Önce yas tutalım. Canımızdan can aldılar. Ankara’ da kolumuzu kanadımızı kırdılar, bizi öldürdüler. Yas tutalım, ağıt yakalım gidenlerimize.
Önce gidenleri düşünelim, gidenler üzerine düşünelim. Kimlerdi onlar? Sayıları bir yana bırakalım. Tekin, Abdülkadir, Seyhan, Vedat, Emine, Eren, Firdevs, Metin, Ebru, Leyla, Dilan, Feyyaz, Meryem, Dicle… Berna temizlik işçisiydi; işyerindeki patron zulmüne karşı mücadele ediyordu, üniversiteye gidecekti bu yıl… Gökhan, Uşak’ ta makine mühendisliğinde okuyordu… Muhammet, Tokat’ ta öğrenciydi. Onlar bizim parçalarımız ve bedenlerimizi paramparça ederek, bizi de parçalamaya çalışıyorlar…

Önce kayıplarımızın acısına gömülelim. Canlarımızın acısıyla yanıyor canlarımız. Bedenlerimizin, ruhlarımızın, akıllarımızın ve hayallerimizin bir parçası, kopup gitti bizden. Buna engel olmalı, onları bırakmamalıyız. Hatıralarını değil, bütün varlıklarını kendi içimize almalı, içimizde tutmalı, korumalıyız. Bırakmamalıyız hiç birini. Onlar artık daha da çok biziz. Kayıplarımızın ruhlarımızla bütünleşebilmesine olanak tanıyalım. Sadece öfke, onları unutmaya neden olabilir; öfkeye kapılmak yerine onların yüzlerine, sözlerine, gülüşlerine yoğunlaşalım. Onlar bizdik.

Şimdi en azından şimdi stratejileri, analizleri bir yana bırakalım, hele intikam yeminlerini, hele kahramanlık türkülerini. Önce kendimize dönelim, acımıza, korkumuza, yaramıza.

Biz neden ölüyoruz? Neden memleketin dört yanından kalkıp gelmiştik? Ne istiyorduk cumartesi Ankara’da? İnsanız biz. İnsan olduğumuz için toplanıyorduk. Barış olsun, kan dökülmesin, savaş olmasın diye düşmüştük yollara.

İnsanca bir hayat için hayal kurmaktan öte, yeni bir hayat kurmak, hayatları kurtarmak için gelmiştik.

Bizi hep öldürdüklerini bile bile gelmiştik. 1 Mayıslarda, Maraş’ta, Çorum’da, Mamak’ta, Gazi Mahallesi’nde, Sivas’ta, Roboski’de, Gezi’de, Diyarbakır’da, Suruç’ta hep bizi öldürdüklerini unutmadığımız için Ankara’ daydık.

Ne yaparsanız yapın sizin gibi savaşmayacağız, bize ne denli zulmetseniz de sizin gibi olmayacağız, sizin zalimliğinize dönüşmeyeceğiz demek için oradaydık. İnsanız çünkü, canımızdan can da alsanız, sizin katil sürülerinize benzemeyeceğiz; sizin gibi kan dökmek değil hayat inşa etmek istiyoruz, dediğimiz için Ankara’daydık. Bu dünyanın en güçlü, en manevi inancından beslendiğimiz için, insana sadece insanlığa inandığımız için bir araya gelmiştik.

Ellerimizde barış sözlerinden başka bir şey yoktu. Ellerimizi kırdılar. Bu denli yalın… Ruhlarımızdan sadece barışın mis kokusu yayılıyordu meydana, bize kendi kanımızı koklattılar. Olsun demeyeceğiz, kahramanlık naraları atmayacağız, içimiz paramparça; canımızı yakamadınız diyemeyiz, can evimizden vurulduk.

Korktuk da, paniğe de kapıldık. İnsanız biz çünkü, insanız korkarız. Ama en çok bizi öldürenlerin nasıl olup da insanlıktan bu kadar çıkabildiklerine tanık olmak korkuttu bizi. Korkuyorsak, ağlıyorsak, üzüntüden kahroluyorsak hala biz kalabilmişiz demektir. Hala insanız ve bizi insanlıktan çıkmaya çağıranlara boyun eğmeyeceğiz. Yasımızın özü bu olmalı.

Yas tutmalıyız ki insan kalalım, uğruna can verdiğimiz değerlerin doğruluğunu bir kez daha cümle alem duysun, görsün diye yas tutalım. Biz haklıyız, katillerimiz de biliyor bunu. Biz doğruyuz, ahlaklıyız, karıncayı incitemez, çiçeği dalından koparamayız solmasına kıyamadığımızdan. Bir ağacı kestirmemek için canımızı dişe takar, gölgesinde siper ederiz bedenlerimizi gövdesine.

Biz çokuz, kırılmakla bitmeyiz; kırılırız ama tükenmeyiz. Kanla beslenenlere karşı kırdıkları her fidanımızdan yeniden filizleniriz. Önce yas tutalım ki, insan kalabilelim ve bu insanlık düşmanlarından hesap sorabilelim. Bizi maruz bıraktıkları gibi değil, onları yargılarken de kendi insanlığımıza yakışır davranacağımızı bilmenin huzuruyla ağlayalım. Önce ağlayalım canlarımıza sonra devam ederiz hayatımızı kurmaya.