İzmir 1. Uluslararası İzmir Film ve Müzik Festivali’nde Ulusal Yarışma 1 Temmuz’daki ödül töreni ile sonuçlanıyor. Yarışma filmlerinin ortak teması hesaplaşmalar.

Yarışmada hesaplaşmalar

İki haftadır İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali’nden söz etmem boşuna değil. Ülkemizde, Antalya, Adana, İstanbul, Ankara, Malatya’da gerçekleşen uluslararası film festivallerinin, Altın Süpürge Kadın Filmleri Festivali ve İşçi Filmleri Festivali gibi tematik festivallerinin yanına yeni bir festival katmak için uğraş veriyoruz, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin farklı birimlerinin yönetici ve çalışanları ile birlikte. Adını andıklarım dışında, festival gerçekleştiren başka kentler de oldu. Konya’dan İzmir’e, Marmaris’ten Safranbolu’ya pek çok kentimizde var olan kısa film festivallerini, çevre ve ekoloji temalı festivalleri bir yana bırakırsak, Bursa, Erzurum, Elazığ, Köyceğiz, Trabzon gibi kentlerimizde yarışmalı festivaller düzenlendi, ama bu denemeler uzun ömürlü olmadı ne yazık ki.
Sinema sanatının sevdalıları, adını andığım kentlerden birinde yaşıyorlarsa gerçek birer ‘sinefil’ olma yolunda mesafe kat edebiliyor, ama başka kentlerde yaşayanlar bu şansa sahip değil. Oysa, nitelikli sinema izleyiciliği de bir alışkanlık, süreklilik gerektirir ve festivali olmayan kentlerin izleyicileri televizyona teslim olur. Televizyonlarımızda da sinema sanatına ayrılan dakikalar sınırlı. TRT2’nin hakkını yemeyelim, bu alanda ‘2 Film Birden’ geleneğini sürdürerek, sinemayı bir sanat dalı olarak kabul edenleri filmsiz bırakmıyor. Dijital platform MUBI ise, Sinematek’in yokluğunu hissettirmeyen bir programasyon ile bu alana ciddi bir katkı sunuyor.

KURUMLAŞMA

Bir festivalin kurumlaşması için arkasında bir güç olması gerekiyor. Bu güç, ya sermayenin gücüdür, İstanbul Uluslararası Film Festivali’nde olduğu gibi ya da Ankara Uluslararası Film Festivali, Uçan Süpürge, İşçi Filmleri Festivali’nde olduğu gibi adanmışlık. Yerel yönetimlerin düzenlediği festivallerde de aynı adanmışlığa sahip olmak, yapılan işe inanmak gerekiyor. Aksi halde, Malatya örneğinde olduğu gibi, büyüme yolundaki bir festival kesintiye uğrayıverir. Ancak, kararlı bir başkan bir festivale süreklilik kazandırabilir.

İzmir’de şanslıyız; sanatın değerini ve işlevini bilen bir büyükşehir belediye başkanı ile yola çıktığımız için. Tunç Soyer’in, “İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali’ni büyütmek, kentin farklı bölgelerine yaymak istediğini biliyorum. Daha ilk yılımızda, festival ‘makinesi’nin daha iyi işlemesi için belediyenin tüm olanaklarını seferber etmesi boşuna değil; çünkü İzmir’i Akdeniz’in sinema merkezlerinden biri yapmak istiyor. Bu yüzden, halı saha olarak kullanılan, kentin tarihi sinema yapılarından Yıldız Sineması’nı satın alarak İzmir Sinema Müzesi kuruluşunun ilk adımını attı. Sinemanın hemen yanı başındaki, bir sanat merkezi olarak kullanılma potansiyeli olan Bıçakçı Han’da “Loca Memuru Yoksa Lütfen Zili Çalınız” adlı serginin açılmasına, pandemi koşullarında da olsa film festivalimizin başlatılmasına onay verdi.

Bir festivalin kurumlaşması için, en önemli koşul kent halkının etkinliğe sahip çıkmasıdır. Ama bu yetmez, merkezi hükümetin, yerel sermayenin ve akademinin desteğinin sağlanması, paydaşlar arasında uyumlu bir işbirliği ortamı yaratılması gerekiyor. İzmir’in bunu becerebilme kapasitesi var. Yeter ki, kentin sermaye kuruluşları, bu etkinliğin kente kazandırabileceği prestijin farkına varsınlar. Sermayeye ya da merkezi hükümete teslim olmuş büyük bir festival yerine, kentin tüm dinamikleri ile işbirliği yapabilen, işin özgünlüğüne ve özgürlüğüne saygılı, müdahaleci olmayan bir yerel yönetim tarafından sahiplenilmiş bir festival modelinin daha sağlıklı olduğuna inanıyorum. Çünkü yerel yönetim, halkın oylarıyla belirlenen, halkın her türlü ihtiyacına -bu arada kültür sanata ulaşma hakkına- cevap vermekle yükümlü bir organizmadır. Bu organizmanın yöneticilerinin de, kentlilerin kendilerini geliştirmeleri, bilinçli bir yurttaş olmaları sürecinde sanatın katkısının farkına varmaları, popülist politikalar yerine zoru seçmeleri gerekir. Tunç Soyer’in sanata duyduğu yakınlık, onu diğer başkanlardan ayıran bir özellik. İzmir’i ‘Sakin Metropol’ yaparak dünyada bir ilke imza atma yolundaki bir başkan, sinema ve müzik sanatlarını buluşturan festivalimizin dünyanın özgün festivallerinden biri olması için tüm olanaklarını seferber edecektir hiç kuşkusuz.

YARIŞMADAN İZLENİMLER

Film festivallerinin en popüler bölümleri yarışmalardır. Dünyanın neresine giderseniz gidin, bu böyledir. İstediğiniz kadar sanatta yarışma kavramına karşı çıkın, yarışmasız bir festivalin kitlelere ulaşması zordur. Festivalin tanıtımına katkısı kadar, sinemacılara sembolik de olsa destek sağlama avantajı oluyor yarışmaların. Tabi ki, festivalin özgün kimliğini vurgulayan bir yarışma olması kaydıyla. Ödülümüzün ‘Kristal Flamingo’ olmasının nedeni ise, İzmir’in dünyanın önde gelen flamingo yaşam alanlarından birine sahip olması. ‘Sakin kent’e yakışan sempatik bir simge… Yarışma, bu yıl ulusal düzeyde, ama gelecek yıl bir de Uluslararası Yarışma eklenecek programa.

Bir festival yönetmeninin en zor işlerinden biridir, yarışma seçkisini oluşturmak. Çünkü, yarışmadan maddi ya da manevi bir kazançla ayrılmayı hedefleyen çok sayıda yapımcı ve yönetmen vardır. Aralarından adil bir seçim yapmak gerekir. Her seçim gibi sübjektif bir seçimdir bu. Objektif kriterlerin yanı sıra, festival direktörlerinin estetik tercihleri hiç kuşkusuz rol oynar tercihlerinde. Festivallerde genellikle son bir yılın hasatı değerlendirilir. Ama, bu kez farklı bir seçim yaptık, pandemi nedeni ile bir hafta gösterime girip, kapanıveren, ya da hiç gösterim şansı bulamayan epey film vardı son iki yıldan. Onların tümü içinden bir seçki oluşturmanın daha adil olacağını düşündüm. Hiç gösterime girmemiş filmler de var bu seçkide, dijital bir platformda gösterilen filmler de...

FİLMDE SESİN ÖNEMİ

Bir başka tercihimiz de, festivalde kurmaca - belgesel ayrımı gütmememiz. On iki filmlik bir seçki ile yola çıktık, ama katalog baskıya girdikten sonra “Bir Nefes Daha” filminin yapımcısı, ilk gösterimi İstanbul’da yapmak istediklerini belirterek yarışmadan çekildi. Yorum yapmama gerek yok herhalde. Yarışma bölümündeki on bir film, Jürimizce filmde müziğin kullanımındaki ustalık ve işlevsellik gözetilerek değerlendirilecek. En İyi filmin yapımcısı, bir sonraki projesini İzmir’de çekmeyi düşünürse, İzmir Sinema Ofisi’nin 300.000 TL’lik lojistik desteğine hak kazanacak. En İyi Filmin Yönetmeni, En İyi Besteci, En İyi Oyuncular, En İyi Film Şarkısı ve En İyi Ses Tasarımının yaratıcıları da 10.000’er TL maddi desteğin yanı sıra, ‘Kristal Flamingo ödüllerine kavuşacaklar.

Ödül heykelciğimizi tasarlayan heykeltraş Sema Topaç’a, Jüri üyelerimize ve parasal ödülleri verecek olan Büyükşehir’in şirketlerinden İZELMAN’a teşekkürlerimizi sunuyoruz. Festival kapsamında, ikinci bir Jüri de televizyon dizilerindeki özgün müzikleri ve şarkıları -açık kanallar ile dijital platformlardaki dizileri ayrı kategorilerde- değerlendiriyor. Televizyon ödülleri de İZFAŞ tarafından verilecek.

SAHNE GENÇLERİN

On bir yarışmacı arasında, belirli bir yaşın üzerindeki yönetmen sayısı çok az. Yapımcılar için de aynı şey geçerli. Özetle, sinemamızda bu yıl sahne gençlerin... 30’lu yaşlarındaki Azra Deniz Okyay, Cenk Ertürk, 40’larındaki Zeynep Dadak, Tunç Şahin, Eylem Kaftan, Serdar Kökçeoğlu, Pelin Esmer, Faysal Soysal festivale gençliğin coşkusunu katıyorlar. Artık orta kuşağa terfi eden Ümit Ünal ve gençlere pabuç bırakmayan Ercan Kesal ve Reis Çelik’i de hesaba katarak söylüyorum bunu… Peki, ne anlatıyor bu sinemacılar derseniz, aklıma ilk gelen sözcük hesaplaşma oluyor. Kiminde bireyin kendisi ile hesaplaşması, kiminde sistemle hesaplaşma öne çıkıyor.

Azra Deniz “Hayaletler”de gençliğin hoşgörüsüz bir toplumsal yapıya isyanını dile getirirken, Tunç Şahin “İnsanlar İkiye Ayrılır”da acımasız bireylerin diğerlerini ezdiği kapitalist sistemle hesaplaşıyor. Ümit Ünal’ın “Aşk, Büyü, vs”si hayatta kendilerini gerçekleştirmeyi başaramamış, farklı sosyal sınıflardan iki kadının, toplumsal baskılar kadar kendileriyle hesaplaşmalarının öyküsü. Faysal Soysal “Ceviz Ağacı”nda hayatta yapmak istediklerini gerçekleştirememiş iki insanın birbirleriyle ve kendileriyle hesaplaşmalarını anlatırken, Eylem Kaftan’ın “Kovan”ı ülkesinden, kültüründen kopmuş bir kadının hesaplaşmasını konu alıyor. Cenk Ertürk’ün “Nuh Tepesi” baştan sona hesaplaşmalarla örülü. Dini ticarete alet eden bir sistemle hesaplaşma, karı koca hesaplaşması ve öykünün temelindeki baba-oğul hesaplaşması… Reis Çelik “Ölü Ekmeği”nde kuşaklar arası bir hesaplaşmayı, Pelin Esmer “Kraliçe Lear”de tiyatrocu köylü kadınların yaşama sevincini, kadınları sahnede görmeye hazır olmayan muhafazakar yapı ile hesaplaşmasını, Serdar Kökçeoğlu “Mimaroğlu”nda bir yaratıcının kendisi ve ailesiyle hesaplaşmasını, Zeynep Dadak “Ah Gözel İstanbul”da 17. Yüzyıldan Ermeni bir seyyahın izinden giden yönetmenin kentin yok edilen değerleriyle hesaplaşmasını, Ercan Kesal “Nasipse Adayız”da siyaset dünyasının cilvelerini gündeme getirirken, bir aday adayının maruz kaldığı aşağılanmadan etkilenerek kendisiyle hesaplaşmasını anlatıyor… Tüm yaratıcılara başarı dileyerek bitirelim.