İktidar varlıkların hareket edip yeni doğumlara, dünyalara gebe kalmalarını önlemek için tıka basa dolduruyor tüm boşlukları... Her şey taş gibi olmalı, kımıldamadan durmalı. Despotun sesi ortalıkta çınlıyor: Taşlar yerine oturacak, siyaset boşluk kaldırmaz

Yaprak kıpırdamıyor, hava neme doymuş, ağır ve yapışkan.  Kıvamlı bir sıvının, giderek daha da koyulaşarak lastik gibi uzayan yapışkan bir maddenin içine gömülüyoruz.  Boğulacak gibi oluyorum. Nefes alabilmek için boşluk arıyorum, belki bir yerlerde asılı kalmış bir hava kabarcığı. Birden iktidarın sesi duyuluyor: “Taşlar yerine oturacak, siyaset boşluk kaldırmaz.” Tüm boşluklar, yapışkan ve ağır bir maddeyle dolduruluyor hemen. Biraz nefes alabileceğim, kımıldayabileceğim küçük bir boşluk bulabilseydim keşke; gömüldüğüm maddenin içinde boşuna çırpınıyorum.  Hareket edememekten yorgun düşüyor ve bir taş gibi olduğum yerde asılı kalıyorum. İktidar boşluğu sevmiyor.

SOKAKLAR VE MEYDANLAR
Boşluklardan nefret edenler, yerlerini gösteriyor iktidara. Yeni Şafak yazarı, ülkeyi dolduran ve tüm bedenleri ve zihinleri kilitleyen ağdalı, yapış yapış maddeye rağmen soluk alabileceğimiz, hareket edebileceğimiz hava keseciklerini sayıyor birer birer: ODTÜ, Boğaziçi ve Bilkent. Kımıldadığımız,  düşüncelerimizin kımıldadığı sanat ve kültür kurumları dolgu maddesiyle doldurulmuştu zaten. Gazeteleri ve televizyon kanallarını saymıyorum bile. Ve sokaklar ve meydanlar. Başka diyarlardan gelen hava akımlarının deli deli estiği, bedenler ve zihinlerde ferahlık yaratan sokaklar ve meydanlar, yani kamusal boşluklar cıvık cıvık tüketim maddeleriyle, zihinleri ve bedenleri kilitleyen yapılarla tıka basa dolduruldu; olası her türlü boşluğu değerlendirip bedensel ve zihinsel hareket imkânı bulabilenlerin ise kolluk kuvvetleriyle önleri kesiliyor. En küçük boşluğa bile tahammül edemiyor iktidar.



ÖLÜMDEN KAÇANLARIN SIĞINAĞI

Ağdalı madde kaynıyor kazanda; kaynadıkça taşıyor, sınırların ötesine; yayıldıkça tüm boşlukları doldurarak yaşamı boğuyor. Katliamdan kaçanlar hayatta kalmak için can havliyle kendilerini dağlara atıyorlar. Düz ovaları kaplayan ölüm maddesinden kaçanlara sığınak oluyor dağlar. Düzlüklerin öldürücü ortamı dağlarda yerini boşluğa ve rüzgârlara bırakıyor. Ölümden kaçanlar boşluğa sığınıyor.

Yaşam boşluğu sever, ölüm sever iktidar ise tıka basa doluluğu. Tohum toprağın içinde çimlenirken köklerini, keşfettiği boşlukların içine doğru uzatır. Ağaçlar kudretlerinin elverdiğince yayılırlar boşlukta. İktidar ise boşluğu kendi ideolojisiyle, ölüm tarzıyla tıka basa doldurarak yaşamın kudretini bastırır; ölü formlar giydirir yaşama. İktidarın kıyımlarla budamaya çalıştığı Ezidilere nasıl da içim sızlıyor;  bahçelerdeki budanmış ve şekil verilmiş bitkileri görünce de içim sızlar. Boşluklar tıka basa doldurulurken yaşamın kudreti budanır. Ve bizler de kültüre edilmiş bahçe bitkileri olarak budandıkça budanıyor, kudretsiz, elsiz ve kolsuz bırakılıyor, zihnimizi ve bedenimizi kilitleyen bir matrisin içine gömülüyoruz. Kafataslarımızın içine sızan madde beyinlerimizi de pelteleştiriyor. Kudretimiz elverdiğince gelişip serpileceğimiz boşluklar tıka basa dolduruldukça ölü formlara dönüşüyoruz.

VARLIK VE BOŞLUK
İktidar hiç sevmez boşluğu; boşluk her zaman yeni doğumlara gebedir çünkü ve iktidarın en korktuğu şey: Neyin doğacağını kestirememesi ya da yeni bir şeyin doğması, yani yaşam. Boşluk varlığın sonsuzca bölünüp çoğaldığı ve başka varlıklarla döllendiği bir döl yatağıdır. Atomcu Filozof Demokritos gerçekte sadece iki şeyin mevcut olduğunu söylüyordu: Varlık ve boşluk. Boşluk sayesinde hareket eder varlık ve başka varlıklarla karşılaşarak, çarpışarak yeni dünyalar yaratabilir.

Bir başka Atomcu Filozof Lucretius, atomların ya da varlıkların çarpışarak yeni dünyalar meydana getirmesini ne güzel açıklamıştı: “Atomlardan biri yolundan saparsa, komşu atomla bir karşılaşma olmasını, karşılaşmalar çarpışmayı ve bu da bir dünyanın doğuşunu tetikler.”
İşte bu yüzden iktidar boşluktan nefret ediyor ve varlıkların hareket edip karşılaşmalarını ve yeni doğumlara, dünyalara gebe kalmalarını önlemek için tıka basa dolduruyor tüm boşlukları. Ağdalı madde giderek koyulaşıp taşlaşacak. Ve yerinden kıpırdayamayan, bedeni ve beyni taşlaşmış varlıklar, ölü formlar ancak tahammül edebilir iktidara. Her şey taş gibi olmalı, kımıldamadan durmalı. Despotun sesi ortalıkta çınlıyor: “Taşlar yerine oturacak, siyaset boşluk kaldırmaz.”