Ahmet Kaya’dan çok dinledik; “Yasal mermisiyle bir komiser yaklaşmakta” dizesiyle biten “Başım Belada” şarkısını. Şiir Yusuf Hayaloğlu’nun. Devletin şiddetle olan bağı bu denli bir naiflikle anlatılmış.

Silah bir şiddet aletidir. Devlet de bu aletin yasal sahibidir. Silahın kullanıldığı her yerde devlet vardır. Bu alet bir araçsallık ilişkisi içinde devletin bünyesinde ideolojik omurga gibi durur. Burada devletin baskı aygıtları ve devletin ideolojik aygıtları gibi bir ayrım rasyonel Batı demokrasileri için anlaşılır olabilir. Rasyonellik sistem için temel ilkedir Batı dünyasında. Bu nedenle her türlü şiddetin uygulanmasında da yine rasyonellik ön plandadır. Batı kendi ülkesinde ideolojisini de görünür şiddet içermeyen politikalarla uygulamaya koyar. Bir başka deyişle rıza üretimi sivil görünümlüdür. Düzen şiddetin estetize/politize edilmesidir.

Bizde ise devlet şiddet tekelini elinde bulundururken ideolojik aygıtlar için bir “sivil” maske kullanmaya gerek duymaz. Bizde ve bizim gibi ülkelerdeki demokratik süreç Batı olgunluğuna ulaşmamıştır. Şiddeti kullanan süjeler rasyonel bir “kafada” olmayıp, kirli bir politik düzlemde en kaba yöntemlerle ülke yönetmektedirler. Rasyonel olamayan yöneticilerin elinde devlet şiddeti ve silahlarının olumsuz etkisi üstel oranda artar; grafik yukarı fırlar. Yani en kaba faşizan tablo yaşanır. Ölüler bile baskı altına alınır!

İktidar şiddetin kaynağı ve ilk nedenidir. Burada mutlak bir karşılıklılık ilişkisi vardır. İktidar ve şiddet unsurları birbirinin varlık nedeni, yaratıcısı ve sonucudur. İktidarın görünümü olan devlet, kurumsal şiddet aygıtıdır.

Yasal şiddetiyle bir cumhurbaşkanı Uzakdoğu gezisinden sesleniyor, “Bu durumdan kurtulmak için erken seçim…” Bu durum dediği aslında nedir? Ülkenin hızla kana ve çatışmaya sürüklenmesi. Oysa nerede bir silah patlıyorsa orada öncelikle o silahın yasal, meşru sahibi sorumludur. O halde bu silahlar erken seçim için patlatılıyordur.

Yasal şiddetiyle bir başbakan gazeteleri suç makinesine benzetiyor. Aslında sadece bu tanımlama bile gazeteler için bir “terör” saldırısıdır. Bu saldırıyı da yasal şiddetiyle bir başbakan yapıyor.

Dünya egemenleri yasal şiddeti kirli bir biçimde kullanmak için El Kaide’yi kullandı. Yetmedi, IŞİD’i kullanmakta. Bu kirli şiddet politikaları uygar Batı dünyasının kirli ekonomik faaliyetleri geri bıraktırılmış ülkelere kaydırmasının bir benzeri. Bizde ise kaydırılacak bir başka yer olmadığı için devlet yasal ve kirli şiddetini bizzat kendi toprağında ve kendi insanına karşı uyguluyor. Silah üzerindeki tekel yetkisi tehlikeye girince yine silaha sarılıyor.

Sözün özü, devlet, şiddeti kendisi için bir ayrıcalık olarak kurumsallaştırır. Politik bir enstrüman olarak iktidarının varlığı ve sürekliliği için bunu düzenler ve kullanır. Bu tablonun varlığı devam ettiği sürece hepimiz “tehlikedeyiz.” Yani sadece sıcak çatışma olan yerlerde yaşayanlar ateş altında değildir. Bu tehlike atmosferinden kurtulmanın yolu da devletin şiddetini ve silahını tartışmaktan geçer. Karşıtların birliği ve çatışma diyalektiği, tehlike altındakilere karşı/şiddet hakkı verir. Çatışmanın savaşın sorumlusu bu açıdan devlettir.

Bu verilere göre bir şiir kurmaya girişip, “kışın gülüşünde üşümedim/ gülüşün kışında buz oldum” desek, iki farklı anlamı ele almış oluruz. Oysa benzer biçimde devletin şiddeti…/ şiddetin devleti… gibi bir tersinlemeli cümle kursak, ortada yine tek anlam vardır; devlet ve şiddet. Ve para. Silah ve para arasındaki mutlak ilişkiyi de bu arada unutmayalım. Her savaşta duyulan silah seslerinin arasında duyulmayan ses, paranınkidir…

Haftaya dize;“Yüreğime koyduğun elin tadı her şey” (Emine Çakır, Yüreğimin Bir/Yanı, Akdeniz Y.)