Çok üzülerek söylüyorum; ülkemde insan hayatının değeri yok!

“Yarınları vicdanlı insanlar kurtaracak…”

yarinlari-vicdanli-insanlar-kurtaracak-65092-1.> ÖZLEM ÖZDEMİR info@ozlemozdemir.net @ozlemozdemir

Fotograflar : Gülay Ayyıldız Yiğitcan
www.klikstudyo.com

Bazı insanları kısaca anlatmak mümkün olmadığı gibi, zaten anlatmaya gerek de yoktur. İşte bu haftanın konuğu o isimlerden biri; Cahit Berkay. Onu zaten Türkiye hem Moğollar’dan hem sayısız film ve diziye yaptığı bestelerle tanıyor. Biz dolu dolu geçen hayatının içinde kısa bir gezinti yapalım istedik, her anlamda bunaldığımız gündemde pazar gününüze umarım iyi gelir…

>>Üretken birisiniz, yakınlarda yeni bir çalışma var mı?
Eylül’de 4 şarkılık bir kayıt çıkacak. 12 parçalık albüm yaptığında biri içinden sıyrılıyor, diğerleri çöpe gidiyor, israf gibi geliyor bana. 70’li yıllarda konserlerden önce parçayı çalardık, halkın tepkisini ölçerdik, şarkı sevildiyse 45’liğini yapardık.

>>Bu güzel bir fikirdi. Niye bitti?
Sonra kaset çıktı, cd derken şimdi dijital alanlara yayıldı her şey. İyi mi kötü mü oldu, bir sürü soru var kafamda. Dünyaya açılabiliyorsun, iyi tarafı bu. Moğollar da nerdeyse iki sene sonra 50. yaşını kutlayacak, arkamızda ciddi bir birikim var. Bir tek ismimiz falso, Moğollar.

>>Kim buldu o ismi?
O zaman haşin isimler modaydı: Apaşlar, Haramiler, dünyada Rolling Stones, Animals, Beatles… Bir Hollandalı müzik yazarı tavsiye etti, kıyafetlerimizi bile o önerdi. O zaman İstanbul, Avrupa’dan Hindistan’a giden durak, Sultanahmet’te tanıştık. Moğollar da yeterince haşin bir isim. Biz de güzel fikir dedik. 70’te Fransa’ya gittik, İngilizce söyleyince insanlar biraz tuhaf buldu tabii. Daha komiğini söyleyeyim, evvelsi sene Moğolistan’a gittik, niçin Moğollar diye sorulunca cengâver bir ırk gibi açıklamaya çalıştık. Belki de Japonya’ya gidip konser verme şansımız hiç yok, Japonlarla Moğollar geçmişi var malum...

>>Moğollar dünyaya açılmak hedefiyle kuruldu. Hedeflediklerinin ne kadarını gerçekleştirdi?
1968’de kurulduk, 1970’de yeteri kadar başarılı olduk. Fransa’da 3 tane albüm yaptık. Bizim hep solist şanssızlığımız oldu. Sonra Barış Manço ile birleştik. 1971’de para bitti, Türkiye’ye döndük.

>>Moğollar sizce yeterince anlaşıldı mı?
Bizim toplumun hastalığı şu: Kuşaklar arasında kültür akışı yok, türküler hariç, türküler evlerde yaşıyor. Yurt dışında televizyonlar seni köşeye atmıyor. Evvelden üniversitelerde konser yapardık, onlar kesildi. Ama sizin müziğinizi babam tanıttı bize diyenler oluyor, o gururlandırıyor. Beş kuşak var bizde. Hep soruyorlar, bunun arkasında ne var diye. Biz samimiyetsiz bir şey yapmadık ki?

yarinlari-vicdanli-insanlar-kurtaracak-65195-1.>>Barış Manço ile bir konserinize bomba atılmış, o nedendi?
1971’de Kütahya’da biri turne arabasına bomba attı, yandı araba. Ben yaylı tambur çalıyorum, parçanın ortasında Barış’la özetle şöyle bir diyalog oluyor: ‘Bir ülke düşünün ki, bir baba kız çocuğunu dizine oturtup sevemiyor.’ Orada biri gıcık kapmış, anında kendimizi Ankara’da bulduk, gece sokağa çıkma yasağı var. Büyük maceralar sonunda İstanbul’a geldik. Yolda bizi asker çevirdi, askerlik şubesine davet etti. Albüm gösterdik ona, biz Türkiye’yi yurt dışında temsil ediyoruz deyince, yüzümüze bakmayan adam bize çay ısmarladı. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi kimliğimi gösterdim. Engin ve Taner için, “Onlar ne yapıyor?” dedi, “Onlar da yurt dışında televizyon eğitimi görüyorlar” dedik. Adam, “İyi onlar da yarın evraklarını getirsinler” dedi. Çünkü emir gelmiş bunları askere alın diye. 24 ay o zaman askerlik, bu bir müzisyen için piyasadan silinmen demek. Biz çıktık, her akşam 18:00’de Sirkeci’den bir tren kalkardı, vagonlardan biri İstanbul-Paris’e çalışıyor. Biz de kaçtık, sonra geldik. Barış’ı da askere almaya çalıştılar. O da gitti, geldi askerliğini yaptı. 1976’da belli bir dönem mezunlarına 4 aylık askerlik hakkı tanıdılar, ben de hemen gelip Kütahya’da 4 ay askerlik yaptım. O arada grup dağıldı. 76-93 arası Moğollar’ın suskunluk dönemidir.

>>Siz suskunluk döneminde neler yaptınız?
Ben 1982’de kesin dönüş yaptım Fransa’dan. Bir arkadaşımla Paris’teki ilk Türk lokantasını açtık, Restoran İstanbul, iki- iki buçuk yıl onun başında durdum. Ondan önce üç ay Amsterdam’da barmenlik yaptım. Kopenhang’da Atilla Engin’le altı ay müzik yaptık, yine Napoli’de altı ay Naki Ataman’la Nato üssünde müzik yaptık. 1976 sonrası genelde müzikle alâkasız işlerle geçti. Sokakta kitap da sattım, elektrik tesisatı da döşedim, iktisat mezunuyum ama bizim diploma orda geçmiyordu.

>>1993’e kadar hayat böyle mi geçiyor?
Türkiye’ye geldikten sonra üç sene bir özel şirkette çalıştım. O sırada İran Irak savaşı sürüyor, Irak’ta gıda kıtlığı var, işçilere buradan her ay gıda maddesi göndermekle de ilgileniyorum. Şirket ihracata geçme kararı aldı, başında ben oldum. Üçüncü senenin ortalarında Beyoğlu’nda bir vitrinde bir org gördüm. İlk midi karakterli klavyeydi, fiyatı da bin lira. O zaman evliyim, kızım doğdu, maddi açıdan rahat bir durumda değilim. Ama şirkette hissem var, ortaklardan Hüseyin abiye gittim, “Bin lira avans çekebilir miyim?” dedim. Bana, “Sen ne nasıl iktisatçısın, kâr payları sene sonunda alınır” dedi. Ben de istifa mektubumu yazdım, koydum önüne, “Şimdi alabilir miyim?” dedim. “Hayır” dedi. O arada sinema kıpırdamaya başlamıştı, ben de bahane arıyorum ayrılmak için. 1993 senesine kadar film ve dizi müziği yapmaya devam ettim.

>>Sizin döneminizde ne gibi sıkıntılarınız ve de keyifleriniz vardı?
Her şeyden önce, o dönem müzik yapmadan önce anne babadan izin almak vardı. Müzisyenlik bir kere cazip bir meslek değil, istikrarı olmayan bir meslek çünkü. 70’ler bir de yokluk zamanı, kaçak org soktum ben Türkiye’ye. Büyük bir pazar yok, tek tük gitar geliyor. İlk gitarımı da Beyoğlu’nda Odeon mağazasından aldım, 20-21 yaşındaydım. 3 ay gittim baktım ona. Biraz para biriktirdim ama 900 liram yok, babamdan para istedim. O gitarla yattım kalktım.

yarinlari-vicdanli-insanlar-kurtaracak-65094-1.>>Duruyor mu hâlâ?
Yok, şimdi olsa çok değerli... O zaman ihtiyaçtan sattım. Sonra o dönem turneye çıkardık, gazinolar vardı. Her sene İzmir’de fuarda 20 gün çalardık, Ankara’da Gençlik Parkı’nda çalardık, Çakıl ve Gar gazinoları vardı... Cem (Karaca) ile uzun süre çaldık oralarda, büyük keyifti. Barış’la da keza öyle ama Barış’la siyasi olaylar yüzünden yürüyemedik. Bozulan ilk beraberliktir… Belki dünyanın en çok okuyan dönemidir o dönem, sabahlara kadar kitap okurduk biz. Çoğunlukla da sol felsefeyle ilgili kitaplardı. Amaç insan sevgisiydi; barış olsun, savaş olmasın diyen bir kuşaktı ki, Vietnam Savaşı’nı hippiler durdurmuştur! Türkiye’de biz de o kuşağın ilk temsilcileriyiz. Hemen saçları uzattık, sokakta epey badireler atlattık tabii. Anana benzeme babana benzeme, pis komünist diyenler… İçimizde en kavgacısı Erkin Koray’dı, şöyle bir baktığında bile yumruğu yerdin.

>>En romantik, en sakin kim var aranızda?
Taner (Öngür) en sakinimizdir. Ben de deliydim, çabuk kızan bir yapım var. Moğollar’ın fedaisi gibi durumlarım oldu defalarca. (Gülüyor)

>>Cem Karaca ile nasıl bir araya geldiniz?
Tanışıyorduk zaten, bir gün bizim Yavuz Plak’ta karşılaştık. Ben, “Cem ne kadar iyi şarkıcısın, keşke bizim solistimiz olsan” dedim. O da , “Cahit niye olmasın, Moğollar benim çok hayran olduğum bir grup, hadi beraber çalışalım!” dedi. “Ciddi misin?” dedim, “Ciddiyim!” dedi. Ersen’i Kardaşlar’a gönderdik, Cem’i Moğollar’a aldık, resmen takas oldu! Bir güzel haber: 1972 yılında Cem’le beraber yaptığımız bir kaydı İzzet Öz bulup getirdi, Eylül’de plak olarak çıkacak ve her şey canlı kayıt.

>>Nasıl biriydi Cem Karaca?
Cem’i ciddi, çatık kaşlı tanır insanlar ama çok matrak, şakacı, hazır cevap, hoş sohbet biriydi. Zaten ozan tarafını söylemeye gerek yok, o konuda bir numaraydı. Çabuk âşık olup hemen evlenen bir yapısı vardı. Çoğuna ben şahit oldum. Emrah (Karaca) ile bugün beraber çalışıyoruz, o bizim elimize doğdu. Genç öldü, Barış da öyle, erken gittiler...

>>Üsküdar’da bir konserinizde Cem Karaca’ya “Papaz Karaca” denerek yumurta, domates hatta buz atılmış, neden?
Tabii, bir buz kütlesi geçti benim önümden, yerde paramparça oldu. Ben gitarı sapından tuttum adamların üstüne yürüdüm ve benim ayaklar yerden kesildi. Meğer bizi oradan kaçırmak için önlem almışlar. Çünkü o kadar insan bizi linç ederdi, kaçırdılar. İlk yumurta gelmişti, Cem’in şapkasına çarptı, yere düştü. Şarkı bitti, Cem “Ben yumurtayı rafadan severim” dedi.

>>Engin Yörükoğlu’nu da anmak ister misiniz?
Tabii. Ben Engin’le 1965’da Selçuk Alagöz orkestrasında çalışmaya başladım. Hasan Sel katılmıştı Selçuk’a, üçümüz sonra Selçuk’tan ayrıldık. Selçuk buldu Engin’i, bir gün Selçuk’un evinde davulu kurduk, Selçuk imtihan edecek onu, baktık kıpır kıpır, bomba gibi adam. Beraber Fransa’ya gittik, sonra evlendi o orda, ilk çocuğu Elif doğdu, adını da ben koydum. Son döneminde doktorlar iki üç ay içinde ölür dediler ama o altı yıl yaşadı. O zaman Jazz Stop’u çalıştırıyordu, devret burayı dedik, gitti Bodrum’a yerleşti, orası iyi geldi ona. Hayat doluydu, “davulla sevişen adam” demişti birisi onun için, sahiden seyrettiğiniz zaman onu görürdünüz. Biz Engin’le bakışarak on kere prova yapmışız gibi figürler yapardık. O gitti, sonra Kemal Küçükbakkal geçti yerine.

BENİM İÇİN UMUT; ÜRETMEKTİR!
>>İdealist bir kuşağın mensubu olarak bugüne bakınca gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hayatım boyunca hep şunu gördüm; gençlerinden korkan bir devlet Türkiye! 60 İhtilâli’nden sonra güzel bir dönem vardır ama o zaman ben çocuktum. Üniversiteye gittikten sonra benim dünya görüşüm değişmeye başladı. 68- 78 kuşakları büyük darbe yemiştir, 80 gene bir darbe, hep darbe, darbe… Sol taraftan bakıyorsan yandın bu ülkede. Bir şey değişmedi. Şunu çok üzülerek söylüyorum; ülkemde insan hayatının değeri yok! Hâlâ yok, hâlâ yok! Bir şekilde ayakta kaldıysak tesadüf herhalde?

>>Geleceğe dair umudunuz ne durumda?
“Umut Yolunu Bulur” diye şarkımız var bizim, umudu kesmemek gerek. Altını çizerek söylüyorum; bu ülkede vicdanlı insanlar sandığımız kadar az değil. Onlar zaten yarınları kurtaracak insanlar. Önemli olan sistemin vicdanlı insan yetiştirmesi, vicdansız çok insan var bu ülkede... Bir kesim var, onlara din de fayda etmiyor. Cana saygı göstermek ana kurallardan birdir, ibadettir aslında… O umudu hep içimizde yaşatmamız gerekiyor, umudu besleyecek olan şeylerden biri de sanattır. Okumaktır, yazmaktır, çizmektir... Benim için umut; üretmektir!

>>Sanat kenara itilen bir alan oldu. Belki umudu yok etmek içindir?
Bir toplumun aynası; mecliste milletvekillerinin kalitesi, okumuş yazmışlığıyla ilişkilidir. Amaç eğitim sistemini, sağlık sistemini daha ileri götürmek olmalı. Bu yönde çaba gösterenler çoğunluktaysa o ülke daha iyi bir yere gidiyordur. Ama azınlıktaysa, ya yerinden sayıyor ya geriyor gidiyor. Şu an neredeyse yarı yarıya. Bizim konumumuzdaki insanların söylemleri de ister istemez siyasete giriyor. Bu ülkede yaşıyorsan siyasetle ilgileneceksin! Çocuğunun, torunlarının geleceğini etkileyen bir şey bu, oyunu verirken ince eleyip sık dokuman gerekiyor. Bizde takım tutar gibi parti tutuluyor. Programı ne, yolsuzluk yapıyor mu, kandırıyor mu, vaatlerinin arkasında duruyor mu diye sorgulamak ve ona göre oy vermek lazım. 1982’de bile gene de bir hukuk sistemi vardı. Mahkemeye gittiğimizde haklılığımızı kanıtlayacağımıza inanırdık. O gittikçe azalmaya başladı, ne olacak diye aklıma geldikçe ürperiyorum…

yarinlari-vicdanli-insanlar-kurtaracak-65095-1.>>Sizin yaşadığınız sıkıntılar neler?
Konser yapamıyoruz. Biz ekmeği suyu bedava almıyoruz. Bizim de para kazanmamız lazım ki hayat devam etsin. Moğollar’ın kaşesi ünlü pop isimler kadar da değil ama biz o kadarına memnun oluyoruz. Kötü bir dönem yaşıyoruz. İlk iptal edilen konserler oluyor. Sahnede beş kişi görünüyoruz ama arkasında 20-25 aile var. Müziği susturuyorsun, televizyonlar vur patlasın çal oynasın devam, maçlar devam... Müziğin ne suçu ne? Terörizmin bitmesi gerekiyor!

>>Bir sanatçı olarak barışa dair çağrınız var mı?
Kesinlikle! İnsanlığa aykırı bu kavganın, bu ölümlerin bitmesi gerekiyor, ne olursa olsun! Her gün polis, asker insanlar ölüyor. Bir anlaşma dönemi vardı, onu niye geliştirmediler? Durulacak bu iş ama o insanlar boş yere ölmüş olacak. Bir zamanlar komünist diye insanlar ölüyordu, onlar niye öldü, Denizler niye asıldı? İnsan hayatının değeri fena halde ıskalanıyor. Yeniden seçime gidilecek deniyor, politikacıların bir kere halka saygı göstermesi lazım, daha başka bir şey denmez…

TENEKE TRAMPET HAYATIMI KURTARDI
>>Çocukluğa gidersek, ilk mandolinle başlıyorsunuz müziğe?
Aslında ilk teneke trampet, onu çok anlatmadım. Annem babam tüccar terzi, malzemelerini almak için İstanbul’a geliyorlar, her gelişlerinde bana hediye getiriyorlar. Bir gelişlerinde teneke trampet geldi ve o benim hayatımı kurtardı biliyor musun? Bir gün boynumda asılı, kaldırıma motosiklet park etmişler, ben motoru kurcalarken motor devrildi ve didonu trampetin üstüne geldi, trampet ezildi ama beni kurtardı. 6 yaşında filandım, kalçam kırıldı, aylarca hastanede yattım. Annem çok çekti benden, inanılmaz yaramazdım. Daha sonra hediye olarak radyo geldi, o zaman Ankara Radyosu’nda pazar sabahları 10:30’da Muzaffer Sarısözen programının müdavimiyim, her hafta yeni türkü dinliyorum, keyfe bakar mısın? Sonra mızıka hediye geldi, ona başladım. İlkokula başlayınca ikinci sınıfta akrabamız Hasan Bey Amca benim müziğe yatkınlığımı bildiğinden, müzik hocasına götürdü ve mandolin korosuna soktu, kısa süre koroda sonra solist oldum. Telli sazlara yatkınlığım hep vardı.

>>1959’da aileniz sizi okutmak için İstanbul’a gelmiş, öyle mi?
Aynen. Burada terziliğe devam ediyorlar. Oradaki evi satıp buradan ev aldılar. Baya çevre edindiler, ikisi de çok iyi terziydi. Müziğe izni bir şartla verdiler, diploma alacaktım. Mimarlıktı hedefim ama iktisat kazandım, diplomayı mutlaka alacağım söz veriyorum dedim ve aldım!

>>Aslında doktorluğu kazanmışsınız ama istememişsiniz.
İstemedim, bana çok kızdılar o zaman. Çünkü onlar sanatkâr oldukları için, emeklilik yok biliyorlar. Bankaya gir memur ol, sigortan olur, emekli olursun derlerdi. Moğollar isim oldu ama babamın hep bir memnuniyetsizliği vardı. Babam 2 sene evvel 103 yaşında öldü, ben de Bağ-Kur’daki eksik yıllarımı ödedim, emekli oldum ve doğru babama gittim, aferin oğlum dedi. Çok sevinmişti.

>>İlk bestenizi ne zaman yaptınız?
1971 ya da 1972 yılında yaptığım “Bu Nasıl Dünya” ilk bestem, sözlerini Cem (Karaca) yazdı. Hatta Fitaş Sineması’nda verdiğimiz konserde hayatımda ilk defa Cem bana zorla şarkı söyletmişti.

>>Sonra 1993’e kadar şarkı söylemediniz mi?
Söylemedim, yanımda Cem gibi bir yorumcu var, söylenir mi? 1994’te toparladık grubu, prova yapıyoruz, Serdar Ortaç’ın ilk meşhur şarkısı çıkmış. Taner, “O sesle şarkı söylüyorsa, biz de kendi bestemizi söyleriz” dedi ve söylemeye başladık. Yani Serdar Ortaç sayesinde şarkıcı olduk biz! Ama ben kesinlikle şarkıcı değilim, ben enstrümanistim, ben düz söylerim, gırtlak namesi bende yoktur.

>>Babadan bahsettik, anneden de biraz bahsedelim.
Babam manto tayyör, annem gelinlik elbise dikerdi. Bütün ailedeki gelinlikleri o dikmiştir. Tipik Anadolu kadını ama moderndi. Elinden her şey gelirdi, devamlı çalışırdı, arada evde bir yemek çıkardı nerden çıktı bu yemek derdik, öyle pratik bir kadındı. Astım hastalığına yakalandı, o dönem ilaç henüz kolay bulunmazdı. Çilekeş yaşadı. Ben de ablam da sonra rahatladık, babam o rahatlığı yaşadı, annemin de yaşamasını isterdim. Bir ablam var, benden 9 yaş büyük, ev kadını, onun 3 çocuğu var, hepsi doktor. Eniştem subaydı ama erken öldü. Benim de bir kızım var.

>>Bunca yılda küstüğünüz zamanlar oldu mu?
Eskiden oldu. Komik bir anı daha anlatayım. Evlendim, şu an oturduğum sokakta bir evimiz daha vardı. Gece 12’de sokak şehrin en haraketli yeri oldu, uyunmuyor. Ataköy’e taşındık, Cem de oraya taşındı. O zaman her zaman dizi müziği olmuyor, kirayı ödemek zor. Altın Güvercin yarışmasının zamanı geliyordu ve on bin lira ödülü vardı. Ben de oturdum beste yaptım, amacım Cem’e söz yazdırmak. Bir gün onları yemeğe çağırdık, rakıyı da koydum masaya. Cem’e bundan bahsettim, “Ben katılmam yarışmaya filan” dedi. “İyi sen katılma, benim söze ihtiyacım var, ‘Tamirci Çırağı’ gibi bir şey yazar mısın?” dedim, şişenin yarısına geldiğimizde sözler çıkmıştı. Ben onu kendim okudum, gönderdim, şarkı ilk ona kalmış. Beni telaş aldı, Cem’i nasıl ikna edeceğim? Bir yemek daha ayarladım, söylersin söylemezsin derken, “Sen söylemezsen ben söylerim” dedim, o da “Sen şarkıcı değilsin” dedi ve şişenin sonuna doğru el sıkıştık. Cem kadar verdiği sözün arkasında duran az insan vardır, ertesi gün nasıl söylendi bana. Ve birinci seçildik, on bin lirayı aldık. Bin lirayı Turhan Yükseler’e verdik, ikimiz 4.500 lirayı paylaştık. 600 lira kirayı ödeyemiyorduk düşünsene...