‘İlk iş’ idam olacakmış. Referandum sonrası açıklaması böyle. Ertesi sabahın ilk haberlerinden biri de, olağanüstü halin uzatılacağı oldu. Peki, ‘Hayır’ diyenlerin ilk işi ne olacak?

Daha doğrusu, şimdi ne olacak?

Öncelikle kanuniliğin, meşruiyet anlamına gelmediği netleşecek. Baskının her zaman biat getirmediği, insanların ‘burasına geldiğinde’ itiraz edeceği, yasama-yürütme-yargının, sermaye ve çoğunluk diktasıyla bile birleşse muktedir olmaya yetmeyeceği görülecek.

Çünkü sonuç yarı-yarıya. Ve ‘Hayır’ diyenler, kanuni diye uygulananın meşru olmadığını düşünüyor.

Kanunilik ve meşruiyet, sık sık ve yanlışlıkla birbirinin yerine kullanılır ama meşruiyeti kaybolan iktidarlar, kanuna uydurdukları ya da kanunu kendilerine uydurdukları her durumda, yaptıklarının tamamen meşru olduğunu savunur.

Örneğin, bırakın kanunu, Anayasa’da yer alan ‘laiklik’ mefhumunu savunanlar, ‘halkı kin ve nefrete teşvik etti’ diye tutuklanır. Mahkemenin yaptığı, tam da kendine göre bir meşruiyete kanunu uydurmak olur. Laiklik diyenleri tutuklayan mahkeme açıkça, Anayasa’yı tanımadığını deklare etmiş olur.

Sonra da zaten, Anayasa – yine meşru olmayan yollarla – değiştirilebilir. Bu kısırdöngü bizi diktatörlüğe götürür ama geldiğimiz yeri hazmedemeyen ‘yarı-yarıya’ bir oranın olduğunu bilmek, yalnız olmadığımızı da bilmektir.

Meşruiyet aranmadığında ise kanunlar kolayca, diktatörlüklerde daha da kolayca, değişir. Bir gecede kanun hükmünde kararname çıkar, on binlerce kişi işinden olur, başka on binler kendini hapiste bulur…

Meşruiyet o kadar kolay değişmez; nitelikli çoğunluk gerekir, zaman gerekir, kanunun yanı sıra ve bazen de kanuna rağmen, halkın görüşü, ortak akıl, sağduyu ve en çok da adalet duygusu gibi birçok unsurun biraradalığını içerir. Kurulması da değişmesi de zordur.

Bugünkü sonucun kanuniliği bile tartışılır ama meşru olmadığı açık. En çok da toplumun adalet duygusu zedelendi.

Adaletin gasp edildiği, hiçe sayıldığı bir düzende de direnme hakkı doğar.

Baskıya karşı direnme hakkı insanlık kadar eski ama kavramın yazılı halde bir hak olarak tanınması, Fransız Devrimi’nden. 1793 tarihli Haklar Bildirisi’nin 34. ve 35. maddesi: “Toplumun tek bir üyesine zulüm yapıldığı zaman, bütün topluma zulüm yapılmış demektir. Topluma zulüm yapıldığı zaman da onun her üyesine zulüm yapılmış demektir. Hükümet halkın haklarını çiğnediği zaman isyan etmek, halk için ve halkın her kesimi için hakların en kutsalı ve ödevlerin en gereklisidir.”

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin başlangıç kısmında da “İnsanın zulüm ve baskıya karşı son çare olarak ayaklanmaya mecbur kalmaması için insan hakları hukuk rejimi ile korunmalıdır” ifadesi yer alır.

Referandum sonucunu ilk duyduğumda şunu yazmıştım: “Ben senin yalanlarınla ve hilelerinle baş edemedim, bu bana dert oldu. Ben de senin önünde diz çökmedim, bu da sana dert olsun.” (Seyid Rıza)
Faşizmin söyleme mecburiyetine boyun eğmemek bile direnmektir. Hayırlı direnişler.