Covid tanılı hastasının yüzüne tükürdüğü, hastanın hastalığını gizlediği, maske takma uyarısında bulunduğunda küfre maruz bırakılan sağlık çalışanları mevcuttur. Bunca aylık mücadeleden sonra tükenmiş, mutsuz, geleceğe dair umutsuz sağlık çalışanları artık tek geçerli yolun emeklilik veya istifa olduğunu düşünüyor maalesef.

Yaşamak görevdir bu yangın yerinde

PINAR İÇEL

Memlekette hemen herkes, özellikle de kadınlar, kendini her an kendilerine yönelmiş bir savaşın içinde varsayıyor, hayatta kalmaya çalışıyor.

Sağlık çalışanları açısından ise durum daha vahim. Çünkü onlarla ilgili beklenti kendilerini tıpkı savaş sırasında askerlerden beklenen gibi feda etmeleri. Bu sebepledir ki salgın süresince tükenen, yorgun düşen, istifa eden, hatta ve hatta intihar eden sağlıkçılar savaştan kaçan askerler olarak görülüyor, vatan haini ilan ediliveriyor.

Memlekette tıbbiye terimi kullanıldığında hemen yanında harbiye akla gelir. Aldığımız eğitim hiyerarşik özellikler barındırır. Salgın başladığı andan itibarense özellikle askeri terimlerle anılır olduk. Savaşta en ön cephede olduğumuz, öldüğümüzde şehit sayılmamız gerektiği söyleniyor. Diyanet ise bu konuda aynı fikirde değil, “Yok” diyor: “Şehitten sayılmazsınız.”

Artık sahada çalışanlar da kendilerini ümitsiz bir savaşın parçası olarak görüyor ve durumlarını bu terimlerle ifade ediyorlar. Yeterli kişisel koruyucu donanım sağlanmadan verdikleri mücadeleyi savaşta cephanesiz mücadele etmek olarak tarifliyorlar. Bütün bu yaşananlar askeri vesayetle hesaplaşma dışında bir vaadi olmayan AKP hükümetinin iktidarda geçirdiği 18’inci yılında yaşanıyor.

İroniktir, savaşta bile sağlıkçıların asla hedef olamayacağı uluslararası sözleşmelerle garanti altına alınmıştır. Bizim mesleklerimiz ölümle değil, yaşamla anılır, sağlık çalışanları yaşamın kutsallığına inanır. Buna rağmen her an şiddet ve ölüm tehdidiyle yüz yüze çalışmak zorunda bırakılmaktayız.

Savaşta askerler bile tükenebilmekte, yabancılaşabilmekte, post-travmatik stres bozukluğu yaşayabilmektedir. Vietnam işgalini temize çıkarmak derdindeki Amerikan sineması bu durumun işlendiği filmlerle doludur. Posttravmatik stres bozukluğu anksiyete bozuklukları arasında tanımlanmaya başladığında özellikle savaştan dönen askerlerin yaşadıkları ruhsal durumu tarif etmek için kullanılmaktaydı. Uzun süreli ve ağır stres sonrasında askerlerde stres faktörleri ortadan kalksa, evlerine dönseler bile psikolojik bulgular görülmeye devam edebilmektedir. Bu tanıyı alan askerlerin bir kısmı eğer arkadaşlarını kaybetmişlerse savaş ortamından sağ döndükleri için de kendilerini suçlu hissetmektedir.

Sağlık alanı gibi beklentilerin yüksek olduğu, işin hatasız bir şekilde yapılmasının zorunlu olduğu, yoğun iş yükü ve stres altında çalışılan, ağır ve ölümcül hastalarla çalışılan iş kollarında tükenmişlik yaşanması sık görülen bir durumdur. Mesleki ilişkilerdeki problemler, tanı ve tedavisi zor hastalarla uğraşma, yetersiz hastane kaynakları, salgın özelinde konuşacak olursak salgının başından itibaren canını dişine takarak mücadele etme, bu sırada hastalanma, meslektaşlarının yoğun bakımda nefes alamamasına tanıklık etme, mesai arkadaşlarını kaybetme durumları sağlık çalışanları arasında tükenmişliğin artmasına sebep olmaktadır.

Tükenmişlik sendromuyla beraber kişi kendini mutsuz ve umutsuz hisseder, her şeyin daha kötüye gideceğini düşünür, düşünme hızı yavaşlar, dikkatini toplamakta güçlük yaşar. Fiziksel olarak da yine ağır bir enerji kaybı, mide-barsak rahatsızlıkları, uyku bozuklukları görülebilir.

Hekimler, hemşireler gibi insanlarla yüz yüze çalışan mesleklerde tükenme riskinin daha yüksek olduğu bilinmektedir. Öyle ki nasıl posttravmatik stres bozukluğu ilk olarak savaştan dönen askerlerde görülen semptomları tariflemek üzere tanımlandıysa tükenmişlik kavramı da ilk kez sağlık alanında çalışanlarda gözlenen tükenmeyi ifade etmek için kullanılmıştır. Bir araştırmanın bulgularına göre, sağlık çalışanlarında travma sonrası stres bozukluğu ve tükenmişlik eş varlığı saptanmaktadır.

Tükenme, ne denli sıkı çalışılsa da durumda bir değişik yaratılamayacağı duygusunun sonucunda yaşanan teslimiyet olarak tanımlanabilir.

Özellikle sağlık gibi bireyin iş motivasyonunun büyük kısmını idealizmin oluşturduğu mesleklerde bu meslekteki coşkuyu kaybetme, tükenmişliğin yasla birlikte yaşanmasına neden olmaktadır.

Alınan kararların parçası olma, birlikte çalıştığı iş arkadaşlarıyla uyumlu bir çalışma ortamı, işyerinde haksızlığa uğramama çalışanları tükenmişlikten koruyabilmektedir. İş üzerinde kontrolü düşük olan çalışanların daha fazla duygusal tükenmişlik, duyarsızlaşma ve kişisel başarı duygusu azalması yaşadıkları söylenebilir. Salgın sürecinin yönetilme şekli ortadadır, sağlık çalışanları hayatlarını ortaya koymalarına rağmen alınan kararların asla bir parçası yapılmamakta hatta çoğunlukla kendi hastanelerindeki, çalıştıkları birimdeki gerçek durum saklanmaktadır. Süreç asla şeffaf değildir.

İş yeri şiddetinin tükenmişlik üzerine etkisinin incelendiği bir araştırmaya göre; yüksek düzeyde şiddete uğrayan sağlık çalışanlarında tükenmişliğin ve işe yabancılaşmanın daha fazla olduğu, kabalık ve nezaketsizlikle tükenme arasında doğrudan bağ olduğu gösterilmiştir. Yine salgın süresince bir taraftan alkışlanan sağlık çalışanları diğer taraftan şiddete uğramaya devam etmektedir. Öyle ki Covid tanılı hastasının yüzüne tükürdüğü, hastanın hastalığını gizlediği, maske takma uyarısında bulunduğunda küfre maruz bırakılan sağlık çalışanları mevcuttur.

Yaptığı iş, verdiği emek karşılık görmediğinde herkesin yaşayacağını sağlık çalışanları da yaşamaktadır. Emek emek kurduğu kumdan kaleler alınmayan önlemlerle sürekli su altında kalmaktadır.

Sağlık çalışanları hayatını kaybeden arkadaşlarının “Geride bıraktığım çocuklarıma sahip çıkın” çağrısına cevap olmaya çalıştıklarında engellerle karşılaşmaktadır. 40 derece sıcakta çift kat maskeyle, eldivenle, koruyucu tulumla çalışmakta, büzüşmüş ellerinin, terden sırılsıklam olmuş formalarının fotoğrafları paylaştığında şov yapmakla suçlanmaktadır. Haftalarca görmediği çocuğunun kendisine sarılmasını engellemeye çalışanların görüntüleri bütün sağlık emekçilerinin aklındadır. Sağlık emekçileri bütün bunlara rağmen ısrarla toplumsal sorumluluklarını yerine getirmeye çalışmakta, yurttaşları hastalıktan korunmak için önlem almaya çağırmaktadır. Ancak devletin sorumluluklarını ısrarla yerine getirmemesi, tatil beldelerinde yaşanan görüntüler, salgının yeniden hızla yükselişi karşısında artık kendilerini çaresiz hissetmekte, mart ayının başından beri verdikleri mücadelenin çöpe gittiğini, her şeyin yeniden ve daha ağır yaşanmakta olduğunu görmektedirler. Yorgunluktan ve sorumsuzluğa karşı öfkeden bitap düşmüş durumdadırlar. Yaptıklarının anlamsızlaştığını düşünmekte, işlerine yabancılaşmakta, tükenmekteler. Tek tek kapıları gezip vatandaşlara yönelik bilgilendirme yaparlarken arkalarını döndüklerinde o evden birisinin daha mecburen işe gittiğini, çabalarının boşuna olduğunu görmekten yorulmuş durumdalar. Ne kadar daha devam edeceği bilinmeyen bir durumun içinde aylardır boğuşmaktalar. Devletin sağlıkçılarının sağlıklarını da emeklerini de korumadığı bir ortamda yaptığı tek şey istifaları yasaklamak olmuştu. “Ben sorumluluğumu yerine getirmiyorum ama sen ölümüne çalışmaya mecbursun” denmişti. Bunca aylık mücadeleden sonra tükenmiş, mutsuz, geleceğe dair umutsuz sağlık çalışanları artık tek geçerli yolun emeklilik veya istifa olduğunu düşünüyor maalesef. Bu tablonun daha da ağırlaşmaması için sağlık çalışanlarının sesine ses vermek, siyasi iktidarı hem salgınla mücadele için hem de sağlık alanında alınması gereken önlemler doğrultusunda adım atmaya zorlamak durumundayız. Hayatta kalmak için her an mücadele vermek zorunda olduğumuzu bildiğimiz her hayatta kalma mücadelesi gibi hep birlikte hareket etmek zorundayız.