İnsanlık dersi verilmez, insanlık, görünmeden gösterilir. İnsanlık gösterisine dönüşen şeyler de vardır, o da Ramazan’da zenginlerin, gösteriş meraklılarının yaptığı iftarlık dağıtma törenleridir, çıkıp konuşma yapanları da vardır aralarında.

Yardımcı Ders Kitapları 101: Devlet, erkeğin çoğul halidir!

İnsanlık Dersi
DERSİMİZ İnsanlık
KONUMUZ Devlet, birey, gösteriş


Gazetelerde, televizyonlarda hep karşımıza çıkar, birileri ‘insanlık dersi’ verir, bazen birilerine, bazen hepimize, bazen Avrupa’ya, dünyaya... Bitmeyen bir derstir bu, insan var oldukça insanlık dersi de hep olacaktır. Bir bakıma, zararı da yoktur bunun, öyle ya dersin sonunda daha iyi insanlar olur, birbirimize ve dünyaya daha özenli davranır, hatalarımızdan, yanlışlarımızdan arınmaya çalışırız... Hem dersin kötüsü mü olur, dersini vermek gibi bir deyim varsa, dersini almak da vardır değil mi?


Ders çıkarmak da vardır, ama yukardaki deyimler kadar sık akla gelmez, kullanılmaz. Diğerinde çünkü bir tür had bildirmeyle birlikte eril bir söylem de vardır. ‘Ona öyle bir ders vereceğim ki unutamayacak!’, ‘o dersini yeteri kadar almamış anlaşılan!’, ders veren kişi kendinden emin, doğru söylediğine hiç şüphe olmayan bir mahalle abisi sayılır. Sayılması fazla, her bakımdan ta kendisidir!

Kişiler böyledir de devletler daha mı az erildir? Benimki de soru mu, değil tabii, devlet zaten erkin icadıdır, erkse erkeğin ‘biz’ hali. Hani şu moda söyleyişle ‘ben dili’ni kullanmamak için ‘biz’ diye konuşma hali. Kendinden ‘biz’ diye söz edenin dayanılmaz ağırlığı mı desem hafifliği mi, neyse, ikisi de aynı şey demeye gelir. Devlet de erkeğin çoğul halidir! Nerde çokluk, orda erkeklik!

Erkekler de horozlanır, devletler de! Çoğunlukla da dersi onlar verir, hem de ne dersler! Adamlık dersi mi dersin namus dersi mi, ahlak dersi mi dersin sokak dersi mi, düzen dersi, vatan dersi, en çok da tecrübe dersi!

Batı ikiyüzlüdür, yalancıdır, bizim gibi ülkeleri sömürür, acımasızdır, sokakta düşsen herkes başını çevirip geçer, kadınlara, genç kızlara biri sataşsa, saldırsa görmezden gelir, insanlıktan eser kalmamıştır, oysa bizde öyle midir ya? Nasıldır hocam nasıldır?

Şöyledir çekirge, doğruluk da dürüstlük de, insanlığın kralı da bizdedir, zira biz cihana hükmetmiş bir imparatorluğun çocukları olarak biliriz ki ecdad, toprağına kattığı yerlere, zinhar fethetmek için filan değil, iyilik, barış, adalet, şefkat götürmek, insanlık neymiş görsünler diye gitmiş, bunları istemeyen küffarın soysuz takımını da bir miktar ikna etmek zorunda kalmıştır. Yani tüm dünya ecdadımızın merhametli yaklaşımından insanlık görmüşken...

Bize de ne oluyor değil mi? Hak’katen bize ne oluyor? Olan şu: İnsanlık bir kavme, bir inanca, mezhebe, bir devlete, imparatorluğa ait değildir, onunla tanımlı değildir. Bugünkü hoyratlığı, nobranlığı başkalarının suçu olarak görüp göstererek, geçmişle, ecdatla, onların iyiliğiyle, insanlığıyla övünmek de hoşa gitse de aslında boşa gider. İnsanlık dersi verilmez, insanlık, görünmeden gösterilir. İnsanlık gösterisine dönüşen şeyler de vardır, o da Ramazan’da zenginlerin, gösteriş meraklılarının yaptığı iftarlık dağıtma törenleridir, çıkıp konuşma yapanları da vardır aralarında. Oysa bir elin verdiğini diğer el görmemelidir. Evet, el görmemeli ama âlem insanlık görmeli diyerek gösteriyor onlar da tiynetlerini işte! Gösteri toplumunda olduklarını bilmenin bilinciyle halk dansları gösteri topluluğu gibi davranmalarında da kendilerince bir beis de yok zaten!

İnsanlık dersi verdik diye bas bas övünenler de öyle, “kendisi himmete muhtaç bir dede, nerde kaldı gayriye hizmet ede” dedikleri vaziyet, sen önce “dersini almış da ediyor ezber” türküsü eşliğinde de olur, insan haklarını ve özgürlüklerini öğren, hürmet et, kimseyi milliyetinden, inancından, mezhebinden, görüşünden, cinsel kimliğinden, giyim kuşamından ötürü ayırma, küçümseme, kutuplaştırma yeter, insanlık budur. Bunlara saygı gösteren kişinin de başkasına ders vermesine gerek yoktur. Bunu da senden eski Türk filmlerindeki o güzel söyleyişle ‘insaniyet namına’ rica ediyorum!

ANA DÜŞÜNCE İnsanlık kavramını az kullan, daha çok insan ol!
YARDIMCI KİTAP İnsan Olmak, Engin Geçtan, Metis Y.

Ters Ders
DERSİMİZ Ters
KONUMUZ Düz


Bazen de bize ters gelen şeydir ders. Bize ters gelen! Başkasına ters olmayan belki de. Peki, topluma ters geliyorsa... Gelsin! Toplum düz düzgün bir şey mi yani? Öyleyse tersine tersine konuşmak, eylemek de o kadar kötü bir şey değil! Kötü mü dedim, fena diyeyim bari yok yok ne onu ne onu, ikisini de dememeli.

Düşünce de ters gelebilir davranış da, gelmezse fena, asıl o zaman “Danimarka Krallığında çürüyen bir şeyler” olur, kokusu duyulur, çürük kokusu ise nice temizlense kötü bir anı gibi kalır, ülkeye, toprağa, havaya ve ruha siner ki, herkes birbirinden kuşkulanmaya başlar. Öyle bir toplumsa ezber görüşler, tapınışlar eşliğinde uygun adım marş gider. Gider de nasıl ve neyle geri döner, döner mi bilinmez. Döndükten sonrasıysa hiç bilinmez!

Namık Kemal’in sözünü hatırlayalım, “Müsademe-i efkârdan barika-i hakikat doğar”, yani “Hakikatın güneşi düşüncelerin çatışmasından doğar” der. Öyleyse iki adım geri bir adım ileri de gitsek, iki ters bir düz yol da tuttursak ters olana kapıyı açık tutmak şarttır. Osmanlı’nın Balkanlar’daki vilayetlerinden ikisine bakalım: Üsküp ve Selanik. Yahya Kemal’in hatıralarında da anlattığı üzere Üsküp dinin ‘şedit’ yani şiddetli yaşandığı bir yerdir, hatta 1800’lerin sonunda İstanbul’daki yaşayışı pek alafranga, dini hayatı pek zayıf bulacak kadar koyudur. Yahya Kemal Üsküp’te başladığı yaşamına Selanik, İstanbul ve en uzun süreli olarak da Paris’teki öğrencilik yıllarında düşünce, sanat, siyaset, kültür alışverişi ve görgüsüyle biçim verir. Anarşist, sosyalist düşüncelerle tanışır, 1 Mayıs yürüyüşlerine katılır, Jön Türkler’in toplantılarında bulunur, Abdullah Cevdet’le arkadaşlık eder. Sonunda da büyük bir şair ve şiir kurucusu olarak belirir, aynı zamanda bir tür ‘araf’ta, Doğu-Batı düşüncesinin ortasında bir tarih anlayışı edinir. Üsküp sonrası yaşadığı kentlerde farklı, aykırı, ters düşünceler, akımlarla tanışmış olmasaydı, büyük olasılıkla bugün akademide bile kendilerine zor yer bulan Servet-i Fünun, Fecr-i Ati, Beş Hececiler gibi edebiyatçı ve şair gruplarının birinin içinde parlayamadan sönmüş bir yıldız olarak kayıp gidecekti. Selanik’se aynı yıllarda her türlü siyasal, felsefi, edebi düşünceye, yeniliğe açık bir kenttir, ister iki kapılı bir han diyelim ister pencereleri dört yöne açık, pek çok ters, farklı rüzgârın estiği, çarpıştığı bir yer. İttihat Terakki’nin de merkezidir, kimi sosyalist örgüt ve partilerin de. 100 yıl önce kimsenin düşünemediği, düşünse de kendine gülüp geçeceği bir fikri düşünmekle kalmayıp, daha külleri havada, temsilcileri ortalıkta bir imparatorluğun üstüne Cumhuriyet’i kuran devrimci de Selanik’ten çıkmıştır. Voltaire’den Fransız Devrimi’ne okuduğu kitaplara bakıldığında Mustafa Kemal’in ters, aykırı fikirlerle daha gençken tanıştığı, bir anlamda ‘yasak kitapların büyüsü’yle büyüdüğü anlaşılır. Eylemi hazırlayan düşüncedir. Düşünceyi hazırlayan pekiştirense başka, ters, aykırı, farklı düşüncelerdir. Cumhuriyet'imizin kurucusu Mustafa Kemal, birbirine ters rüzgârların arasında kalmaktan korksaydı, adı belki bir-iki cepheden hatırlanan bir Osmanlı paşası olarak geçecekti.

Sivil şiirin öncüsü Ece Ayhan “Ey gemileriyle birlikte yiten denizler/ve bağlı limanlarıdır/ki unutulmasın/Gerçeklikte gemiler terk etmektedir fareleri” der. ‘Tersinden’ yazdığı söylendiğinde ‘kimsenin aklına bilmeceyi aynadan okumak gelmez’ diyecek, ve Türk şiirinin aykırısı, İkinci Yeni’nin papazı nitelemelerine, “sözdizimini, dize yapısını tersine çevirdiği” saptamasına karşılık olarak da “belki düzeltmiş, ayakları üstüne oturtmuşumdur” yanıtını verecektir.

Tersten düzeltmek, düşünmeye, denemeye değer bir düşünce.

ANA DÜŞÜNCE Tersinden bakarsan düze çıkarsın!
YARDIMCI KİTAP Yort Savul, Ece Ayhan, YKY