Cumhuriyet gazetesi davası kısa yoldan Türkiye’nin içinden geçtiği kapkaranlık tüneli anlatıyor. “Sahtekârlığın evrensel düzeyde egemen olduğu dönemlerde, gerçeği söylemek devrimci bir eylemdir.” George Orwell’in sözleri bir tarafıyla duruma uygun olsa da eksik kalıyor. Çünkü ‘egemen olan sahtekârlar’ Türkiye’de daha da ileri gidip, gerçeği ifşa etme dürüstlüğünü gösterenleri, ‘kirli sırlarını ve günahlarını ortaya çıkaranları’ yargılayıp cezalandırmaya kalkıyor.

Ancak bu, iktidar açısından aynı zamanda çok riskli de bir durum. ‘Yargılarken, yargılanmak’ sözünün boş yere söylenmediği anlaşılıyor. Açıkçası, dava süreci; siyasal iktidar ve Saray rejiminin kapamaya çalıştığı dosyaların bir kez daha açılmasına imkân sağlıyor.

İktidarın; 17 Aralık 2013’e kadar ‘hizmet hareketi’ dediği Cemaat’le yaptığı ve sonradan yüzsüzce başkalarına, başka kurumlara yamamaya kalktığı o kirli işbirlikleri, ‘verdiklerinin tümü’ silbaştan bir bir ifşa ediliyor.

Ağırlaştırılmış müebbet hapisle FETÖ’den yargılanan Savcı Murat İnam tarafından hazırlanan ve baştan çöken Cumhuriyet gazetesi iddianamesi, neredeyse iktidarın kendini pek çok açıdan ihbar ettiği bir skandala dönüşüyor.

Sözgelimi; Cumhuriyet’in tutuklu avukatı Bülent Utku, “Gazete, soruşturmasının başlangıcı, 18 Ağustos 2016 tarihi olsa da operasyon fikri, 29 Mayıs 2015 tarihli MİT TIR’ları haberine dayanıyor” diyerek anımsatıyor. IŞİD’e giden silahlar, böylece bir kez daha gündeme geliyor.

Parmaklıkların arkasından bile haber yapılabileceğini gösteren Ahmet Şık, sadece topluma umut aşılamakla kalmıyor, nefesini de muhatapların ensesinde hissettiriyor. Kesab’daki top atışları, 53 kişinin katledildiği Reyhanlı, otel odalarındaki cihatçı toplantıları, Suriye günahları... Çamurun Türkiye’ye sıçraması, IŞİD’cilerin bombalarından devşirilen 1 Kasım seçim ‘zaferi’, Ankara, Suruç, Diyarbakır katliamları kamuoyu tarafından yeniden sorgulanıyor. Berkin Elvan, ‘emir verilen polisler’, 15 Temmuz Darbe Girişimi’yle ilgili soru işaretleri bir kere daha anımsanıyor.

“Biz yaparız ama siz yazamazsınız, dile getiremezsiniz ve her şeyi kabullenmek zorundasınız demek hiçbir işe yaramıyor. Susturmak için hazırlanan mesnetsiz, absürd dosyalar gerçekleri bir kez daha ifşa etmekle kalmıyor, yenilerini de ortaya çıkarıyor. Cumhuriyet davası bu açıdan bakıldığında akılsız başın cezasıdır! Saray ve AKP; talimatla hazırlanmış komedi dosyalarıyla, kendini yaralamaya devam ediyor.

Tarih, akıntıda boşa kürek çeken diktatörler ve faşist rejimlerle dolu. Hiçbiri dünyayı yeni baştan keşfetmedi. Oyunlarının kuralı çok basit oldu. Ancak bu oyun, ‘gerçekleri susturup, konuşanları baskı altına almaya çalışmak’ asla işe yaramadı. Hiç şüphe yok, Türkiye, tarihinin en karanlık tünellerinden belki de en ışıksız olanından geçiyor. Ne var ki her şeyi eline yüzüne bulaştırmış olan AKP ve Saray iktidarı karşısında en büyük umudu yine gerçekler veriyor.

‘Sahtekârların’ anlamadığı bir şey var...

Yazmamızı istemediğiniz şeyleri yapmayacaktınız! Kirli, kanlı bir rejimin inşasını, her yönden dibe vurmuş bir sefilliği bu kadar zorlamayacaktınız.

Gerçekten ödün vermeye tutsak dostlarımıza, devrimcilere selam olsun. Bilsinler ki iktidar ve Saray’ı çok sıkı yargılayıp zindana attılar.