Yardımcı Ders Kitapları 101: Hayat bir gündür, o da her gündür!

Sakinlik Dersi
DERSİMİZ Sakinlik
KONUMUZ Milliyetçilik, yabancı düşmanlığı...


“Sakin ol şampiyon!” denilecek bir durum mu emin değilim, ama şampiyonlara sakin ol demek her zaman bir yurttaşlık görevi sayılır, sayılmalı. Benim sözüm değil ama, çalışma hayatımda, özellikle de 25 yıl reklam yazarlığı ve yaratıcı yönetmenlik yaptığım dönemde, epey kullanmak zorunda kaldığım “Şef çok, Kızılderili yok!” yakınmasından mülhem bir durumla karşı karşıyayız. Ortalık şampiyondan geçilmiyor, herkes birinci, ikinci bile yok nerdeyse, öyle bir durum. O nedenle şampiyon olsun olmasın bazılarına ‘sakin ol!’ ‘bi sakin!’ demek icap ediyor!


Eski sevgiliyi unutamayıp “ya benimsin ya toprağın!” arabeskiyle, kendini 800 bin gibi küçük de olsa bir oy farkıyla kaybettiği İstanbul’un sahibi sananlardan, mal sahibi, mülk sahibi, mekan sahibi gibi her türlü sahiplik hastalığına yakalanmışlara kadar pek sayın sakinlerimize sıfat ve konum hatırlatıp ‘sakinlik’ çağrısında bulunmak şart!

Kaç asırdır, kaç kuşaktır buralı olmakla övünen aileler vardır kimi kentlerde, duşakabinoğulları sülalesinden, eşraftan, geniş ve soylu ailelerden gelirler. Varlıklarıyla ‘mekanın sahibi geldi!’ hissini ziyadesiyle verirler. Kentler doğal konumları, tarihi, kültürel değerleri, coğrafi güzellikleri yanında sakinleriyle de anılırlar. Buradaki sakinlik; yumuşaklık, sessizlik, dinginlik, huzur anlamına gelmiyor elbette, keşke gelseydi, o kentte oturan yerleşikler anlamına geliyor. Ve gittikçe de sakinlik yerini kızgın, kavgacı, burnundan soluyan, bencil, duyarsız kimselerden oluşan öfkeli, ‘osuruğu cinli’ bir kalabalığa ve kabalığa bırakıyor.
Dünya salgınla birlikte nasıl ‘hibrit’ yani karışık bir yapıya geçtiyse, kentlerde de ‘melez’ bir sakinliğe alışmamız gerekiyor. Unutmamalı ki pandemi biter, göç bitmez! Kamyonarkası “ömür biter yol bitmez!” yazısı ne kadar doğruymuş!

Bakmayın ‘mülk Allah’ındır!’ diye araçlarının camına, apartmanlarının üstüne, dükkanlarının girişine yazanlara, Allah’la mülk arasındaki ilişkiyi hana, hamama, apartmana, arabaya indirgeyip dindarlık taslayanlara, sözümona iyi ahlak sahibi geçinenlere, orada yazan mülkle senin mekanın bir mi, değil! Değil ama üçübirarada ahlakı işte!

O memleket şunlarındır, bu kent onlarındır, şu mahalle canlarındır, diğeri aşiretinin, yanındaki bilmem ne tarikatınındır! Aklıma Bülend Ecevit’in sloganı geldi “Su işleyenin, toprak kullanandır” diyordu, öyleyse kentler de yaşayanlarındır. En sevdiğim kent olan, yurdum, ocağım Eskişehir için söyleyeyim hemen: Eskişehir Eskişehirliler’in değildir, ne münasebet, oraya gelenlerin, göçmenlerin, orayı sevenlerin, gönül verenlerin, eski yeni orada yaşayanlarındır! Yoksa dillerden düşmeyen, bazı hallerde pek işe yarar, pek de kullanışlı olan Mevlana Rumi’nin “Dergahımız umutsuzluk kapısı değil, gel kim olursan gel!” çağrısını ne yapacağız? İnkar mı edeceğiz? “İnsani olan hiçbir şey bana yabancı değildir” cümlesini yaşamına, görüşüne kılavuz eden Sakallı’yı dinle, hakkaten de yabancı ne? Kimseye dininden, dilinden, mezhebinden, meşrebinden, renginden, milletinden ötürü düşmanlık gütme, sen ne kadar ‘Tanrı misafiri’ysen dünyada o da senin gibi bir misafirdir.

Sakin olun, bu kadar yerleşmeyin dünyaya, şehre, eve, başkaları belki sizin kentinizden gelip geçicidir ama siz de dünyadan gelip geçicisiniz, özlü sözdür unutmayın, “mağrur olma padişahım!” Bu kadar yerli olma sevgili halkım, ne diyor güzel deyişinde Aşık Daimi, “Gafil gezme şaşkın bir gün ölürsün/dünya kadar malım olsa ne fayda!” devamını da sen hatırla “şu dünyada üç beş arşın bezin var/tüm bedesten senin olsa ne fayda!”

Diyeceğim sakin ol şampiyon, ama fazla da çökme ha malın, mülkün, evin, şehrin üstüne! Yoksa sana da bir ağırlık çöker, içini fenalıklar basar, hem de ne gerek var?

ANA DÜŞÜNCE: Sakinleri severiz sakinliklerinden ötürü!
YARDIMCI KİTAP: Sait Faik Abasıyanık kitapları, İş Bankası Kültür Y.

Günün Dersi
DERSİMİZ Gün
KONUMUZ Gündelik yaşam, iş güç...


Senelerce senelerce evveldi...Bir deniz ülkesinde...Yok yok Poe’nun “Annabel Lee” şiirinden söz etmeyeceğim. Siz onu nasılsa Melih Cevdet Anday’ın benzersiz çevirisinden okumuş, yahu Türkçe yazılmış gibi demişsinizdir ya da okuyup benim bu dediğimi hatırlarsınız.

Aslında yine böyle başlayacaktım yazıya, senelerce önceydi, bir deniz ülkesi olan Hollanda’ya ilk gidişimdi. Amsterdam’da bir Lübnan lokantasına gitmiştik, Lübnan’ı ayrı severim Saraybosna’yı sevdiğim gibi. Talihsiz, mahzun ülkeler ki hiç hak etmediler, ama emperyalizm bu, tam da mahzunları mağdur etmek için var!

Dedim ki ben yemek seçmeyeceğim, sormayacağım da, günün yemeği neyse ondan yiyeceğim. Hani şef tabağı iste, esnaf lokantasına git, yolboyunda bilhassa kamyonların, TIR’ların durduğı yerlerde ye dedikleri! Esnaf lokantasına giderim, çok az pişman olmuşluğum vardır. Eskişehir’deki Trakya lokantası, Cihangir’deki Özkonak ve Asmalımescit’teki Şahin Lokantası, Karaköy’deki Nato ve Kaptan, tabii Kadıköy’deki Çiya...Neyse yemek dersinde değiliz, arasıra aşçılığa sıvansak da ne yazık ki çoğunluk gibi sadece yiyiciyiz!

Dagschotel dedim, günün yemeği. Ne geldi beğenirsiniz? Bulgur pilavı yanında közlenmiş domates, biber...Şimdi bozuldum desem bulgura ayıp olacak, bayılırım zira, bozulmadım desem yüzüm ortada! O gün bugün bir daha hiçbir yerde ‘dagschotel’ istemedim, ama tahmin edersiniz ki yakınlarımın dalgası hala sürüyor... Gerçi Lübnan lokantasına gitmişsin ya kebap yiyeceksin ya bakliyat, o da ayrı!

Günün yemeğinden günün dersine. Bulgur iyi de günün dersi biraz cansıkıcı. Eh diyeceksiniz ki hayat sıkıcı, dünya dünden sıkıcı, insan da sıkıcı, gün nasıl olmasın? 1960 sonları sanırım bir şiir ya da edebiyat dergisinin ‘Şiir çıkmazda mı?’ sorusuna Turgut Uyar’ın yanıtı gibi, ‘çıkmazda, çünkü insan çıkmazda!’
Biraz da günün dersini hem yazmak hem de pek yazmamak istediğimden lafı dolaştırıyorum, farkındasınız. Diyeceksiniz ki hem yazmak hem yazmamak isteği aynı anda nasıl oluyor? Sorumluluk gereği konuya girmek, daha bunu yaparken de bir an önce kurtulmak, çıkmak istiyorsun. Öyle oluyor.

Dünyanın tıpkı yalnızca bizim olmadığı, ülkenin, kentin, semtin, sokağın, işyerinin, okulun, evin de bizim olmadığı gibi gün de bizim için değildir yalnızca. Güneşin de yalnızca bize doğmadığı gibi, tamam öyle düşünmek lirik, ışıklı, sıcak bir şey olabilir, bazen de düşünceden doğar güneş, doğsun, olsun, İnsana tek başına her şey fazla gelmez mi, dünya da güneş de hayat da ev de sokak da gün de?

Trafiği biliyorum, kentin gürültüsünü duymazdan gelmiyorum, bir yerden bir yere yetişme telaşı hiç de yeni bir şey değil, dünyanın derdinden neyimiz eksik? Şükür hiç bir derdimiz eksik değil! Derdimiz günün derdi.

Günlük değil mi gelir geçer demeyin, hafta 7, ay 30, yıl 365 gün, ömrü de çarp günle, dünyanın kaç günlük dert olduğunu anlarsın! Sabahlar pek tatlı olmasa da acı da olmasın diye çırpınır insan, güne çıkar çıkmaz da “Hereke’den çıktım yola/selam verdim sağa sola” diye yüzümüzde gülücükler, omzumuzda kuşlar yürüyüp gitmiyoruz ama, yaşama, doğaya, insana, cümle mahlukata saygı diye de bir şey var efendim! Benim dediğim o!

Dünya ne yazık ki ‘tek adam’lığa doğru gidiyor ve işin daha kötüsü tek adam da bir tane değil ki, herkes tek adam, tek kadın, tek lider, tek seçici...Allah beterinden saklasın, ama ondan önce böylelerini günden saklasın! Gün bizim çöplüğümüz değildir! Ona tüm pisliklerimizi, kötülüklerimizi, kirlilerimizi yığamayız, nefretimizi kusamayız! Dünyada olduğu gibi günün içinde de yalnız değiliz, ve tüm dertlerimizi, sıkıntılarımızı güne taşıyamayız! Üzüm üzüme değil, gün de insanlara baka baka kararır, yalnızca “mevsimlerin insanlara yaptıkları fenalıklar” yoktur, insanların güne, yaşama yaptıkları fenalıkları da unutmamak zorundayız!

“Buna dünya derler hepisi geçer/hangi günü gördün akşam olmamış?” der o anlayan ve anlatan sesiyle Ruhi Su, sesi, söyleyişi ve sözü ders olanlardandır, hepsi geçer, her gün akşam olur, ama ertesinde yeni bir gün kurulur, sevincimiz, iyiliğimiz, inceliğimiz, ahbaplığımız, dostluğumuz, anlayışımız, içtenliğimiz, sakinliğimiz için yeni bir gün.

Pazartesiyi sevelim ki Salıya yüzümüz olsun, Salıya gülümseyelim ki Çarşamba dostumuz olsun, Çarşambayla söyleşelim ki Perşembe bizi özlesin, Perşembeyi yormayalım ki Cuma herkese meşrebince hayırlı olsun, Cumayla ferahlayalım ki Cumartesi gönlümüze dolsun, Cumartesi halleşelim ki Pazar lezzetli olsun!

Dahası, her gün gönlünüze göre olsun, günün de gönlü olsun!

ANA DÜŞÜNCE: Hayat bir gündür, o da her gündür!
YARDIMCI KİTAP: El Greco’ya Mektuplar, Nikos Kazancakis, Çev: Ahmet Angın, CAN Y.