2020’nin son yazısı... Geçen sene bu vakitler Amsterdam’daydım. Hava soğuk ama kar yoktu. Meydanda kocaman bir yılbaşı ağacı vardı, dans edenler, birbirlerine sarılanlar... 2020’nin neler getireceğine dair bir fikrim yoktu. Şimdi 2021 kapıda. 2021’in neler getireceğine dair de bir fikrim yok. Ama geçen sene de, yeni seneye girerken de emin olduğum şey, dünyada hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı. Dünyadaki otoriterleşme eğilimi, virüs, küresel ısınma, krizlerden beslenen ekonomi, dijitalleşme, yapay zekâ... Kristeva’nın da son zamanlardaki bir söyleşisinde dile getirdiği gibi, artık bilimlerden siyasete, ne düşünüyor ya da yapıyorsak, merkeze toplumları değil ‘birey’i almak zorunda olduğumuz bir çağdayız.

Geçenlerde Netflix platformunda ‘Midnight Sky’ adlı George Clooney’nin yönettiği ve oynadığı filmi izledim. Bir baba-kız hikâyesi, gelecekte geçen. Ve dünyanın sonu orada da gelirken, ‘ilişki’ denilen şeyin aslında ne denli önemli olduğunu anlatıyordu film. Baba kız, karı koca, sevgili, dost, o ilişkiyi nasıl tanımlarsak tanımlayalım, dünya ya da yaşamak dediğimiz şeyin, ‘ilişki’den başka bir şey olmadığı. Aslında psikoterapi denilen şey de, insanın kendisiyle ve ‘öteki’lerle ilişkisini düzenlemekten başka bir şey değil. Filmin sinematografik değeriyle ilgili farklı farklı görüşler olacaktır eminim; senaryosunda şöyle bir hata vardı, kamera açıları şöyleydi böyleydi gibi şeyler... Ama film, ister 2049’da, ister 3049’da olalım, aşk üzerine, baba-kız ya da dostluk üzerine düşünmeye devam edeceğimizin mesajını veriyordu ve bu mesaj bile kendi başına çok değerliydi. İstersek başka gezegenler keşfedelim, teknolojinin dibini yaşayalım ya da ölümsüzlüğü keşfedelim fark etmez, dönüp geleceğimiz yer hep ‘ilişki’nin kendisi olacak. Belki de yeni bir yıla girerken, kendimizle ilişkimizi düşünürüz sil baştan. Kendimizle ve ‘öteki’lerle ilişkimizi bozan, çarpıtan, koparan suçluluk ve utanç duygularımızla, haset ve kıskançlıklarımızla yüzleşir, kendimize yaptığımız haksızlıkları kabul etmenin yollarını ararız belki. Çocuklarını narsisistik bir uzantı gibi seven ebeveynler olmaktan çıkar, kendimiz dâhil herkesi olumlu ve olumsuz yanlarıyla bir bütün olarak görüp kabul ederiz belki. Bu çağı, narsisistik bir çağ olarak tanımlayan, hatta narsisizmi bir salgına benzeten, tüketim toplumu ve medya aracılığıyla bu salgının nasıl yayıldığını anlatan psikologlar olmuştu. Narsisizmin ve pek çok rahatsızlığın ilacı, ilişki kurabilmeyi öğrenmek. Başkasını ve kendisini olduğu gibi görüp kabul edebilmek. Kabul edebilmek derken onaylamayı ya da boyun eğmeyi kastetmiyorum; ‘çatışma’ ve ‘uzlaşma’ bir ilişkinin en önemli dinamikleri. Dış dünya ile iç dünya arasındaki sınırı koruyabildiğimiz, kafamızın içindeki gerçekliği dış gerçeklikle karıştırmadığımız sürece, başkalarıyla daha güçlü bağlar kurabiliriz. 2020’de yaşadığımız pandemi, kendimizle, doğayla, başka insanlar ve canlılarla ilişkimizdeki sorunları açık bir biçimde gözler önüne serdi. Belki 2021, bu ‘ilişki’ sorununu çözmeye yönelik adımlar atacağımız bir yıl olur.

Post-apokaliptik kurmaca eserlerdeki meselelere bakınca, ‘Midnight Sky’ da öyleydi, karşımıza her zaman ‘ilişki’ meselesinin çıkması, bize bir şey söylüyor aslında.

George Clooney, dünya yok olurken bir gözlem merkezine sığınmış, ölümü bekleyen yaşlı bir adamı canlandırıyor filmde. O gözlem merkezinde dünyanın yok oluşunu izlerken onu hayata bağlayan şey, çok ama çok uzakta olan kızıyla kurduğu ilişki. Ve kendi kızına babalık yaparken, gerçekte kendisine de babalık yapmayı öğreniyor ki, kar fırtınasında kaybolduğunda ona yol gösteren de içindeki o baba imagosundan başka bir şey değil. Yaşamın anlamı, kurduğumuz ilişkilerle açıklanabilir sadece. Özellikle bu çağda en çok ihtiyaç duyduğumuz şey...