Hayat devam ediyormuş, seçimler filan, Suriye’deki gelişmeler, ateşkesler... Merkel mi geliyormuş, Putin ne demiş, hayat devam ediyormuş, yani seçimler filan.

Hayat devam mı ediyormuş? Eder zaten, bir tek insan, bir tek canlı bile kalsa “hayat” devam etmiş olur. Devam mı etmiş olur, öyle mi olur?

Mesut Geçgel. 24 yaşında bir Makine Mühendisi. Ankara Garı önündeki arta kalan ‘hayatı’ anlatıyor: “Bütün koşullar ağlamanı gerektiriyor ama ağlayamıyorsun ya!”
Bütün koşullar ağlamamızı gerektiriyor. Ağlayamıyoruz. Ağlıyoruz. Ağlayamıyoruz.
“Umudum var” diyor Mesut. “Yoksa bu kadar kötülüğü görüp, bunun değişmeyeceğini düşünmek insanı delirtir herhalde.”
Umudumuz olmasaydı, delirirdik herhalde. Delirmeyeceğiz. Bizleri delirterek yok etmek isteyenleri delirteceğiz. Başka yolu yok. Hatta belki de bazı şeylerimiz irrasyonel olmalı bundan böyle: Yaşamak ve ölmek sürekliliğini, yaşayamamak ve öldürülmek kısır döngüsünden çıkarabilmek için…

Hunharca öldürülmek: Bir kez daha öğrettiler, onu hep biliyorduk, onu artık başka türlü biliyoruz. Öldürdüler, geridekiler, hayatta kalabildik. Hayatta kalabildik mi? Buna sevinerek cevap vermemiz isteniyor. O cevabı vermeyeceğiz.
Yaşamak. Nedir ki yaşamak? Onların anladığı gibi, yemek-içmek, def-i hacet etmek, üremek, uyumak, sömürmek, tevekkülle sömürülmek, bunlardan hep haz duyarak, umutsuz ve şükrederek yaşamak mıdır? Veya yaşamak, yemek-içmek, def-i hacet etmek, üremek, uyumak, sömürmek, tevekkülle sömürülmek değil de umutlu ve mutlu ve Mesut olmak, kendinden hoşnut olmak, neşeli-sevinçli olmak, yaşamayı sevmek, yaşama sevincini korumak, insan olmak, birey olarak özgür olmak ve bunu sınıfsal düzlemde diğer bireylerin özgürlüğüyle paylaşmak ve bu uğurda her bir şeyi göze almış olmak mıdır?
Belki de bu tür şeylerle kendimizi avutmamalıyız. Öyle günlerdeyiz ki, tahlil mahlil yapmak yerine elbette şair şiirini yazsın, ressam resmini, müzikçi bestesini yapsın… Ama önce bir susalım, kendimizi dinleyelim. Ve konuşmanın, yazmanın yetmediğini kanırta kanırta bilelim. Ama Mesut elbette konuşsun… Yani mitinge katılanlar, yaralananlar, hayatta kalabilenler konuşsun. Ancak onlar konuşunca hakikatin tamamını anlayabiliyoruz.

Çünkü anlayabiliyoruz ki özellikle onlar konuşmakla yetinmeyecekler. Bizler de dinlemekle yetinmeyelim. Bir kez daha yekinelim. Gezi/Haziran ve AntiGezi sarkacındaki ülkemizi Gezi/Haziran eksenine oturtabilelim. Önce bunu bilelim.
Sakinleşmeye aklımızı başımıza toplamaya da ihtiyacımız yok. Hayır ironi filan yapmıyorum. Akıllı olmaya, akıllı kalmaya çalıştıkça hep işin rasyonel olanına baktık. Oysa hayat irrasyonel. Faşizm daha da irrasyonel. Öyleyse av olmaktan kurtulmanın yolu, avcının ne yapacağını unutmamak…

Elbette gidip biz de canlı bomba olmayacağız. Ama daha tehlikelisini, onları canından bezdiren şeyleri yapacağız. Ne yapacağız? İnsan kalacağız. Bu yaratıklar en fazla insandan korkar. İnsan olarak ne yapacağız? Evet, onları delirteceğiz!
Bir yanda bizleri yaşatmak istemeyenler varsa, öyleyse bir yanda hayat, bir yanda memat, sadece bizlerin değil onların da derdi olsun. Artık sorun hayat memat meselesi. Çözüm de öyle. Sorun ile çözümün bu denli örtüşmesi aynılaşması, tek çıkış noktası belki de…

İşte o çıkışı yapabildiğimiz zaman, sahici hayatlarımız devam etmiş sayılacak.
Katilleri biliyoruz.
Mahkûm ettik.
Cezalandıracağız.
Onlara ceza bize ödül, şimdiki denklem böyle.
Çünkü ancak böyle, yaşayabilmek mümkün, hemen şimdiden.