Mehmet ÖZÇATALOĞLU Erdal Atıcı’nın yeni kitabı Ürün Yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı. Atıcı ile yeni kitabı üzerine söyleştik • Bu kitabı yazmaya iten ne oldu? Yazma nedenim, çok basitti. Yaşamın uzun bir yol olduğuna inanıyorum ben. Bu yolda, hepimizin kendi kendine sorduğu sorular vardır. Nedir bu sorular: ‘Zaman’, ‘ölüm’, ‘sonsuzluk’, ‘yalnızlık’, ‘varoluş’, ‘yaşamın sıkıcılığı’, ‘aşk’, […]

Yaşamın uzun bir yol olduğuna inanıyorum

Mehmet ÖZÇATALOĞLU

Erdal Atıcı’nın yeni kitabı Ürün Yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı. Atıcı ile yeni kitabı üzerine söyleştik

• Bu kitabı yazmaya iten ne oldu?

Yazma nedenim, çok basitti. Yaşamın uzun bir yol olduğuna inanıyorum ben. Bu yolda, hepimizin kendi kendine sorduğu sorular vardır. Nedir bu sorular: ‘Zaman’, ‘ölüm’, ‘sonsuzluk’, ‘yalnızlık’, ‘varoluş’, ‘yaşamın sıkıcılığı’, ‘aşk’, ‘gelenek görenek’ vs. Bu soruların yanıtını arayacaktım yazarak. Fakat, kalemi alıp da masa başına oturduğumda, beni yaz diyen birçok kişi ve hikâye karşıma çıktı. Çocukken onları yakından tanımıştım, vefa borcum vardı. Çoğu; çeşitli nedenlerden dolayı hayattan erken ayrılmıştı. Çok genç yaşta kaybettiklerimiz vardı içlerinde. Onlardan bu dünyada kalan, yalnızca benim sakladığım anılardı. Oturdum onları yazmaya başladım. Kimi yerde ağlayarak, kimi yerde gülümseyerek yazdım. “Ne kadar da çok yaşamışız meğer” diye diye yazdım. Bu arada çocukluk günlerimden beri içimde sakladığım bu insanları gün yüzüne çıkarmanın mutluluğunu da yaşadım. Onlara verdiğim sözü ve biriken borcumu da biraz olsun ödemiş oldum

• Kahramanınız isimsiz biri. Kısaca ‘H’ demişsiniz ona. Gizemli bir kimliğe sahip. Kitabı, kimliğini ne zaman, nasıl açıklayacaksınız diye merak ederek okudum. H’yi biraz anlatsanız bize. Kimdir bu H?

H. çocukluğumda tanıdığım bir karakter ama inanın bir türlü ismini yazmak geçmedi içimden. Demek ki, ona karşı bir tepki de varmış içimde… Romanı yazmaya başladıktan sonra ona ‘Yolcu’, ‘Yabancı’ gibi isimler verdim, ama bir türlü içime sinmedi. En sonunda H. dedim. Gizemli de oldu biraz. Roman ilerledikçe onun kim olabileceğini, nereye gittiğini, ya da nereden köyümüze geldiğini uzun uzun düşündüm. Bir türlü yanıtını bulamadım. O nedenle isimsiz bir kahraman oldu H. Büyük şehirlerden Anadolu kasabalarına, köylerine geçici olarak sığınan insanlardan biri olmalı. Ruhunda büyük yaralar açılmış, o yaralar bir türlü iyileşmiyor, kötülüklerin, yıkımların kendiyle birlikte hareket ettiğine inanıyor. Ama öyle sıradan bir insan da değil. Binlerce hikâye biliyor. Felsefi sorulara kafa yoruyor. Gençleri etkiliyor ve sürekli yürüyor

• Mekânlar çok belirgin olmasına rağmen zaman kavramı belirsiz kitapta. Zaman zaman bugün olduğunu düşünsem de kendimi ikna edemedim bu konuda. Size sorayım o halde. Kitap hangi zamanı anlatıyor bize?

Çok güzel bir saptama bu! Evet, aslında roman 1950’li, 60’lı yılları anlatıyor. Ama kimi bölümlerde, işsizlik, atanamayan öğretmenler, torpil gibi, günümüzün can yakıcı sorunlarını o dönemde yaşanıyormuş gibi anlatıyorum. Öyle olunca, bugünü bilen okur, şaşırıyor. Bu yüzden de zaman kavramı karmakarışık bir hal alıyor, kimi yerlerde… Zaman sanki geri işliyor.

Yine dikkatli okur, kitabımda kimi yazarlara, şairlere de atıflar yapıldığını görecek. Beni etkileyen dizeleri de geçirdim kitapta. Sözgelimi; “İzi kalır mıydı bilmiyordu, ama kalsa da silinir giderdi” tümcesi; şair Nevzat Çelik’in ‘Şafak Türküsü’nde geçer: “İzim kalır mı bilmem / kalsa da silinir gider” buna benzer dizeler var kitapta

• Doğrudan bir aşk hikâyesi olarak okunamasa da satır aralarında yoğun bir aşkı okuyoruz. Son bölümlerde iyice belirginleşiyor. Leyla ile Mecnun, Şems ile Mevlana da var bu bölümde. Siz nasıl tanımlarsınız kitabınızı?

İnsan soyunu etkileyen olayların başında ‘aşk’ geliyor. Aşk, türkülerin, şarkıların, şiirin, romanın ana konularından biri. Aşk çok etkileyici bir duygu aynı zamanda. Ama bugün olduğu gibi, geçmişte de çok acı çeken insanlar olmuş, aşk yüzünden savaşlar çıkmış, krallar devrilmiş, saltanatlar çökmüş.

Böylesi etkileyici bir konu. Mutlaka bizim de yaşadığımız acı örnekler var. Sözgelimi, romanda anlattığım Kara Gözlü Ayşe’nin hikâyesi. Gerçek bir olay bu. Sonu çok acı bitiyor. Şimdi ne zaman Mergenli Köyü’nün mezarlığına gitsem o olayın kahramanlarından birinin mezarı başında dikilip kalıyorum. Bütün hikâye gözümün önüne geliyor. Böyle mi olmalıydı diye kendi kendime kahrolarak soruyorum.

Kitabımda birçok evrensel aşk hikâyesine de değinmeler var. Dediğiniz gibi, Leyla ile Mecnun, Şems ile Mevlana’nın buluşması. Bu arada Şeyh Galib’in Hüsnü Aşk’ı benim en çok etkilendiğim yapıtlar arasındadır. Zaten kitap; Şeyh Galib’in sözleriyle başlıyor. Şeyh Galib bilirsiniz 18. yüzyıl şairidir. Divan Edebiyatının son büyük ustası olarak kabul edilir. Hüsn ü Aşk 2101 beyittir ve gerçekten edebiyatta eşsiz bir yapıttır. Abdulbaki Gölpınarlı tarafından çevrilen bu yapıtta; Hikâye kısaca şöyle: Hüsn ve Aşk birbirine âşıktır. Hüsn, Aşk’ı istemek için kabilesine gider, onlar da Kalb ülkesinden kimyayı getirmediği sürece kıza ulaşamayacağını bildirirler ve yolda bin çeşit bela bulunduğunu da eklerler. Hüsn ü Aşk’ta bu yol ve o büyüden bin bir çeşit belanın başına geldiği yolculuk anlatılır. Daha ilk anda kuyuya düşerler, kuyuda cadı vardır. Bir başka bölümde bir ateş denizi vardır sözgelimi ve bu denizi mumdan gemilerle geçecektir. Bin başlı rengârenk ejderha ile karşılacaktır. Kuyular, cadılar, sultanlar hikâye boyunca, Hüsn’ün mücadelesi anlatılır

• “Yolcu yol yoktur/ Yol yürüdükçe yol olur.” Antonio Machado’nun bu sözü iç kapakta yer alıyor. Bu kitabın ardından Erdal Atıcı’nın yolu nedir, çalışmaları nelerdir?

Yazın hayatıma öyküyle başlamıştım. Üç öykü kitabımdan sonra ilk romanım ‘Bir Uzun Gece’. Önümüzdeki günlerde bir öykü dosyam var onun üzerine çalışmak istiyorum. Sonbahardan itibaren kafamda dolanıp duran bir konu var. Roman olarak onu yazmaya başlayacağım. Ama öncelikle bu yaz ‘Bir Uzun Gece’den iyice uzaklaşmam gerekiyor. Kimi soru işaretlerini kafamdan tam olarak atmam gerekiyor. Roman boyunca sorguladığım sorular bunlar. Bunların yanıtını bulmak da zor.