Olan biten kabaca değil açık net bir şekilde gözler önüne serildi. Nereye doğru evrileceği öngörülebilir. Gelişmeleri yakından izleyen, büyük bir sorumlulukla yorumlayan gazeteciler, yazarlar, üniversitelerinden uzaklaştırılmış akademisyenler, akademinin duayenleri, hukukçular anlattılar, yazdılar, çizdiler: Türkiye bir dönemeçtedir. Bundan böyle ne tür gelişmeler olacak sorusuna yanıt ararken bir iki olguyu öncelikle hesaba katmakta yarar var.

***

İlk olarak söylenmesi gereken klasik siyaset mekanizmalarının çalışmıyor olmasıdır. Türkiye Anayasa’nın, yasaların yerini pragmatik, karşısına kimse çıkmadığı sürece kendi “meşruiyetini” yaratan bir egemenlik modeli ile yönetiliyor. Muhalefet partileri ise bu durumu anlamak istemiyorlar. Onlar hâlâ siyasetin klasik yöntemlerinin geçerli olduğu, iktidarın eleştiri ile, hatalarının ortaya dökülmesiyle geriletilebileceği kanısındalar. Seçimlerde yeni güç dengelerinin ortaya çıkacağını umuyor; hesaplarını bu aritmetiğe göre yapıyorlar.

***

Oysa gelişmeler başka şeyler söylüyor. 2002’den bugüne olup bitenlere topluca göz atanlar sürecin istikrarlı bir gelişme gösterdiğini bilirler. 12 Eylül’ün toplumsal, siyasal, ekonomik tüm mirasını üstlenen, klasik politikaları bırakma konusunda yeterince cesur davranamayan Erbakan’ı bu nedenle terk eden parti büyük ölçüde amacına ulaştı.

İşçi hareketinin söndürülmüş, aydın hareketinin sindirilmiş olmasını mutlulukla karşıladılar; Özal dönemi liberallerinin de desteğiyle, IMF programı ile ekonomide yangını söndüren ama yükü halka havale eden neoliberal yöntemi ustalıkla kullandılar. Oldukça kısa sayılabilecek bir sürede laikliği, kurucu ideolojiyi geriletmeyi, gelişmeler karşısında dağılan klasik devlet yapsını tasfiye etmeyi başardılar. Bu süreçte daha sonra kanlı bir darbeyle iktidarı almak isteyen ama tasfiye edilen FETÖ’nün adalet mekanizması ve medyadaki etkin zorbalığı belirleyici oldu.

***

İktidar blokunun egemenliğini mutlaklaştırmak, otoritesini konsolide etmek, katılaştırmak için son bir iki adıma gereksinimi var. Blok kendine göre, kendine uygun bir seçim ve siyasi partiler düzeni ile devam etmek ve / ya da daha da katılaşacak olan modeli yeni siyasi yapının kaçınılmaz devamı olarak meşrulaştırmak istiyor. Her iki halde de muhalefetin devre dışı bırakılması modelin ana unsurudur.

***

İktidar partileri ekonominin derin, küresel krizden de etkilenen, Korona salgını nedeniyle iyice kötürümleşen bunalımı koşullarında bu politikayı nasıl izleyebilir? Tuhaf gelebilir ama tam da bu nedenle katılaşma politikaları izlemek zorundadır; iktidarda kalmayı sağlayacak başka bir çözüm normal siyaset düzeni içinde yoktur.

***

Eğer böyleyse, muhalefetin de gemileri yakması, kendi alışkanlıklarıyla, geçmişiyle, klasik politika yöntemleriyle bağlarını koparması gerekmez mi? Muhalefet partileri laik demokratik cumhuriyeti yenileyerek kurmak için harekete geçmek, klasik devlet reflekslerini bir yana bırakıp geniş bir konsensüsü aramak durumunda değiller mi?

***

İktidarın çoktan terk ettiği, ama muhalefete dayattığı siyaset anlayışı ile sorunlar çözülür diyen hâlâ var mı bilmiyorum. Hayat tersini gösteriyor, dayatıyor. Kitaptan öğrenilmiş reçeteleri bir kere daha denemek yerine, “ne yapmalı” sorusunu halka sık sık sormak, yanıtları, önerileri ciddiye almak belki daha yararlıdır. Bu aynı zamanda seçim sandığının devrilmemesi, demokratik olabilmesi için de iyi bir yoldur, yöntemdir.

Çünkü halk, şairin dediği gibi “yaşadıklarından öğrendiği bir şey” olandır.