Gezi’nin talepleri hâlâ güncelliğini korurken bir türlü kültürel iktidarı ele geçiremediğini ifade eden AKP’nin bu kez de kültürel ikilik söylemini muktedirliğinin ve baskısının kaynağını ifade etmek üzere kullandığını görüyoruz.

Yaşamı değiştirmenin mümkünlüğü
AKP’nin başlattığı kentsel dönüşüm süreçlerinin ranta dönüşmesiyle milyonlarca yurttaş evsiz kaldı. (Depo Photos)

Hande GAZEY

Cortazar’ın “Ele Geçirilen Ev” öyküsünde kendilerini evleri “onlar” tarafından ele geçirilmiş bir şekilde kapının önünde bulan iki kardeşi anlatışı belki de örnek olarak sık sık hatırlanır. Kardeşlerden biri mutfağa çay koymaya gittiğinde tıkırtılar duyar, salona kardeşinin yanına arka tarafı ele geçirdiklerini söylemek üzere döner ve iki kardeş gayet makul bir şekilde o zaman evin ön tarafında yaşarız diye düşünürler. Evin arka tarafını ele geçirmeleri ile iki kardeşi kapının önüne koymaları arasında bir “bekleme” kadar süre vardır…

E dışarısı ne alemdedir? Cortazar öyküyü orada bırakır, biz dışarının ne alemde olduğunu içerisi ve dışarısı arasındaki sürekliliği deneyimlediğimiz için tahmin ederiz… Yahut yazar öyle ummuştur.

Bu aralar kapıyı kapatıp “içeri” girmenin imkansızlaşmasının boyutları sıkça ifade ediliyor. Kira fiyatlarının artışı, konut fiyatlarının yükselişi, barınma krizini tartışmanın merkezine taşımış durumda. Hayat pahalılığı gıdadan ulaşıma diğer temel ihtiyaçlara erişimi engellerken ortak kamusal ve doğal varlıkların sermaye tarafından talanı, İslamcı faşist iktidarın yasaları, baskıları, yasakları ve aparatlarının tehditleri toplumsal yaşamı boğuyor. Dolayısıyla içerisi ve dışarısı ayrımının silikliği bir kez daha ortaya konuyor.

Mekânın kullanım değerinden kopartılıp değişim değeri ile sermaye birikiminin aracı haline geldiği neoliberal birikim modelinin siyasal İslamcı iktidarın kültürel ve ideolojik inşasının önemli bir ayağını oluşturduğunu, toplumsal yaşamı dönüştürme girişimlerinin önemli bir aracısı olduğunu belirterek de bu silikliği ekonomi-politik boyuttan kültürel-ideolojik boyuta doğru uzatabiliriz.

AKP’nin TOKİ eliyle gecekondu alanlarında gerçekleştirdiği kentsel dönüşüm süreçleri bir yandan sermaye birikimi, kentsel rantın paylaşımı ile kendi burjuvazisini yaratırken öte yanda bir kamusal mekân inşasının da pratiğini oluşturuyordu. Kent merkezlerinin soylulaştırılması, kent yoksullarının borçlandırılarak şehrin çeperine sürülürken yerel yönetimlere ve cemaat-tarikat ilişkilerine mahkûm edilişi, sosyal ve kültürel faaliyetlerin yine yerel yönetimler eliyle denetimi, yeni toplumsal cinsiyet rejiminin inşası ile gündelik hayatın İslamizasyonu “ev”i ve çevresini belirliyordu. Bu sürecin merkez-çevre hâkim söylemleri ile okunması ideolojik hegemonyasının anahtarını oluşturdu.

Gezi öncelikle bu hegemonik söylemi kırdı. Kentin ranta açılmasına, ortak kamusal varlıkların sermaye tarafından talanına karşı yükselen bir isyan olarak sınıfsal niteliği belirgin, aydınlanmacı ve demokratik taleplere sahip bu direniş ile AKP’nin ideolojik ve kültürel inşası, şantiye alanı olarak gördüğü bir yerde yıkılıyor ve yaşamı değiştirmenin mümkünlüğü ele geçirilen mekânın üretimi ile ortaya konuyordu. Bu üretim eşitlik, laiklik ve özgürlük mücadelesinin, kentin, yaşamın talanına karşı yükselen itirazın dayanışmacı pratiklerle buluştuğu noktada ortaya çıkıyordu.

Gezi’nin talepleri hâlâ güncelliğini korurken bir türlü kültürel iktidarı ele geçiremediğini ifade eden AKP’nin bu kez de kültürel ikilik söylemini muktedirliğinin ve baskısının kaynağını ifade etmek üzere kullandığını görüyoruz. Oysa şehrin mutenalaşan yerlerinden kovulanların ve oraya yerleşenlerin karşılaşmalarına bakarsak bugün kriz koşullarında bu kentsel ranttan palazlanan İslamcı burjuvazi ürettiği kentsel mekânında kendisine mahkûm kıldığı yoksullarla, geleceksiz bıraktığı gençlerle, “güvencelerini kaybetmek üzere olan orta sınıflarla” karşılaşmakta… Bu sınıfsal karşılaşmanın mevcut olduğu iddia edilen ikiliği yatay biçimde kesmesinin ve üretildiği mekânı başka bir noktaya taşımasının koşulu sol bir politikanın varlığından ve örgütlülüğünden geçiyor olduğu aşikâr.

Mevcut muhalefetin, iktidarın varlığını işaret ederek baskı politikalarını meşrulaştırmaya çalıştığı “hassas muhafazakârlar hayaleti”ne olan hassasiyetinin bir seçim stratejisi üretmesi bu kırılmayı sağlayabilecek bir karşıtlığı yaratmak bir yana mevcuda mahkûm kılan bir cendereye dönüşeceği tarihsel ve güncel örneklerine bakıldığında da görülebilir.

Gezi; bu mahkûm edilmeye çalışıldığımız cendereyi aşabilecek olanın varlığından doğdu, iktidarı yenebilecek güç ve başka bir hayatı kuracak tahayyül burada saklı…