Sınır Tanımayan Doktorlar’ın mücadelesini anlatan ‘Yarınların Kadına İhtiyacı Var’ı Türkçeleştirenlerden Yeşim Yasin’in önsözde belirttiği gibi, “Bu rezil dünya için iyi bir şey yapın” ve kadının hak mücadelesinde cesur olun!

Yarınların kadına ihtiyacı var

AYŞEGÜL TÖZEREN

‘Yarınların Kadına İhtiyacı Var’ı Türkçeleştirenlerden Yeşim Yasin’in önsözde belirttiği gibi, “Bu rezil dünya için iyi bir şey yapın” ve kadının hak mücadelesinde cesur olun! Zincirlerimiz dışında -görülüyor ki- kaybedecek pek de bir şeyimiz yok

Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF)’in kadın sağlığı alanındaki mücadelesini anlatan ‘Yarınların Kadına İhtiyacı Var’ başlıklı kitabı İnsev Yayınları tarafından Türkçeleştirildi. Kitap, sadece sağlık personeline yönelik değil. Kadının evdeki, sokaktaki hak ve özgürlük mücadelesi ile ilgili kafa yoran herkese ilham verecektir.
Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF), 1971 yılında Biafra’da yaşanan kıtlık ve savaşın ardından bir grup doktor ve gazeteci tarafından Fransa’da kurulmuş. MSF, dil, din, ırk, cinsiyet ve siyasi görüş gözetmeksizin,1980’den bu yana toplam 28 farklı ülkede merkez ofis açmış,100 milyondan fazla hastayı tedavi etmiş. Türkiye Ofisi de bulunan MSF, 1992 Erzincan Depremi’nden bu yana büyük depremlerin sonrasında sağlık desteğinde bulunmuş, halen de Hatay, Gaziantep, Kilis ve Urfa’da Suriyeli mültecilere yönelik ruh sağlığı, birinci basamak sağlık hizmetleri, anne çocuk hizmetleri ile çalışmalarını sürdürüyor.

‘Yarınların Kadına İhtiyacı Var’ başlıklı kitap, hekimlerin istatistiklerin ötesinde, dünyada gebelikle ilgili nedenlerle günde ölen 800 kadın gerçeğiyle yani risk altındaki kadınlarla yüz yüze gelmeleriyle başlıyor. Kitabı hazırlayanlar, akademik bir kitap olmadığını, dahası bir politika veya yardım kitabı da olmadığını vurguluyor. ‘Yarınların Kadına İhtiyacı Var’, sağlıkçıların, hastaların görüş ve deneyimlerini birleştirme çabası.

Sierre Leone Cizre’den ne kadar uzağa düşer?

‘Kadın doğum acilleri’nde yaşananların anlatımının yer aldığı ilk bölümün başlığı: ‘Burada ağlasaydın, her gün ağlardın.’ Sierre Leone’deki geleneksel ebelerin bilgi yetersizliği, hastane yolunun güvenli olmaması gibi nedenlerle geç ulaşım gebelikten kadın ve bebek ölümünü artırıyor. Türkiye’de ablukaya alınan ilçeleri düşündükçe, Sierre Leone’nin pek de Cizre’den, Silopi’den, İdil’den uzağa düşmediği gerçeği yüze çarpıyor. Uzun süreli abluka altına alınmış bölgelerde kaç kadın evde doğum yaptı, kaç kadın gebelik kontrollerinden, kaç kadın ve yenidoğan doğum sonrası bakımdan yoksun kaldı? Bu nedenlerle kaç kadın ve bebeği kaybettik, kaybettik mi? Biliyor muyuz?

‘Yarınların Kadına İhtiyacı Var’ sağlık alanında bir deneyim paylaşım kitabı olduğu için özellikle sağlık hizmetlerine erişimde gecikmeleri önlemeye yönelik strateji önerilerinde de bulunuyor. Örneğin, hamile kadınların doğumdan önceki son birkaç haftalarını geçirmek üzere sağlık merkezinin yakınındaki gebe bekleme evlerine yerleştirilmesi seçeneğini öneriyor. Bir başka önerisi, bölgede öne çıkan jinekolojik hastalıklardan tedavi olmuş kadınların ‘toplum elçisi’ yapılarak, daha fazla hastaya erişimi sağlanması…

yarinlarin-kadina-ihtiyaci-var-168435-1.Kitapta yer alan ‘Güvenli Olmayan Kürtajın Sonuçları’ başlıklı bölüm yaşadığımız ülkedeki kürtaj tartışmaları açısından da değerli. 2004’te Nepal’de kürtaj yasağı kalktıktan sonra, gebeliğe bağlı ölüm oranının düşmesine, Amerika’da 1973’te kürtaj yasağı kalktıktan sonra, kürtaja bağlı ölüm oranlarının neredeyse sıfırlandığına dikkat çekiliyor. Türkiye’de kürtaj tartışmaları 1983 yılında 10 haftaya kadar isteğe bağlı kürtajın yasal hak olması ile birlikte bir süreliğine sonlandırılmıştı. Ancak kısa süre sonra muhafazakar iktidarlar kürtajı tekrar tartışmaya açtılar. Günümüze kadar uzanan kürtaj tartışmalarının, kürtaj yaptıran kadını ve kürtaj yapan hekimi en damgalayıcı olanı son yıllarda yaşandı. En nihayetinde, iktidar dilinde, kürtaj katliamla eş tutuldu. Bu tartışmaların bir sonucu olarak kürtaj yasal hak olmasına rağmen, devlete bağlı sağlık kurumlarının birçoğunda yapılamıyor. Bu durum da kadını güvenli olmayan kürtaja itiyor. Güvenli olmayan kürtaj yaptırmış kadınların karşılaştıkları sorunların anlatıldığı bölüm şöyle devam ediyor:

“Ne yazık ki insanlar güvenli olmayan kürtajın kendi toplumlarında yaygın olduğunu kabul etmemekte ısrarlılar.

Oysa bütün kanıtlar aksini gösteriyor: Kadınlar ve kız çocukları, eğer güvenli kürtaj imkânı yoksa gebeliklerini sonlandırmak için güvensiz yollara başvurmayı göze alacaklardır - hayati risklerini veya yasal kısıtlamaları bilseler ve hatta toplumun ileri gelenleri durumu inkâr etseler bile.”

Türkiye’de 10 haftaya kadar gebeliğin cerrahi olarak sonlandırılması otuz yılı aşkın süredir yasal hak iken kısır tartışmalar yüzünden halen medikal tıbbi tahliye tartışması başlatılamıyor.

‘Yarınların Kadına İhtiyacı Var’ın bir diğer bölümünün başlığı: ‘İstikrarlı Yerlerdeki Felaket.’ Bu bölümde cinsel şiddetin ardından gereksinilen tedavilerden söz edilirken, gebelik ve cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar açısından riskin önlenmesine ilişkin kritik süre olan 72 saatin önemi vurgulanıyor, cinsel şiddet mağdurlarının tedaviye gelmelerinin önündeki en güçlü engelin utanç olduğu belirtiliyor. Türkiye’de sorumluların cinsel şiddetle ilgili sorumsuz ifadelerini düşününce, ‘utanç’ duygusunun nasıl bir toplum baskısıyla oluştuğunu anlamak hiç de zor değil. Kitapta yer aldığı gibi, “Hükümetler için cinsel şiddeti görmezden gelmek çok kolay. Ve fakat problem orada duruyor.”

‘Yarınların Kadına İhtiyacı Var’ı Türkçeleştirenlerden Yeşim Yasin’in önsözde belirttiği gibi, “Bu rezil dünya için iyi bir şey yapın” ve kadının hak mücadelesinde cesur olun!

Zincirlerimiz dışında -görülüyor ki- kaybedecek pek de bir şeyimiz yok!