Yaşam mücadelesi
‘Bir Sokak Kedisi’ adlı sergisiyle Ankaralı sanatseverlerle buluşan Doç. Dr. Özge Gökbulut Özdemir, “İzleyicinin üretici-tüketiciye dönüştüğü günümüzde, sanat da sanat-toplum ilişkisi de yeniden sorgulanıyor” diyor.

Esme ARAS
Bugüne kadar İngiltere’de iki, Türkiye’de beş kişisel sergi açan Doç. Dr. Özge Gökbulut Özdemir, plastik dilin yanında şiirsel metinlerin de yer aldığı ‘Bir Sokak Kedisi’ adlı sergisiyle Ankaralı ziyaretçilerle buluştu.
Yeni deneyimlere açık, kavramsal ve soyut çalışmalardan oluşan, canlı performanslara yatkın yenilikçi bir tarzı benimseyen ödüllü sanatçı Özdemir ile sokak hayvanlarına yönelik katliamların gölgesinde, kedi imgesinden yola çıktığı sergisi ve yeni değer odağında sanatla etkileşim deneyimi hakkında konuştuk.
Sizi yakından tanıyalım; kendinize yeni deneyimlere açık, yenilikçi bir tarz yaratmadan önce resim sanatıyla buluşma sürecinizden bahseder misiniz?
Sanatçı Nur Gökbulut’un kızı olarak, sanat ortamının içine doğmuş olmakla başladı sanat yolculuğum. Boyaların, atölyelerin içinde büyüyen bir çocuk olarak kendimi bildim bileli resim yapıyorum, sanat üzerine düşünüyorum, sanatı, sanatçıyı, sanat ile toplum, sanat ile pazar arasındaki ilişkiyi sorguluyorum. Alanın bu kadar içindeyken, iktisat, işletme ve iletişim gibi başka disiplinleri yolculuğuma dâhil etmem de aslında vurguladığınız ‘yeni deneyimlere açık’ yönümden kaynaklanıyor sanırım. Sanattan uzak gibi görünen bu disiplinler, çok boyutlu düşünme ve analiz etme pratiğinde bana eşlik ediyorlar. Kısaca içine doğduğum sanat alanı hem pratik hem de teorik olarak hayatımın merkezinde yer almaya devam ediyor.
Ankara Krişna Sanat Merkezi’nde açılan ‘Bir Sokak Kedisi’ adlı kişisel serginiz sosyal sorumluluk kapsamında değerlendirildi. Bireyselden toplumsala evrilen sergi fikrinin temelinde yatan duyguyu, deneyimi bizimle paylaşır mısınız?
Sergi fikri, çocukluğumdan beri içimde taşıdığım kedi fobisinden arınmamı sağlayan kedim MissCat ile tanışmama, 2021’e dayanıyor. Bu korkudan arınmak üzere çıktığım yol, beni asla hayal edemeyeceğim bir duyguyla tanıştırdı. Sergi fikrinin altında yatan da, bu yoğun duyguyu ve deneyimi dışa vuruma arzusuydu. Bireysel bir bakışla odaklandığım kedi imgesi, bugün içimizi parçalayan katliamlarla birlikte başka bir yaşam mücadelesinin de temsiline dönüştü. Sokak hayvanlarına yönelik katliamların gölgesinde ‘Bir Sokak Kedisi’ sanatsal bir paylaşımın yanında, aynı zamanda bir sosyal sorumluluk projesiydi benim için.
Genelde kavramsal, soyut çalışan bir sanat anlayışınız varken, ilk kez kedi figürünü resmin içine yerleştirdiniz. Soyut resmi inkâr etmeksizin, burada yaşamın bir parçasını kedi imgesi üzerinden yansıtmaya çalışmaktaki amacınız neydi?
Bu kez doğa ve insan arasındaki ilişkiyi evrimsel süreçte vahşi doğadan kopup insanla aynı alanı paylaşan kedi imgesi odağında ele aldım. İnsanlığın, şehirlerin, sokakların kedi ile kurduğu ilişkiyle birlikte kedinin bağımsız, özgür karakterinden ödün vermeyen doğasını yani soyut varoluşunu tuvale taşımak istedim. Sokak kedisini, evcilleşmiş bir hayvanın çevresiyle, insanla kurduğu ilişkinin ötesinde özgürlük, mücadele ve varoluşun temsili olan bir varlık olarak gördüm. Hem insanın hem de kedinin ‘vahşi’ sokaklarda yaşadığı bu yaşam mücadelesini kedi imgesi üzerinden vurguladım. Bu anlamda soyut resmimin figürü olarak nitelediğim renk, yerini bir kediye bıraktı. Bir kedi ki tüm soyut varoluşuyla yine izleyicisinin zihninde…
Bir canlı performans sırasında yaptığınız soyut tabloyla Birleşmiş Ressamlar ve Heykeltraşlar Derneği’nin uluslararası etkileşimli 54. yıl sergisinde yer aldınız. Günümüz resminde izleyicinin edilgen hâlinden sıyrılıp aktif katılımcı ya da üretici-tüketiciye dönüşmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Evet, ‘Sesin Derinliğine Kromatik Dokunuş’ isimli trio eşliğindeki canlı performansta amacım, müzikten ve izleyicinin aktif tanıklığında bir yaratım süreci deneyimlemenin yanında, müzik ve resmi eşanlı ve etkileşimli olarak sahnede izleyiciyle buluşturmaktı. İzleyicinin müzik eşliğinde yaratım sürecine tanıklık ederken, aklından tuttuğu bir rengin yolculuğunu izlemek ve zihninde kendi resmini yapmak yoluyla resme dâhil olmasını sanatla gerçek bir etkileşim deneyimi olarak önemsiyorum. Bugün hiç olmadığı kadar etkileşime, yeni deneyime ve birlikte yaratmaya açık olan dünyada, sanat ortamı da artık atölyeden galeri ya da müze duvarına taşınan bir değer yaratma sürecinden daha fazlasına ihtiyaç duyuyor. İzleyicinin üretici-tüketiciye dönüştüğü günümüzde sanat da sanat-toplum ilişkisi de bu çerçevede yeniden sorgulanıyor.
Aynı ölçüde sanatın araçları ve hızı da giderek değişiyor. Bireyin yaratım sürecine katkısı/katılımı olması yanında, eserle ‘selfi’ çekmek istemesi durumunda, tüketim toplumu içinde sanatın bir malzeme hâline gelişi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Özellikle sosyal medya aracılığıyla sanat eserleri de hızla paylaşılıp hızla tüketilen nesnelere dönüşüyor. Çeşitli sebeplerle sanatın, sanat eserinin hayatımızda olmasını sanat-toplum ilişkisi adına önemli görüyorum ancak sanatın selfi karelerinde yer aldığı kadar temel eğitim süreçlerinde ve kamusal alanda yeterince yer alması sanatla anlamlı ve gerçek bir etkileşim için şart görünüyor.