Murat Karadağ’ın ilk şiir kitabı “İmgeler ve Cesetler” yayımlandığı kısa süre içerisinde üçüncü baskısını yaptı. Karadağ, “Şiir, aynı zamanda imgeler bütünüdür. Her türlü cesetleri içinde barındırır” diyor.

Yaşam ve ölüm dizelerde buluştu
Fotoğraf: BirGün

Işıl ÇALIŞKAN

Murat Karadağ’ın “İmgeler ve Cesetler” kitabındaki, “Elbet o gemi gelecek, korkularıyla, dalgalarıyla, dümeniyle” dizeleri tam da ihtiyacımız olan umudu yeşertiyor. Yaşam ile ölüm arasındaki ince çizgide adeta bir cambaz gibi yürüyor dizlerinde Karadağ. Cemal Süreya’dan Edip Cansever’e, Turgut Uyar’dan, Ece Ayhan’a kadar pek çok usta isme selam çakmayı da ihmal etmiyor şair. Karadağ ile ‘İmgeler ve Cesetler’i konuştuk.

İmgeler ve Cesetler’le ilişkiniz şiirlerde nasıl vücut buldu?

Şiir, bana göre aynı zamanda imgeler bütünüdür. Hikâyelerin, düşlerin, yaşananların ve arzu edilenlerin en öz anlatımıdır. Bu imgeler aynı zamanda bir nevi geçmiş ile de kurulur. İşte geçmiş denilen dönem bana göre cesetlerden ibarettir. Her türlü cesetleri içinde barındırır. Bazıları acı verirken bazıları huzur verir.

Bu sizin ilk şiir kitabınız. Şiir kitabınızı okurla buluşturmak için neden şimdiyi beklediniz?

Üniversite yıllarımdan beri düzenli olarak şiir yazarım. İkinci yeni şairleri başta olmak üzere şiir okumayı da severim. Paylaşım aşamasına gelince; sanatın tüm dalları bir doğumdur aynı zamanda. Doğumun gerçekleşmesi için birtakım olgunlaşmalara ve sürece ihtiyaç vardır. Ve bu süreçler de canlı türlerine göre değişkenlik gösterir. Galiba “İmgeler ve Cesetler”in doğum tarihi yeni gelmişti.

Şiirlerin üzerinizdeki çekim gücünü nasıl tanımlarsınız?

Yukarıda da bahsettiğim gibi şiir bana en öz anlatım biçimi gibi gelir. Örnek verecek olursak; yaklaşık 4 ton gül çiçeğinden bir kilogram gül yağı elde edilir. İşte bana göre şiirin karşılığı tam da bu yağdır. En küçük miktarı dahi, yoğunluğu ile büyük etkiler yaratır. Şiir de birkaç cümle ile size onlarca kitabın bırakmadığı etkiyi bırakır. Şiir yazarken de en az kelime ile çok şey anlatmaya çalışırım. Asıl kısmı okuyucunun imge dünyasına bırakırım.

Size kelimelere şiir yazdıran duyguyu nasıl tanımlarsınız?

Şiir, biraz da uçurumdan bırakılmış tüyden ses beklemeye benziyor. Duygularınızı yoğun yaşadıkça bir şekilde bunu dış dünyaya aktarmaya çalışıyorsunuz, görülmek ve beğenilmek istiyorsunuz. Sanat da bunun için vardır bir nevi. Amaç duyulmaktır asli olarak. Kimsenin izlemeyeceği bir sinema filmi, kimsenin dinlemeyeceği bir müzik eseri veya kimsenin görmeyeceği bir resim düşünün; burada üretmek imkânsızlaşır. Çünkü asli amaç görünür olmaktır. ‘Ben de buradayım’ demektir. Bir nevi duruş sergilemektir. Şiir yazdıran duygu da temel olarak tam burada başlıyor diye düşünürüm.

Cemal Süreya’ya da yazılmış bir şiiriniz var. Size ve şiirinize olan etkisinden bahseder misiniz?

Garip akımı ile başlayan ve ikinci yeni akımı ile devam eden şiir anlayışı beni etkilemiştir. Cemal Süreya da bu açıdan bende önemli yeri olan şairler arasındadır. Gerek yaşanmışlıkları gerekse de bunların şiirde yer bulması beni her zaman başka dünyalara götürür. Çocuk masallarında vardır ya sihirli bir kapı, oradan geçersiniz ve bambaşka bir dünya ile karşılaşırsınız. Galiba Cemal Süreya da benim için bu kapıyı temsil ediyor. Tabii kitaptaki şiir Cemal Süreya’ya yazılsa da Edip Cansever, İlhan Berk, Turgut Uyar, Ece Ayhan, Özdemir Asaf, Didem Madak, Nilgün Marmara ve birçok şair benim için bu kapıyı temsil eder.