Dünya değişiyor mu gerçekten? Yoksa düzenden kaynaklı bir kriz daha, mevcut düzeni daha da hırçınlaştırarak var mı edecek?

Hepimizin dünyasının değiştiği çok aşikâr. 20 yaşın altında ve 65 yaşın üzerinde olanlar evden çıkamıyor ama 20 yaşın altında ve emeğiyle var olmaktan başka çaresi olmayanlar için bu geçerli değil tabii! Çünkü iktidarın koronavirüsten korunması gerekenler listesinde emekçiler yok! Dolayısıyla bir yanıyla da değişen hiçbir şey yok! Düzen aynı emek sömürüsü ilkesiyle devam ediyor, hem de daha vahşice – insanları kısa vadede ekonomi durmasın diye canları pahasına işe gönderiyor!

Oysa tüm bilen gözler şu gerçeği açıkça görüyoruz: Kısa vadede ekonomi durmasın diye halkın canını tehlikeye atan zihniyetin sonucunda orta ve uzun vadede taşınamaz bir vicdani yükle, sistemin kaldıramayacağı daha ağır bir sağlık maliyetiyle ve dolayısıyla da daha ağır bir ekonomik yıkımla karşı karşıya bırakacak bu hal bizi. Nasıl mı?

Bugün insanların gelir güvencesi ile kaygısızca evlerinde kalmalarını sağlayabilseydik eğer o zaman hastalığın yayılmasını yavaşlatmış ve kontrol altına almış olacaktık. Yoğun bakıma ihtiyaç duyacak hasta sayısının azalması da, can kayıplarının daha az olması da sağlanacaktı. Uzun eğitim süreçlerinden sonra derin birikimler sağlamış sağlık emekçileri de korunacaktı. Bu akut dönem bittikten sonra kademeli olarak insanların tekrar sosyal temas kurabilecekleri günler geldiğinde de işleri yerli yerinde durduğu için sağlıkla işinin başına dönecekti insanlar. Oysa şimdi emekçiler de ekonomi de genel olarak halk da kaderiyle baş başa bırakıldığı için o ‘yeniden normalleşme’ günü geldiğinde hangi işler hâlâ var olabilecek, ekonomide çalışanların işe gidebilecekleri ve üretimin yapılabilir olduğu hangi işler olacak belli değil. Yani, bugün ekonomiyi durdurmamak için sağlığı göz ardı eden her tür politika ileride sağlığımızın da ekonomimizin de çok daha ağır bir yıkımla karşılaşmasına yol açacak. İktidarın bugünü kurtarma derdi bir kez daha bugünü de yarını da yok ediyor. Bireysel, toplumsal ve ekonomik sağlığımız açısından da sonuç aynı…

Bütüncül bir ekonomi ve sağlık politikasının hem bu yaşanan akut dönemi hem de bu dönem bittikten sonra toparlama sürecini de içerecek bir vadeyi gözeterek tasarlanması gerektiği çok açık. İşte bu tasarının içeriği de yazının başında sorduğumuz sorunun yanıtını barındıran unsur olacak. Sonucu, ne kadar halkçı adımlar atacağımız, ne kadar emekten yana tavır alacağımız, insan hayatını ne ölçüde ekonomik ve siyasi rantın yerine koyacağımız belirleyecek.

Ya bir virüs karşısında diz çökmüş bu düzeni devam ettireceğiz ya da virüslerle güçlü bir mücadele zeminini bugünden kuracağız. Yarınların nasıl olacağı bugün kamunun güçlü bir el olarak ne derece halkı koruyacağına bağlı. Mesela, sağlığın bir temel insan hakkı olduğunu hatırlayacak mıyız? Bunun gerekliliği olan sağlık hizmetlerinin tamamen kamusal bir hizmet olarak sunulması gerektiğini, kamucu bir anlayışın sağlıkta şart olduğunu gözetecek miyiz? Özelleştirmelerle kar hırsının insan sağlığı için gerekli araştırmaların önüne geçmesi nedeniyle bugün virüslere karşı aşısız, ilaçsız kalmamıza yol açan düzene son verip kamucu bir anlayışla sağlık araştırmalarını büyütecek miyiz? Kar hırsıyla otel işletmeciliğine dönen hastaneler yerine kamucu bir anlayışla herkesin eşit fırsatlarla erişeceği hastaneler açıp, elde olanları da kamulaştıracak mıyız? Bu soruları güvenceli ve iyi işleri var etmek, eğitimi kamusallaştırmak, stratejik üretim alanlarında kamucu bir anlayışı var etmekle ilgili de sormamız gerekiyor. Bütün bu sorulara yanıtımız ‘evet’ ise ve bugünkü akut sorunu çözmek için de bu yönde adımlar atma iradesini gösterirsek o zaman dünya gerçekten değişecek ve bu değişim hepimiz için iyi olacak. Yoksa…

Yoksa, ölümler kol gezecek. Sömürü devam edecek. Haklar değil siyasi yandaşlıklar nasıl yaşadığımızı belirleyecek. Rant ve doğa talanı insan hayatı pahasına son sürat devam edecek. Bilmediğimiz yeni virüsler, bugün öngöremediğimiz yeni finansal şoklar, bugün hiç konuşulmayan ama olanca ağırlığıyla hala milyonların içinde bulunduğu mülteciliğe mahkumiyete yol açan savaşlar olağanlaşmaya devam edecek. Otoriterleşen ve halktan kopan siyasi iktidarlar duvarlar örecek aramıza, maskelerin ardına nefesimizi ve gülümsememizi kapatacak, yetmeyecek sırf düşündüğü sırf yazdığı sırf siyaset yaptığı için insanları hapsedecek… Düzen hırçınlaşarak devam edecek.

Karar bizim. Daha kamucu, daha halkçı, daha demokratik, daha dayanışmacı bir geleceğin adımlarını bugünden atabiliriz, atmalıyız. TBMM’den, sivil toplum kuruluşlarından, sendikalardan, meslek örgütlerinden, mahallelerimizde kurduğumuz dayanışma ağlarından başlayarak ve en önemlisi bunları buluşturarak başlayacağız.