Çok değil, bundan kırk, elli sene evveli insanların mahkeme nedir bilmediği, mahkemeye yüz vermediği bir yer varmış. Adliya, duruşma salonu, tanık, cenderme, mustantik ne, bize bir yaşlı pir ile akıllı bir rayber yeter diyen bu yerin bin yaşındaki erkek ve kadınları, adına cem dedikleri bir mahkemede cemal cemale birbirinden genellikle razı, bazen de irrazı olurlarmış. Karakol ve kışladan ibaret yüzüyle devletin adaleti, o güngörmüş insanların gözünde bir fincan zehirmiş, bir şaşkın mahkemeye düşmesin, çok kötü ayıplarlarmış, hele şuna da bak, gitmiş adaleti nerde arıyor, derlermiş. Devletin adaletine itimat yani, yüzde sıfırmış.

Adına cem denen ol mahkemede, her bir iş cemaatin gözü önünde, razı olanın olmayanın gönlünde başlar, oracıkta bitermiş. Kapısında cendermenin olmadığı bu mahkeme, yoksul bir köy evinde kurulur, köyün girişinde bekleyen gözcüler gerçek cendermelere karşı cemi gözetirmiş. Cemde zengin ile fakir yan yana, karşı karşıya oturur, mahkeme genellikle fakiri korurmuş. Bir zengin, ıssız bir köyde bir çulsuza baskı yaptığında, tıpkı o Alman köylüsü gibi, senin paran varsa benim de pirim var, Hızır'ın cemi var, der, şikâyetini cemde yaparmış.

Bu parasız pulsuz, polissiz kelepçesiz, kanunsuz kitapsız katipsiz mahkemenin verdiği cezalar da bir hayli tuhaymış. Cemin cezası ne dayak, ne kör bir hapishane, ne bir gizli koyukta tecrit, ne zincir, ne de sürgünmüş. Hafif suçlarda, bir kova süt sağıp cemaate ikram ettirmekten, kişi varlıklıysa bir teke kesip fakirlere ziyafet çektirmeye, suç çok ağırsa haşa cemaatten aforoza varırmış. Bu aforoz, bazen sürüden hayvanını ayırma, bazen selamlaşma yasağı, en son ise o kutsal yerlerden, gökte ay, yerde kutsal toprak, ıpışıl nehir ve gecenin yıldızlarından uzağa gönderilme, en yakın Düşkünler Ocağı'na postalanmaymış. Eğer orada akıllanırsa ne iyi, eve yeniden dönüş ve sessizce topluma kabülmüş sonu.

Patlayan şehirleşme, büyük siyasal ve toplumsal sorunlar bir yana, koca koca binalarda, ortak elektrik, su, yakıt gideri için bile anlaşamayan, birbirine selam vermeye üşenen komşular ortaya çıkınca, şehirlerdeki mahkemeler de artık el mecbur uğrak yerlerine dönmüş, bizim o cemin mahkemesi yavaş yavaş nostaljik bir hatıraya dönüşmüş. Bu defa cem yapmaya gidenlere şaşılmış bazı yerlerde, yeni nesil haşarı gençler, şu eski kafalıya bak hele, gitmiş cahil bir yaşlı adamdan, bir ihtiyar esketekten, yargıç diye adalet dileniyor, hukuk var oysa, deyivermişler.

Şu son on beş yılda, toplumsal sorunlar artmış, alacaklar borçlar patlamış, icra daireleri dolup taşmış, sokaklarda patlayan bombalar, eğlence yerini tarayan canavarlar, kadınları kesen erkekler, çoğalan intiharlar derken, depolarında dağ gibi yükselen dosyalar, yıllarca devam eden davalar, geç gelen adaletiyle şehir mahkemeleri yerle bir olmuş, insanın insanlıktan çıkması gibi, yargı da yargılıktan çıkmış. Genellikle Avrupalıların zoruyla, biraz da can bedeli mücadelenin tesiriyle kabul edilen artık ne kadar adil yargılanma ilkesi varsa, dincilerce bir kaç sene içinde tarumar edilmiş, bizim o dağlarda düşkün ilân edilenlere bile asla reva görülmeyecek bir muameleyle, kuytu bir köşeye fırlatılmış.

Buna bir de, yurdun her köşesini hapishanelerle donatan, burada tutulan fikir suçlusu veya kader kurbanlarına bir bardak temiz suyu, bir tas çorbayı, içini döksün diye bir kurşun kalemle A4 kâğıdı bile vermeyen, içeridekileri içerde tek kişilik odalara kapatan, haps içinde haps uygulayan, milletvekilini belediye başkanını bir adi suçlu gibi ezen, arkadaşını görev yaptığı kürsüden polis marifetiyle indiren, karakola çeken, bir kararnameyle işten atan yeni yargıçlar eklenince, artık o ülkede herkes adaletten ve gelecekten iyice korkmaya başlamış. Yolunu bulan Kanada'ya, Avrupa'ya, Amerika'ya gitmiş, arazi olmuş.

Yeni Türkiye yargısı, hepi topu zaten on beş bin yargıçtan oluşuyormuş, bu hukuk nedir bilmez yargı, ne eski zaman pirine ne de koca anaya benzeyen bu yargıçlar, kendi arkadaşı tam dört bin yargıcı bir kalemde silmiş, meslekten atmış. Nerdeyse bir senedir hücrelerde, kırk elli kişilik koğuşlarda tuttuğu bu kişilere mahkeme yüzünü de çok görmüş. Bu yargıçlara itimat nerdeyse sıfıra yaklaşmış, yüzde üçmüş. Bu yargının, bir de sokak ve adliya önü ayağı varmış ki, o da mahkeme altında kurulan darağaçlarıymış. Aşağıda toplanan ve yoksulluğa talim gruplar, yukarıda yargılama yapanlara bağırırmış, onları bize verin, şuracıkta biz asalım, onlara yargı lüks, derlermiş. Saraydaki zat çünkü, habire darağacı istermiş.
Yeni Türkiye yargısı zenginlerinmiş, milletin bir yerine koymayı planlayan adam Başbakan'ın hemen yanındaymış, hücrelerde binden, hapishanelerde iki yüz binden fazla fakir varmış, yüz yıllık ülkenin bilim yuvalarını kapatanların, hocaları sokağa atanların tek vaatleri yükselen yeni hapishane binalarıymış. Bu çok sürmez, düzene Hayır diyen genç kadın ve erkeklere tek sözleri, Haziran iki bin on beşten beri ve mesela dün Cebeci'de provasını yaptıkları kanlı bir iç savaşmış. Eskiler bilmiş, devletin adaleti bir fincan zehirmiş.