Sanki dünyanın zulmüne dostları sayesinde karşı durabilen Harry Potter’ın can yoldaşı baykuş Hedwig’di çağlar boyunca anlatılanlarla zihnime yerleşen.

Yaşamın günbatımında havalanan Minerva’nın baykuşu

Yalın Gündüz - instagram: yalin.edebiyat

Okumak üzere ayırdığım gazeteleri karıştırırken elime Oğuz Demiralp’in Cumhuriyet Kitap ekinde geçtiğimiz yıllarda yer almış bir önyazısı geçti. Çocukluğumdan beri bir sevgi/korku ilişkisi içinde olduğum baykuşlar hakkındaydı bu yazı.

Baykuşların kuşlar arasında özel bir konumu olduğunu hepimiz zaman zaman düşünmüşüzdür. Doğrusu, Ankara Bahçelievler’de geçen 80’li yıllardaki ilkokul günlerim bana baykuşlarla pek bir arada olma şansı vermedi. Buna rağmen yaz tatillerinde büyükannemi ve dedemi ziyarete gittiğim Didim’e gece inen baykuşların ürkütücü sesleri, onları karanlık arasında seçmeden, odamdan dinleyerek bile apayrı bir tür olduklarına beni kolayca inandırdı. Kendi yatağımda uyuyamayıp yan odadaki büyükanne ve dedemi uyandırarak onlarla beraber yatmak istediğimde, rahmetli dedem bana sevimli bir baykuş sesi taklidi yapıyor, baykuşlardan korkmamamı, onların çok değerli canlılar olduklarını söylüyordu.


Baykuşların karanlıkta en iyi gören kuşlar olmalarına rağmen, görme alanlarının glokom hastaları gibi dar açılı olduğunu çok sonraları duyacak ve çevreyi kolaçan edebilmek için başlarını bu sebeple neredeyse 360 derece döndürdüklerini öğrenecektim. Onları özel kılan bu yönlerinin mitolojide de yer bulduğunu, cehalet karanlığına ışık saçan bilginin ve us aydınlanmasının baykuşun karanlıkta görmesine benzetildiğini okuyacaktım. Bilgi tanrıçası Athena’nın (Minerva) bu ayırıcı, belirleyici özelliklerinden dolayı baykuşu simgesi yaptığını ve baykuşların çağlar boyu bilgi ve öğrenmenin sembolü olarak anıldıklarını okumam ise üniversite yıllarımı bulacaktı.

Artık korkmuyordum gece gelen baykuşlardan ve başka kuşlara kıyasla insanlara mesafeli duruşları onları bilgeliğin simgesi olarak kabul etmemle örtüşüyordu. Sanat tarihinin sayfalarında dolaştıkça, baykuşu öteki kuşlara karşı tek başına savaşırken çizen Albrecht Dürer’in, bu resminde bir cehaletle savaş motifi işlemiş olabileceğini düşünüyor, romantizm dönemi Alman ressamların en önemlilerinden Caspar David Friedrich’in melankolik baykuşlarında bilge insanın yalnızlığını hissediyordum.

yasamin-gunbatiminda-havalanan-minerva-nin-baykusu-933132-1.
Tanrıça Athena’yla (Latince Minerva) ilişkilendirien Lyon’daki Güzel Sanatlar Müzesi’nde sergilenen bir adet sikke.



Baykuşların edebiyattaki yerini keşfettikçe daha da sıcak hisler duyuyordum bu soğuk görünüşlü canlılara karşı. Ovidius baykuş için “İnsanlarla göz göze gelmez, ışıktan kaçar, öteki kuşlar gökten kovmuştur onu” dediğinde bu sözlerin karanlık cehalete karşı yapılan savaşın yalnızlığı ve ıssızlığıyla romantik bir analojisini kuruyor ve daha sıkı sarılıyordum hayalimdeki baykuş imgesine. Sanki dünyanın zulmüne dostları sayesinde karşı durabilen Harry Potter’ın can yoldaşı baykuş Hedwig’di çağlar boyunca anlatılanlarla zihnime yerleşen.

Baykuşlara karşı şu zamana kadar oluşan hislerimi ne kadar anlatmaya çalışmış olsam da, Hegel’in hukuk felsefesi ile ilgili çalışmasında kullandığı üzere, “Minerva’nın baykuşu ancak gecenin çökmesiyle kanatlarını çırpar.” Hegel, bu cümlesiyle baykuşa öyle güçlü bir metafor yüklemiştir ki, adeta onu önceleyen tüm anlamları bir çırpıda unutturmuştur. Hegel bu sözleriyle olup bitmiş olana dönüp baktığımızda, günün olaylarını gece çöktüğünde gözden geçiren biri gibi, insanlık tarihinin de ancak geç bir aşamada tam anlamıyla anlaşılabileceğini anlatmak istemektedir.

Çocukluğumun yaz gecelerinde beni ziyaret eden baykuşları şu kırklı yaşlarımda yeniden hatırlamam, ömrümün akşamüstünün yaklaştığını ve de Minerva’nın baykuşunun bu yazıyla benim için havalandığını düşündürmeli mi? Ne de olsa insan kırkından önce geride bıraktığı yılların, kırkından sonra ise önündeki yılların hesabını yapıyor. Hegel’in önermesiyle, kendi yaşam muhasebemizi yapmaya başlamak, günbatımının kızıllaştırdığı ufkun dost baykuşlarca bize hatırlatılması belki de.