İktidarın deprem sonrasında karşı karşıya olduğu kriz ortamında ortaya çıkacak her türlü sistematik, örgütlü ve kitlesel hareketten duyduğu korku üniversitelerin uzaktan eğitime geçmesi kararının alınmasında büyük rol oynadı.

Yarına uzaktan bakmak değil yarını bugünden kurmak
Fotoğraf: Dayanışma Gönüllüleri

Oğuz ALKAN

6 Şubat günü Maraş merkezli gerçekleşen iki deprem ülkemiz tarihinde görülmüş en büyük yıkımlardan birisi olarak kayıtlara geçti. Bu yazının yazıldığı esnada 40 binden fazla insanın hayatını yitirdiği, yüz binlerce insanın yaralandığı, binlerce binanın tuzla buz olduğu, bazı kentlerin Türkiye’nin demografik yapısına da ciddi etkileri olacak şekilde yok olduğu görüldü. Karşılaşılan yıkımın sayısal verilerinin net bir tablosu henüz ortada değil. Ancak aradan geçen 13 günün netleştirdiği iki şey var: Yoksul bırakılmış halkın, emekçilerin kararlı dayanışması ve sermaye iktidarının/devletin acziyeti.


Bir yanda milyonlarca insan sınırlı imkânlarını, cep harçlıklarını dayanışma amacıyla güvenilir bulduğu kurumlar ile paylaşırken, enerjilerini deprem bölgesinde yapılan dayanışma faaliyetlerinde harcarken diğer yanda depremin üzerinden ancak günler geçtikten sonra bölgeye ulaşabilen, insanların çığlıklarını yıkıntılar arasında karşılıksız bırakan bir iktidar ile karşı karşıya kaldık. İnsanlar enkaz altında can çekişirlerken televizyonda tam da o insanlardan çaldıkları milyonları yuvarlayarak onlara bağışlayan zenginlerin şovlarına tanık olduk. Kutsal kabul edilen aylarda iftar programlarının zorlu sorularını yanıtlayan hocanın sunuculuğunda başlayan şov her şeyi özetliyordu: Her bir kurumun özelleştirilip talana açıldığını, beşli çetelerin memleketin bütün kaynaklarını sömürdüğünü, devleti şirket gibi yönetmekten bahsedenlerin de o şirketlerin kârının selametini koşulsuz şartsız gözettiğini; siyasal islamcı faşizmin sermayeyle birlikte ülkeyi bir yıkıntıdan diğerine savuran kan emici birlikteliğini ve daha nicesini...

Şimdi hem bölgede depremden doğrudan etkilenen yurttaşların hayatlarının bundan sonrasını nasıl devam ettireceği hem de bölgenin yeniden nasıl kalkındırılacağı, bu yıkımın altından nasıl kalkılacağı soruları tüm zorluklarıyla ortada duruyor. İktidarın ortaya çıkan krizin faturasını da yine aynı insanlara ve ülkenin emekçilerine ödetmek için tüm imkânları seferber edeceği, yeniden inşayı da yine beşli çetelerin zenginleşmesi üzerinden gerçekleştirmeye çalışacağı konusunda hiç kimsenin şüphesi yok. Oysa fiili durum bize inşanın yalnızca yeni binalar dikmekle değil, yeni bir toplumsallık yaratmak üzere hayata geçirilmesi gerektiğini gösteriyor. Bu yıkımdan kurtulmanın tek yolunun dayanışmadan ve sahici bir örgütlenmeden geçtiğini görmek için geçen 13 güne bakmak fazlasıyla yeterli olur! Yoksul milyonların sergilediği dayanışmadan anladığımız budur. Acz içindeki iktidarın da toplumda açığa çıkmış bu kuvvetin karşısında durabilecek gücü yoktur.

Faturayı Üniversite Değil Saray Ödesin!

Yine de tüm bu koşullar içinde iktidarın olası bütün dayanışma faaliyetlerini ve ortaklaşmış duyguyu bertaraf etmek için elinden geleni yapmaya başladığını görebiliyoruz. Bir yandan deprem bölgesinde yürütülen dayanışma faaliyetlerinin tamamının kontrolünü kendi tekeline almaya öte yandan bu yıkıma karşı gelişen bütün tepkileri “not etmeye” başladığını açıktan ilan etmiş durumdadır. Bu denli açık olmamakla beraber üniversitelerin uzaktan eğitime geçiş kararının alınmış olması da aynı kaygının ürünlerinden biri olarak karşımıza çıktı. Yalnızca bir dizi bilginin nakledildiği bir ortam olmanın ötesinde toplumsal bir anlam ve içeriğe sahip olan, toplumla karşılıklı etkileşimde olan üniversitelerin uzaktan eğitime geçişi kararı da bu bağlama kolaylıkla dahil edilebilir. Depremden doğrudan etkilenmiş olsun ya da olmasın travmatize olmuş ve bundan çıkışı ilişkisellikle aşan bir toplumsal grubun biraraya gelişinin büyük bir risk olarak anlaşılması buna dahildir.

Bilindiği üzere AKP’nin ve tek adam rejiminin üniversiteye ve üniversitelilere yönelik tutumu hiç de yeni değildir. 2000’li yılların başında iktidara taşınan AKP’nin karşısında gerçekçi bir direniş alanı olan üniversite sistematik bir biçimde anlamından ve işlevinden uzaklaştırıldı. Geçen 20 yılda yükseköğretim niteliksizleştirildi ve işlevsiz hale getirildi, toplumdan yalıtıldı, sermayenin arka bahçesi oldu. Gündelik hayatın tüm olumsuz sonuçları; artan hayat pahalılığı ve geçim derdi üniversitenin yaratıcı anlamını ve karakterini tahrip etti, aşındırdı. Cep harçlığı niteliğindeki burslar ve krediler, son derece sınırlı sayıda olan yurtlar her dönemde kriz olmaya devam etti. Kayyum rektörlerle tüm üniversite hayatı göbekten tek adama bağlandı. Sistematik hale gelen ihraçlarla her türlü muhalif, eleştirel tavır ve düşüncenin önü kesildi.

Tüm bunlara rağmen son birkaç yılda üniversite yine de direniş mekânı olmayı sürdürdü. Yemekhane eylemleri, Boğaziçi’nde kayyum rektöre karşı gelişen tepkiler bir türlü tam olarak ortadan kaldıralamayan karakterin kendini yeniden gösterdiği zamanlar oldu. Bu direnişlerin etkisi öğrencileri ve gençliği aşan büyük bir toplumsallığa kavuştu.

İktidarın deprem sonrasında karşı karşıya olduğu kriz ortamında ortaya çıkacak her türlü sistematik, örgütlü ve kitlesel hareketten duyduğu korku üniversitelerin uzaktan eğitime geçmesi kararının alınmasında büyük rol oynadı. Bu vesileyle hem üniversiteden başlayacak olası hareketlerin önü kesilecek hem de öğrencilerden boşalan yurtlara depremden etkilenen yurttaşlar yerleştirecek ve süreç en az maliyetle atlatılacak, bir taşla iki kuş vurulacaktı.

Oysa verilere göre bugün depremden zarar gören yurttaşların barınma ihtiyacını karşılayabilecek başka imkânlar da mevcut. Ülkemizde sadece otellerin 2 milyon 330 bin kapasitesi var. Doluluk oranı ise %40. Bununla beraber milyonlarca boş konut ve 1000 odalı bir saray var! Tüm bunlar varken ve uzaktan eğitimin ortaya çıkardığı olumsuz sonuçlar pandemi sürecinde deneyimlenmişken alınan kararın hiçbir yaraya derman olmayacağı açıktır. Uzaktan eğitimin öğrencilerin psikolojik, ruhsal ve sosyal gelişimleri ve eğitimin niteliği üzerindeki olumsuz etkileri bir yana sürecin nasıl sürdürüleceği de büyük bir sorundur. İnternete ve gerekli teknik ekipmana erişimi olmayan, derslerin takip edilebileceği ortama sahip olmayan binlerce üniversiteli gencin varlığı gayet iyi bilinirken aceleyle verilen kararda bu sorunların hiçbirine değinilmemektedir.

Bugünlerden Geriye Dayanışma Kalır!

İktidar ve sermayenin kolkola insanların hayatına kast ettiği, zenginlerin zenginliklerinin, yoksulların yoksulluklarının çıplak bir biçimde açığa çıktığı bu atmosferde, iktidarın ve devletin yetkili kurumlarının tüm etkisiz müdahalelerine ve acziyetine, depremin yarattığı büyük üzüntü ve öfkeye rağmen yaşamın olduğu her yerde dayanışmanın tohumlarının ekilebildiği bir kez daha gözler önüne serildi. Şimdi bu dayanışmayı daha da büyütmek için adımlarımızı kararlılıkla ileri doğru atmamız gereken bir zamandayız. Açığa çıkan tepkiler uzaktan eğitimle ilgili kararın güncellenmesini sağladı. Bugün hem gençlikte hem de toplumda birikmiş olan duygu, hâlihazırda yönetme becerisini tamamen yitirmiş olan iktidardan kurtuluşa doğru evrilme potansiyelini de içinde taşıyor. Toplumun ortak ruh haliyle buluşan ve enerjisini onunla buluşturan bir üniversite fikri de muktedirlere bu sebeple korku veriyor olabilir ve bu korkularında hiç de haksız sayılmazlar.