Oylun Davran Erdayı'yı bilir misiniz? Ankara Devlet Operası sanatçılarından olan Oylun, çok iyi bir şarkıcı ve eğitmen olduğu kadar çok iyi bir yazar, şair ve hatta filozoftur da. Davran, Oylun'un çok erken yitirdiği kardeşinin adı. Artık Oylun'un adında yaşıyor. Çok güzel bir adam, çok parlak bir heykeltıraştı Davran.

Oylun'un çok sevdiğim bir yazısı vardır. Ne zaman bir sevdiğimi kaybetsem ve hatta bu bir de erken ölümse Oylun'un bu yazısı gelir aklıma. Bu hafta köşemi Oylun Davran Erdayı'nın “Gerçek Bir Sevginin Bedenini Kaybedenler İçin Requiem” adlı yazısına ayırmak istedim. Ancak tüm yazı buraya sığamayacak kadar uzun. Sizinle bu yazıdan bölümler paylaşacağım. Umarım yazının tamamını da okursunuz...

“...

Ölüm gelir sizin 13 yaşındaki yavrunuzun, 45 yaşındaki annenizin, 39 yaşındaki kardeşinizin üzerine basar. Bazen hayatı tanımamış olan, şanslı mı şansız mı olduklarını hala derinlemesine düşündüğüm bir kaç aylık bebelere....Gökdelenler dikseniz, dünyanın bir ucuyla anında iletişim kurabilseniz, elektriği atomu keşfedip, kıçınızı el değmeden otomatik olarak yıkayan tuvaletler icat etseniz de, siz dünyanın hala en aciz yaratığısınızdır. İnsanın yamyamlığı, yok ediciliği, kavgacılığı, huzursuzluğu bundandır! Tüm bu karmaşa ve güç gösterisi, insanın, doğa ve onun kurallarının karşısında durabilirliğine ona hükmedebilirliğine inanması için, yine kendi tarafından icat edilen nafile kaçış yollarıdır. Tüm bu yok ediş ve yıkıma bir aklayıcı lazımdır. İNANÇ!

***

Yaşamın ya da ölümün bir düzeni- bir sistemi yoktur. Ki bu yüzden bazen bebeler ölü doğar; dehalar asalaklardan kısa yaşar; gencecik ve ışıltılı insanlar yaşamdan koparken tüm kötülükleri var edenler- onu bir sistem sayanlar ve önünde secdeye duranlar uzun bir yaşamla ödüllendirilir. Bu rastlantısallıkla çarpışmak insanın aklını başına almadan baş edebileceği bir durum değildir. Bu yüzden o, bir güce, bir yaratana, bir kadere, onu koruyup kollayan bir ritüele, bir kudrete ihtiyaç duyar. Yakınlarını kaybeden insanların acı içindeki söylemlerine bakın: sevdiklerinin başka bir boyutta olduğunu, başka yaşamlara geçtiğini, cennet diye tanımlanan o dinginliğe kavuştuklarını ve artık emniyette olduklarını düşünürler. Ancak acıları devam eder. Ki ne tuhaftır; her şey bu kadar mutsuzluğa bulaşmışken, dünya bu kadar ıstırapla doluyken, ruhlar bu lanetlenmiş hayal kırıklığı cehenneminde kavrulurken, dinginliğe kavuşan bu yakınlarına üzülmek ne demektir? Çünkü insan ikiyüzlü ve korkaktır!

***

Kimdir gerçeği söyleyen: yüreklerimizi ferahlatan, yaşama geri dönüşümüzü kolaylaştıran, bizi o ölümün soğuk ağırlığından uzaklaştıran, çaresizliğimizi hafifleten safsataları değil; canımızı acıtan ve hayatı olduğu gibiliğiyle kucaklamak gerekliliği gerçeğini kim söylemiştir? Cennet ‘e gidenler mi, aramızda gezinen ruhlar mı, ikincil hayatın bile maddeciliğinde ne olur ne olmazcılığına düşmüş eşyalarıyla gömülen soylular ve tanrıların çocukları mı, gözlerine konan iki madeni parayla uğurlananlar mı, yakılıp doğaya karışanlar mı, karma mı, tanrı mı, dinler mi; felsefe ya da bilim mi? Her biri inananlarını ferahlattıkları ölçüde doğrudur; itirazım yok, ancak gerçekler? İkinci hayata inanlar hiç mi bir sivrisinek öldürmediler; ya anneleriyse....Tanrı neden bu kadar kötülük saçan insan varken ışık ve iyilik saçan gencecik insanları, dehaları çekip alıyor hayattan? Yeniden başka bedende doğuş var ise, ben, ben olduğumu bilmezken ben miyimdir o yeni bedenimdeki ben? Sevdiklerimi tanımıyor, beni sevenler tarafından tanınmıyor isem hangi zavallı bir ümit ediş haklı çıkarır inancımı? “Tanrı sevdiği kullarını yanına erken alır” diyenler, siz uzun yaşayışınızla inandığınız tanrının sevmediği, onaylamadığı kulları olduğunuza bir destek atmış olmuyor musunuz? Bunun için mi dua ediyorsunuz; tanrı yaşamınızı kısa tutsun ve çoluğunuz çocuğunuzla sizi genç yaşta yanına alsın? Yaşamak ve hayatta kalmak değil midir duaların amacı ve teması? Tüm canlıları ayırmaksızın sevmek, onları yok etmemek, doğayı kucaklamak, böcekleri öldürmemek, siz daha çok beton yapı dikin diye kedileri köpekleri barınaklara tıkıştırmamak, her türlü günahınız bağışlansın diye hayvan boğazlamak yerine günah işlememek, muhtaç olanlara yardım etmek, insanları incitmemek, gerçekten ama gerçekten sevebilmek sade ve iyi bir insan olmak bu kadar kolay ve dinginlik getirecek bir şey olmasına karşın, bu kadar pisliği, kötülüğü, yıkımı yaratıp, sonrada kendi çöplüğünüzde kimliksizleşerek, bönleşerek, birey olamadan gitmek ve bundan şikâyet etmek niye? Sen her türlü kötülüğü keşfeden ve yaşatan insan, korkmalısın tabi ölümden! Çünkü bu kirlenmişliğin yegâne tanrısı ölümdür. Adaletin var olduğu yegane şey, herkesin- ama herkesin bir gün ölecek olmasıdır!

***

Bir sevgiyi; gerçekten gerçek bir sevgiyi kaybettiğinizde ve ölüm burnunuzun dibine girdiğinde o sevgiyi büyütmek için çırpınmak yürekliliğidir yaşamak! ONU-o canının parçası olan şeyi, seni bir başına başa çıkılmaz bir terkedilişe mahkum etmesine rağmen, onu sevmek, daha da sevmek, daha da sevebilmektir yaşamak! o öpmeye, koklamaya doyamadığın bedenin etlerinin çürüyüp düşmesine tanık olurken, "karanlıklardan daha karanlık varmışlığın" dehşetiyle gözlerin tavana dikiliyken, bir nefesi kendin için alıp, o nefesi onun için vermek demektir yaşamak! Yaşam, yaşayanlara yalan dolan bir edayla kırıtsa da, ölümü çırılçıplak bir samimiyetle kabullenmektir yaşamak!”
….

Yazının tamamı için tıklayın