdi düğün salonu olmuş. Bunu okuyan biri de ‘filmin sonu gibi ne güzel, mutlu son olmuş işte!’ diye düşünebilir. Öyle ya film düğün salonunda bitiyor!

Hababam Sınıfı’nın son dersini kim unutabilir, her şey bitti, okul satıldı, kapanacak sanılırken, şimdi artık kelaynaklar sınıfına giren, son dinozorlardan sayılan Mahmut Hoca’nın çabasıyla iklim değişir, “Akdeniz olur” gülümseriz! Belki de son gülen iyi güler deriz.

Bazı klişeler gereklidir, bazı klişeleri severiz, eskimeyen klişelerdir ki onlar, ‘şan verirler ortalığa bütün bir sonbahar!’ Sonun her şeyin bittiği anlamına gelmediği de bunlardan biridir ki zannımca insanı yaşama bağlayan, Gülten Akın’ın Metin Göktepe’ye yazdığı ve annesine seslendiği “Anneler İlahisi” şiirinde “saklı tuttun o insanı insana bağlayan güvenci” dediği şeydir bu.

Diyalektik de böyle buyurmaz mı öte yandan, biri için son olanın biri için başlangıç olduğu bilgisi, son bulan şeyin aynı zamanda yeninin başlangıcı, başlatıcısı olduğu... Kimileri buna ‘eski diyalektik’ deyip modası geçmiş bulabilir ama eski güneş, eski kamer, eski deniz neyse bazı eskiler de odur! Onlaraysa eskiden çok kadim denir diye biliyorum. Aslolan onların altında ya da üstünde yeni bir şeylerin olması, başlaması, yaşanmasıdır. Güneşin altında sözgelimi. Yeni bir söz, yeni bir gece, yeni bir yaz, yeni bir hayat.

Son iyidir, bekleyenler için, sabredenler için, son derse gelenler, sonuna dek kalanlar için. Onsuz olmaz der gibi, sonsuz olmaz diyenler için. Son bazen de müjde gibidir, sonunda kutlamalar bekler bizi, eski yılın kuyruğuna teneke bağlayıp davul çalar gibi, sonsuza dek var olacağını, hükmedeceğini, ensemizde boza pişireceğini, ayranımızı ekşiteceğini sananların da bir sonu vardır çünkü!

Cemal Süreya’nın “Yarımada” şiirindeki şu dizelerini ne çok aldım, yazdım, yine andım, şiir bıktı, ben bıkmadım! “Son kötü günleri yaşıyoruz belki/ilk güzel günleri de yaşarız belki” der. Son kötü günlerin, ilk güzel günlerin başlangıcı olduğunu işaret eder. Şair ya, her sonda yeni bir başlangıç bulanların başında gelir!

Adettendir, her yılın sonunda, Ahmet Haşim’in “Bir Günün Sonunda Arzu” şiirindeki “Akşam, yine akşam, yine akşam” dizesinin de hatırlattığı üzere, ruhdökümü yapılır, ‘ne gitti ne kaldı’ düşüncesine dalınır, “bir yıl daha geçti” karamsarlığıyla öylece kalınır, ama sonra belki de ‘seni bana sayıyla mı verdiler yahu?’ neşesiyle giden yıl uğurlanır. Hatta rivayet odur ki bu uğurlamada Yahya Kemal’in “Ömrün şu biten neş’vesi tam olsun erenler/son meclisi cam üstünde cam olsun erenler” şiiri de şarkı olarak mırıldanılır!

Madem son dersimiz biraz da şiir dolu bir ders oldu, öyleyse konuya da her bakımdan uygun, Karacaoğlan efendimizin şu ikiliğini yinelemeden olmaz: “Ölümden korkup da sonunu sayan/ölür gider yar koynuna giremez.” Öz Türkçesini elbette halk ozanı söyler, hele bir de aşk ozanı Karacaoğlan’sa o!

Diyeceğim, her şey sonunda bitmez, bazen başta biter, çoğunlukla ortasında, sonunda bitiyorsa o da nadirattan sayılır. Ama sonunda başlayan çok şey vardır ve çoğunlukla başlamak için sonunu bekleriz, sonun lezzeti, onu beklemenin sabrı ve başlamanın sevinci...İşte buna değer!

ANA DÜŞÜNCE “Sonuna dek varmadan anlayamayız insanı.(Kim demişti, unuttum!)

YARDIMCI KİTAP Son Fasıl, Nedim Gürsel, Doğan Kitap, 2021

İLK DERS

DERSİMİZ İlk Ders

KONUMUZ Bu daha başlangıç, başlamanın güzelliği...

“Çarşambanın gelişi Perşembeden”, ilk dersin gelişi de son dersten belli olur! Son dersle ilk dersin yakınlığı da cabası! Sonuna yaklaştığımız şeyler ilkin coşkusunu duyurur, merak artar, sürprizin ne olduğu düşüncesinden içimiz içimize sığmaz... İşte daha bunun gibi pek çok güzel şey!

İlk ders nedense Orhan Velinin Sol Elim şiirini hatırlatır bana, sol el de hiç bu kadar övülmemiştir aslına bakılırsa! “Sarhoş oldum da/Seni hatırladım yine;/Sol elim,

/Acemi elim,/Zavallı elim!” O şaşkınlık, o acemilik, o telaş... Olsun, ilkin şaşkınlığı, kusuru sonradan hep aranır, hayır, insan bir daha bunca şaşkın olamaz, bunca kusurlu davranamaz demiyorum, aksine, daha da beteri olur olmasına da, ilki kadar sevimli olmaz!

Ahmet Oktay’ındı sanıyorum cümle, “İlk kitap zorunlu bir hatadır” demişti, şiir için söylemişti ama başka kitaplara, başka hayatlara da yakıştırılabilir doğrulukta bir söz! İlk ders bu olmalı öyleyse. Kusur, hata, yanlış, adına ne derseniz, zorunlu ya da zorunsuz yapılan, işlenen şey yani. Bu bir olanak çünkü, varlığın payı. İnsanın kendini insan hissetmesinin ilk ödülü, başlangıç ödülü.

İnsan hata yapa yapa yapmamayı öğrenir! Öyle değil bence! Hatalar değişir sadece ve insan hatalarıyla insandır, hata yaptıkça! Arabesk olduğu için değil, söyleyen zat artık hata yapmadığı için anmıyorum adını ama ne demişti: “Hatasız kul olmaz/Hatamla sev beni.” Kul kısmını boşver, yerine insan de, fakat çok cesur bir söyleyişmiş! Şimdi başta kendisi demez, başka da diyen çıkacağını sanmıyorum ne yazık ki!

İlk ders dedik ama aslında sonuna, son derse dek hatayla, yanlışla, kusurla sürüyor hayat. Başka türlüsü olası değil çünkü! Varlığın payı çünkü hata, kusur, insanın bunlarla nefes alması, havalanması. Oktay Rifat’ın “Garip” ya da İkinci Yeni’den sonraki adıyla Birinci Yeni’yi açıklarken yaptığı benzetme gibi, ‘havalandırma hareketi’, kusur da öyle, şiir nasıl kusurla kanat alıştırıyor, sonra göğe tutunuyor, sonunda da uçuyorsa, insan da öyle, kusur da insanı havalandırır önce.

İlkin doğasına da çok uygun. İlkte dirilik, tazelik, yenilik yok mudur, ferahlıkla dinçlikle anılmaz mı, havalandırmanın da ta kendisi sayılmaz mı, sonra da kanat açıp uçmanın!

Başlıyoruuuzzz...Seslenişini düşünün! Daha başındasınız her şeyin ya da yeni başlıyorsunuz ya da bir daha başlıyorsunuz ve Bu daha başlangıç! diyorsunuz, hele bu söz, hele bu duygu, nerdeyse 10 yıldır halet-i ruhiyeme en uygun, yalnız benim değil, bencillik etmeyeyim halet-i ruhiyemize diyeyim, bundan daha uygun bir şey olamaz, bu kadar denk düşemezdi!

Diyeceksiniz ki, be adam sen de amma iyimser amma da yavaşsın ha, nerdeyse 10 yıldır “bu daha başlangıç!” demiş, bir adım da öteye gidememişsiniz, hâlâ bununla övünüyorsunuz!

Yok, övünmek değil, bizimkisi, yanlış anlaşılmasın, Cioran’ın kitabından mülhem, Ezeli Mağlup gibi ezeli öğrencilik ya da moda söyleyişle bir nev’i yaşamboyu eğitim! Kimileri buna ‘yenilen güreşe doymaz’ dese de, ben yenilenin yenilenme isteği diye bakıyorum, güreş bahane! Beckett’in “dene, yanıl, yine dene, yine yanıl...” diye giden sözünü anımsatalım burada ve diyelim ki “yenil, yine dene, yenil, yine dene...”

Tam da zamanıdır, üstelik yeni bir yılın başlangıcıdır, son ders yerini ilk derse heves, sevinç ve güzellikle vermektedir ve dünyada, memlekette salgından gericiliğe, diktatörlükten faşizme kadar cümle kötülük kol gezerken, kalbimizin doğusundan, Latin Amerika’dan ilk gibi sol dersler gelmektedir! Şili gibi, darbeler, diktatörlükler ve faşizm tarihi Türkiye’yi aratmayan bir ülkeden gelen sol haberlere bakın! Elbette darısı başımıza!

Turgay Kantürk’ün kitabının adı İlk Gibi Son. Biz de İlk Gibi Sol diyelim ki artık bu sol olsun!

ANA DÜŞÜNCE İlk heves hep hevestir!

YARDIMCI KİTAP Yaşasın Devrim Latin Amerika Üzerine Yazılar, Eric J. Hobsbawm, Çeviren: Saliha Nilüfer, İletişim y., 2018