Eğitim ve öğretim yılının sonuna geldik. Sürekli değişen çalışma takvimi, çocukları ve eğitimcileri hiç olmadığı kadar zorladı. Çocuklarımızın öğretim yılı içinde aldığı ya da kaçtığı sorumlulukların, hayatın önlerine çıkardığı mutluluk ya da sıkıntıların, yaşadıkları değişimlerin, uğradıkları kayıpların sonuçları zamanın mizan defterine işlendi.

Çocuğun okuluyla kurduğu ilişkide yetiştiği ailenin, eğitime yüklenen anlamın, içinde bulundukları sosyoekonomik çevrenin, ebeveynlerin eğitim geçmişlerinin izlerine rastlamak olası. Çocuğun kişilik özelliklerini ve sistemin dayattıkları karşısında takındığı duruşu ayrı tutuyorum. Konu bu denli çetrefilliyken çocuğun kendi eğitim sürecine ilişkin söz ve tercih hakkını kullanması ne ölçüde mümkün olacak? Bu haktan mahrum olan çocukların sayısı hiç de az değil. Karar almayı gerektiren yol ayrımlarında, beklenmedik fırsatlar ya da ani hüsranlarda çocuğun duygu ve düşüncelerini görmezden gelen ve baskın bir tutum sergileyen anne babalar dramatik bir çıkmazda olabilirler mi?

Dikkatimizi oyun grubu ve kreş çağı çocuklarına yönelttiğimizde okula başlamak için can atmanın isteksizlik karşısında baskın geldiğini görebiliriz. Başlangıçtaki heyecanın korunup sürdürülebilmesi ise ciddi bir emek gerektiriyor. Bu aşamada merak duygusunu körelten, çocuğu yetersizlik duygusuna sürükleyen her yaklaşım onarılamaz yaralar açabiliyor. Çocuğunu okulun kapısından içeri bıraktığı anda eğitim ve öğretim sorumluluğunu tümden üstünden atan ebeveyn bir de yüksek başarı beklentisine kapılınca iyiden iyiye tehlike çanları çalıyor. Öğrenmekten, hayal kurup hedef belirlemekten alınan keyif okul-aile-çocuk arasındaki uyum ve dayanışma sayesinde artıyor. Eğitim eşitsizliğinin sürdüğü günümüzde eğitim öğretimde maddi ve manevi kayıplara uğramadan ideal olana yaklaşmak bir mucize. Sağlık gibi eğitim de kapitalizm çarkının dişlisi haline geldi. Yaşam fabrikasının ürün bandında özgürlük, mutluluk ve başarı çok nadir birlikte paketleniyor. Meslek etiğinden ve çocuk sevgisinden ödün vermeyen anlayışlı ve yaratıcı eğitimciler mücadelelerini yalın kılıç sürdürüyorlar.

Bugün bahsedeceğim ilk kitap çocuklarımızın öğrenciliklerini, eğitimdeki önceliklerini gözden geçirmelerine yardımcı olacaktır. Diğeri onlara biricik oluşlarını hatırlatacak, oyun eşliğinde farkındalık kapısını aralayacaktır.

Bir okuldan beklentimiz nedir? Marianne Dubuc eğitimden beklentilerimizi ve ihtiyaçlar gerçeğini yaratıcılıkla birleştirmiş, kendisine özgü ayrıntılı çizimlerle

HAYDİ OKULA kitabını hazırlamış. Pom, okula başlamadan önce anaokulunda bir gün geçirmek istiyor ve aynı gün içinde on farklı okulu ziyaret ediyor. İlki farelerin Neşeli Adımlar okulu. Pom, işlerini kendileri halleden, her konuda el becerilerini ortaya koyan tasarımcı farelerle tanışıyor. Ardından tavşanların Minik Zıpla okuluna uğruyor. Harfleri ve sayıları öğrenmekle meşgul olan tavşanların bir benzerini zor göreceğiniz yemekhanesi gülümsetiyor. Peki, sanatın her türünün armonisini duyumsayacağınız Yeşil Sazlık okulunda hangi canlılar eğitim görüyor? Tilki Spor okulunda hareketin bir yaşam biçimi olduğunu gören Pom’un burnuna ayıların okulundan mis gibi kokular geliyor? Karnı doyan Pom Tatlı Gece okulunun öğrencileri ile biraz şekerleme yapıyor. Öğrenciler okullarında hangi prensesi ağırlıyor? Doğaya yakın olanlar, masal anlatanlar, bilimle ilgilenip disiplini elden bırakmayanlar… Sayfalar öyle neşeli ayrıntılarla bezeli ki! Bireyin ihtiyaç duyduğu her tür kazanım, karakteri farklı hayvanlar ve onların okul ortamındaki yalın diyalogları eşliğinde okura aktarılıyor. Çocuğunuzun hikâye okumaya kurtlar gibi aç ya da kaplumbağa sabrıyla sorumluluk almaya hazır olup olmadığını merak ediyorsanız ona on okul arasında en çok hangi okullardan etkilendiğini sorabilirsiniz. Size güçlü ipuçları vereceklerdir. Pom kitabın sonunda gözlemlerinden yola çıkarak gelecekte nasıl bir öğrenci olmak istediğini açıklıyor. Çocuğun okula uçarak gitme isteği günün sonunda okuldan sevinçle ayrılabildiği ölçüde artıyor.

yasama-tutkusu-sorumluluk-duygusu-888963-1.

MİSKET BAYKUŞ kitabında farklı desen ve ebatlardaki misket formundaki canlılar bana çocukların renkliliğini ve birbirlerine benzeşmezliğini hatırlattı. Misket Baykuş’un sayfaları çeşitli riskler barındıran dolambaçlı, heyecanlı bir oyun parkuru gibi. Galiba bu atmosfer de okul çatısı altındaki devinimi çağrıştırdı. Misket canlılar çizimlerde karşılığını görebileceğimiz bir biçimde adlandırılmış; Jüpiter, dondurma, flamingo, korsancık ve benzeri... Bir gün onlarcasının arasına misket baykuş katılıyor fakat ortamda baykuşun kim olduğunu merak ettiği başka birileri var. Canavarlar! Ve kaçış hikâyesi başlıyor. Canavarın karşılığı bir çocuk için gerçek hayatta incitici bir söz, kötü olduğuna inandığı bir kişi, beklenmedik bir olay ya da sert otorite olabilir. Misketlerin düşe kalka, ine çıka hatta tırmanarak aştıkları parkurlar bir labirente ulaşıyor. Misketlere tavsiyede bulunan arkadaşlarının sarkaç salınımı ile ilgisi ne? Labirentte kaybolmak üzere olan misket hangisi? Aldığı kararlardan ve kaçış anındaki beceriksizliğinden hoşnut olmayan Misket Baykuş arkadaşlarına son bir öneride bulunuyor. Önerinin misketler için gerçek bir kurtuluş yolu olup olmadığını merak ediyoruz. Daha önce görmedikleri kapılar, kendilerini içinde güvende hissettikleri karanlık ortam merakımızı pekiştiriyor. Misketler gerçekte nerede? Kitabın sonu sürprizli. Metin yaratıcı okuma ve yorumlamaya elverişli. Düşünceler yuvarlanır mı? Hem de nasıl! Kitabın kapağını açıp yere dik bir şekilde koyduğunuzda kendinizi bir misket oyununun içinde bulacaksınız. Kitabı bir avuç misket eşliğinde okumanızı tavsiye ederim. Fiziki koordinasyon kadar düşünsel koordinasyona da ihtiyaç duyduğumuz günümüzde öykü ihtiyaca karşılık veriyor.

yasama-tutkusu-sorumluluk-duygusu-888964-1.

Eğitim uygulamaları, çocukların karakterleri ve hikâyeleri bu denli çeşitliyken öğretimi faydasız kalıplardan çıkarıp hayatın geneline yaymak bir dönüşüm yaratabilir. Kurumlara inancımız gitgide azalıyor. Bireysel farkındalıklar eğitim ve kültür alanında kurtarıcı çözümler üretebilir. Dünyayı koklamaya, ona nazikçe dokunmaya, koruyup anlamaya mecburuz. Keşif ve merak duygusunu yeşertmek, bilgiyi, gayreti, sanatı ve zanaatı yüceltmek çocuklarımızın yaşamla bağını güçlendirecektir. Yalnızca tüketerek ve izleyici kalarak geçirilen bir ömrü yaşanmış sayabilir miyiz? Erich Fromm ‘Olma Sanatı’ adlı kitabında Meister Eckhart’ın “Nasıl olurda kişi yaşam ve ölüm sanatını ders alıp öğrenmeden yaşayabilir ki?” sözüne yer veriyor. Öz farkındalığa dikkat çekiyor. Sorgulayıcı düşünme yetimizin zekâ, eğitim ve yaş meselesi değil karakter meselesi olduğunu söylüyor. Çocuklarımıza kitapların ışığında farkındalığı yüksek, aydınlık bir gelecek diliyorum. Lütfen Gülümseyin Sevgili çocuklar, Yolculuğun Keyfini Sürün. Yaşama tutkunuzdan ve sorumluluk duygunuzdan daha kıymetli bir şey yok! İyi tatiller.