Edgar Morin Covid-19 ve kriz bağlantısına yoğunlaşan bir isim; kaleme aldığı ‘Yolumuzu Değiştirelim’de, pandeminin siyasi, ekonomik, toplumsal, ekolojik, ulusal ve küresel krizlerin bir araya gelerek megakrize yol açtığını söyleyip bunun tarihî ve sosyolojik çözümlemesini yapıyor.

Yaşam için yeni bir yol önerisi

ALİ BULUNMAZ

Covid-19 pandemisi, her şeyden evvel, salgınların varlığını ve yakın gelecekte, bunların yeni ve daha yıkıcı örnekleriyle yüzleşme ihtimalinin çok yüksek olduğunu anımsattı hepimize. Ardından, ‘verimlilik-büyüme-başarı’ çizgisinde sürdürdüğümüz yaşamımızda aniden başarısızlıklarla karşılaşabileceğimizi. Tedavi süreçlerinin, sağlık çalışanlarının ve hastalıkların, askerî ve militarist bir dille tarif edilmemesi gerektiğini.

‘Doğa insan içindir’ şeklindeki açık veya örtük düsturun ne kadar tehlikeli sonuçlara yol açabileceğini gösterdi Covid-19 pandemisi. Salgınların, şeffaf ve dürüst şekilde yönetilmesi gerektiğini, herkesi eşitlemediğini ve kapitalizmin bir halk sağlığı sorunu olduğunu da.
Bunların tamamı, Covid-19’un âdeta bir turnusol kâğıdı hâline geldiğini; başka bir deyişle kapitalist neoliberal sistemin krizini gözler önüne sermede önemli bir unsur olduğunu anlamamızı sağladı.

Kırılgan ekonomileri durma noktasına getiren salgını sonlandırmak için yine ekonominin devreye sokulduğu bugünlerde, zenginlerin daha zenginleştiğini, hatta sayılarının arttığını, yoksulların daha fazla yoksullaştığını, aşı ticaretinin hemen her gün hız kazandığını gördük.

1990’ların başında ‘tarihin sonu’nu ilan edenlere benzer biçimde ‘neoliberalizmin sonu’ ve ‘devrimin başlangıcı’ diyenler de var aynı sahnede. Grace Blakeley gibi soğukkanlı yorumcular ise meseleye dikkatle yaklaşıyor. ‘Tribune Mag’daki yazısında “neoliberalizmin sonunun gelmediğini ve küresel kapitalist sistemin tehlikede olmadığını” belirten Blakeley’e göre derin bir kriz var ve buradan çıkacak dünya, “daha önce olduğu gibi adaletsiz ve istikrarsız olacak.” Covid-19 pandemisi, aşıya erişim ve aşı ticaretindeki eşitsizlikler, bu bağlamda yakın geleceğe dair birer ipucu veriyor.

Edgar Morin de Covid-19 ve kriz bağlantısına yoğunlaşan bir isim; kaleme aldığı ‘Yolumuzu Değiştirelim’de, pandeminin siyasi, ekonomik, toplumsal, ekolojik, ulusal ve küresel krizlerin bir araya gelerek megakrize yol açtığını söyleyip bunun tarihî ve sosyolojik çözümlemesini yapıyor.

PARADİGMANIN BUHRANI

Covid-19 pandemisi sosyal, psikolojik, ekonomik ve kültürel bir kriz hâlini aldı. Morin’in deyişiyle hepsinin toplamından oluşan devasa bir kriz yarattı.
İnsanlık bugüne dek pek çok kriz atlattı ama Covid-19 pandemisi, yarattığı etkiyle öncekilerden farklı bir noktada duruyor. Morin bu farklılığı anlatıyor: “Kuşkusuz tarihte pek çok pandemi yaşandı. Kuşkusuz, bakterilerin küresel ölçekte birleşmesi Amerika kıtalarının keşfinden itibaren gerçekleşen bir vaka ancak Covid-19’un köklü yeniliği siyasal, ekonomik, toplumsal, ekolojik, ulusal ve gezegensel krizlerin bileşimi olan bir megakrize yol açmasıydı; bütün bu krizler, muhtelif ve birbiriyle bağlı bileşenler, etkileşim ve belirlenimler hâlinde yani ‘complexus’ kelimesinin özgün anlamı ‘birlikte dokuma’ manasında kompleks krizler olarak bir diğerini pekiştirdi.”

Morin’e göre Covid-19’un yarattığı megakriz, küreselleştirilen Batılı paradigmanın içine düştüğü buhranın bir sonucu. Biyosferi bozan, toplumu insancıllığın dışına iten, ilerleme adı altında ekolojik felaketlere yol veren, siyaseti ve ekonomiyi de bu kervana takan paradigmayı, Covid-19 pandemisi sırasında biraz olsun düşünme fırsatı yakaladık. Fakat Morin, bunun yeterli olmadığını ve yolumuzu değiştirmek için çabalamamamız gerektiğini söylüyor. Peki, bunu nasıl başarabiliriz?

Morin, her şeyden önce pandemi etkisini dikkate almak gerektiğini belirtiyor. İş-ev arasında mekik dokuyan ve ‘başarı-kazanç’ çemberine sıkışan herkesin bu dönemde, yaşamdan ve insanlık durumundan dersler çıkarmasının şart olduğunu düşünüyor yazar; bu bağlamda, post-hümanizmden hümanizme doğru tersine yolculuk başlatma zorunluluğu duruyor karşımızda. Doğanın sahibi ve efendisi olmadığımızı da anlamamız gerekiyor. ‘İnsan nedir?’ ve ‘Doğa nedir?’ sorularını yeniden gündemimize almamızın ve bunlara yanıtlar vermemizin elzem olduğunu hatırlatan Morin; ‘normal’, ‘eski normal’ ve ‘yeni normal’ tanımlarıyla birlikte, ölümle ilişkimizi gözden geçirmemiz için çağrıda bulunuyor. Ardından, tüketime dayanan yaşam anlayışı ve göz ardı edilen dayanışma kültürü üzerine düşünmek gerektiğini söylüyor. Bunlarla birlikte, toplumsal ve küresel eşitsizliklere, farklı salgın yönetimlerine ve krizin seyrine dair fikirler üretmenin de zorunlu olduğunu anımsatıyor.

Morin’e göre şeffaflık ve teknoloji bağlamındaki akıl krizi de Covid-19 pandemisiyle birlikte belirgin hâle geldi. Bunlara siyasi istikrarsızlıklar ve ekolojik krizler de eklenince pandemi etkisinin çemberi tamamlanıyor. Yazar, bu sorunların birbirinden ayrı düşünülemeyeceğini ve hümanizm yolunda her birine aynı anda çözüm üretmek gerektiğini hatırlatıyor.

UMUDU YEŞERTECEK TAZE POLİTİKALAR

Büyük bir yaşam krizi yaratan Covid 19 pandemisi sırasında, ‘eski normal’e dönüp dönemeyeceğimizi tartıştığımızı anımsatan Morin, bunun da bir kriz hâline geldiğini, asıl tartışmamız gerekenin ise neoliberal kapitalist sistem ve onun hayatımıza yerleştirdikleri olduğunu belirtiyor. Olağanlaştırılan krizlere ve özgürlük-güvenlik ikilemine, tüketim kültürüne, dijitalleşmeye, ekonomi-ekoloji çelişkisine yoğunlaşma zorunluluğundan bahsediyor. Bu tartışmaların sağlıklı bir zihinle yürütülebilmesi, devrim ya da toplum projesinden önce, yazarın ifadesiyle bir yol değişikliği sayesinde mümkün olabilir.

Morin, yeni bir politik-ekolojik-ekonomik-sosyal yoldan söz ediyor. Bunun merkezine ise toplumu insancıllaştırmayı ve yeniden canlandırılacak bir hümanizmi koyuyor. Yazarın yol tasavvuruna gıda, tarım ve doğa politikaları, büyümenin ekoloji temelli sürdürülmesi, refahın herkesi kapsayacak şekilde planlanması, uzmanlığın ve liyakatin esas alınması, ekonomik oligarşilerin iktidarının frenlenmesi, yurttaş katılımlı demokrasi reformu, dayanışma siyaseti, benmerkezciliği terk edip sorumluluğu hatırlatma, insan topluluğuna üye olma bilinci uyandırma, göçmenleri ve yerli halkları koruma, doğaya uygun yaşama, su politikası üretme, birliği ve çeşitliliği beraberce savunma, dünya kimliği yaratma, tehlike ve tehditlere karşı kişileri uyanık tutacak umudu yeşertme yer alıyor.

Morin’in yol tasavvuru, ütopya ve gerçekçilik sınırında bulunuyor, umudu ve sevgiyi içeriyor. Bir megakriz ortamında yazarın önerileri, belki uzak geçmişten kalan romantik öğeler barındırıyormuş izlenimi verebilir. Fakat her büyük kriz ânında dönüp geçmişe baktığımız dikkate alındığında, tüm bunları es geçemeyiz.
Son söz Morin’in: “Macera her zamankinden daha belirsiz, her zamankinden daha korkunç ve daha heyecan verici. Bu maceraya kapılmış giderken Eros’un safında yer almak mecburiyetindeyiz.”