"Hande Aydın’ın zaman zaman çatlakları genişlettiği, zaman zamansa uçurumlar arasına asma köprüler yerleştirdiği dünyaya, yükseklik korkusu olmayan tüm yarım gölgelerin davetli olduğunu söyleyebiliriz."

Yarısı tam yarısı kambur bir kadın

Barışcan DEMİR

62 sayısıyla açılan bir roman Amor Fati. Daha en baştan bir tavşanın peşine düşeceğimiz belli. Tavşan kendi yazgı çukuruna doğru ilerlerken, biz de bu yazgıyı merak ederek onu peşi sıra takip eden bir gölgeye dönüşüyor gibiyiz. 62’yle başlayan cümledeki bu kovalamaca birden yeni bir sayıyla, 31’le kesiliyor. 62 numaralı otobüsün teker üstü koltuklarından birinde oturan 31 yaşındaki bir kadınla başlıyor kitap. Biçimlere dikkat eden bir göz için 62’den 31’e yapılan bu geçiş gizli bir bölme işlemi gibi. Kalanı bölünenin yarısı olduğu için, böleni de 2 olarak bulabileceğimiz bir işlem var karşımızda. Bu ikiye bölme işleminin sonucuysa, 31 yaşında yarım kalmış bir kadını veriyor elimize. Yine bir tavşanın peşindeyiz, fakat artık tavşan yarım bir tavşan. Kadın, bölünerek yarım kaldığına göre, biz daha ilk cümleden itibaren bir bölü iki bir kadının gölgesi gibiyiz. Romanın yazarı Hande Aydın, bu ikiye bölünmüş kadının gölgesi olabilmemiz için, bir okur olarak neredeyse bizim de ikiye bölünmemizi talep ediyor. Yarım yazgılara sevgi besleyen okurlar için şifa gibi bir roman bu.

Yarımlıkları tümleme denemeleri

Daha romanın ilk sayfasında yarım tavşanımızı neyin ikiye böldüğünü öğreniyoruz. Doğmalarına birkaç gün kala kordonuyla boğmuş bizimki ikizini. Henüz doğmadan yarattığı bu etkiyi bir cinayetmiş, cinayetin yol açtığı yarımlığı ise bir yazgıymışçasına üstleniyor tavşanımız. Kendini, kendiyle birlikte doğacak bir diğer bir bölü ikinin katili olarak hissedip bu hisle kendi yaşamını yarım bırakan bir kadının peşi sıra yürüyoruz. 62 numaralı otobüste yolculuk eden kadına baktığımızda, artık yalnızca 31 yaşındaki birini değil, 62’yi tamlayacak olan bir diğer 31’in yokluğunu da orada görmeliyiz. Bu ikiz yokluğun kendisini bir yazgı olarak kabul eden ve bunu bir duygu olarak daima kendinde tutarak yolculuk eden eksik bir tavşanının peşindeyiz.

Kitap, söz konusu eksikliğin metnin bütününe dağıtılmış olan ipuçlarını, kadının bilinç dizilerinde değil, ona eşlik eden bilinçdışı dizilerde yakalayabileceğimiz bir yolculuğa sürüklüyor bizi. İsmini de, mesleğini de, arkadaşını da, ilişkisini de kendindeki bu eksikliği tamamlamak için yarım olarak seçen bir kadınla karşı karşıyayız. İsmi Media. H’si eksik bir ad. Adlar kendi başlarına zaten her zaman boş kavramlardır, fakat kadın kendi adını bu H eksikliği üzerinden ele alışıyla somutlaştırır. Mesleği çevirmenlik. Çeviri, aktarılmak istenen orijinale kıyasla daima eksik kalan, güzel ya da kötü gibi sıfatlara sahip olabilirken, tam uygunluk kategorisinin daha en baştan dışına konumlanan bir iştir. Arkadaşı Tuba ise, duygulanımlarını bilişsel ve analitik etkinlikler aracılığıyla dışa vurmayı seçen ve böylece de daima duyguların kendilerine mesafeli kalan bir matematikçi. Eksikliğiyle ele alınan bir isim, eksik kalmak zorunda olan bir meslek ve duygusal açıdan eksik olan bir arkadaş. Tüm bu eksiklik göstergeleri, Media’nın yarımlığını kapatmak, deyim yerindeyse yarımlıktan kalan boşlukla yer değiştirmek için seçilmiş unsurlar dizisini oluşturuyor. Bir gölge olarak, Media’yı takip ettiğimiz kadar, Media’nın yer değiştirmelerle ördüğü bu dizinin de peşindeyiz. Asla tamamlanmayan, hatta ilerletildikçe eksikliği artan bir dama oyununu izler gibiyiz. Öte yandan, elimizde bu oyunu tepetaklak edebilecek bir taş daha var: Duygusal ilişki.

Yarımların karşılaşması

Karakter çerçevesinin patoloji merkezli kurulduğu böylesi metinlerde duygusal ilişki, metne elbette ad, meslek ya da arkadaşlık gibi unsurlardan daha güçlü, söz konusu arkaik duygu eksikliğini bertaraf etmek için daha büyük bir gösterge olarak dâhil edilecektir. Yine metnin başlarında karşılaştığımız Murat göstereni, daha en baştan ölü oluşuyla, diğer bir deyişle Media açısından o eski kaybın tekrar deneyimlenişi oluşuyla çıkarılır karşımıza. Bu, Media’nın şimdisindeki ikinci eksikliktir. Roman, bize Media’nın bu iki eksikliğinin geçmişte nasıl yer değiştirmiş olduğunu ve bu duygusal yer değiştirmenin de günümüze dek giderek nasıl sönümlendiğini verebilmek için, geçmiş ve şimdi arasında zikzaklar çizerek ilerlemektedir. Şimdi, ölmüş Murat’ın etkisinin şimdisi; geçmiş ise, kendi halinde kendisi de bir yarım olan Murat’ın Media üzerindeki yaşamsal etkisinin geçmişidir.

Bir bölü iki bir yaşamı yazgı olarak bellemiş bir duygu, tamamlanma hissine ancak kendi gibi bir diğer bir bölü iki yaşamla karşılaştığında ulaşabileceği için, Murat da Media’nın eksikliğine benzer bir duyguyla var edilmelidir. Kardeşi küçükken babası tarafından kaçırılmış olan Murat’ın yarımlık hissi hemen hemen Media’nınkine denktir, fakat tek bir farkla: Murat’ınkinde eksikliğin göstereni olan kardeşin yaşama olasılığı dünyayı hareketli kılarken, Media’nınkinde yokluğun kendisinin kesinliği dünyayı hareketsizleştirir. Böylece, dışarıdan daha canlı, daha sosyal ve daha hareketli gibi görünen bir yarımlıkla; kırılgan, dışa kapalı ve küçük hamleli bir yarımlık karşı karşıya gelmiş olur. Farklılıkları buluşturan şey aynı eksiklik duygusudur. Duygudaki aynılığın yarattığı ortaklığın coğrafyası, hareketlilik ve hareketsizliğe dair bu söz konusu farklılıklarla çatlayacaktır. Hande Aydın’ın zaman zaman çatlakları genişlettiği, zaman zamansa uçurumlar arasına asma köprüler yerleştirdiği bu dünyaya, yükseklik korkusu olmayan tüm yarım gölgelerin davetli olduğunu söyleyebiliriz.