"Yaşar Kemal hep yaşayacak. Yazılan her öyküde, her romanda, her şiirde Yaşar Kemal’den bir parça olacak."

Yaşar Kemal’in izinde

Hande ÇİĞDEMOĞLU

'Yaşasaydı 98 yaşında olacaktı.' Bu geçmiş zaman kipini hiçbirimiz yürekten kullanmıyoruz. Çünkü Yaşar Kemal hâlâ o koca kahkahası ve içinde kavgalar barındıran ama sonunda umutla göz kırpan bakışlarıyla bizimle. Kahramanları, hikâyeleri, düşünceleri, meseleleri yanı başımızda. Edebiyatın gücü, yazarın yüce duruşu ile birleşince, işte böyle ölümsüzlükle anılıyor. Onun için söylenmiş ve söylenmeye devam edecek ne çok söz var.

Ondan “bizim” diye bahsediyoruz. Bizden biri, bizim değerimiz, hazinemiz. Anadolu’dan doğup dünyanın dört bir yöresini ışıtan bir güneş. Halkıyla tek vücut olmuş bir ozan, aynı zamanda dünya edebiyat fihristine adını vurucu harflerle yazdırmış bir yazar. Öyle ki bir ülkede yediden yetmişe eli kalem tutmuş, gözü kitaba değmiş herkes İnce Memed’i tanıyor, aynı İnce Memed diğer yapıtları ile birlikte pek çok dile çevriliyor, aynı tanışıklık dünya halklarına ulaşıyor. Onun bunca yıldır tezlere, incelemelere, kitaplara konu olmasına, derslerde okutulmasına şaşırmamalı. Öyle ki Yaşar Kemal’in, evrensel temaları Anadolu kültürü ve renkleriyle harmanladığı edebiyatı öyle güçlü ki bütün bunların yanı sıra aldığı onca ödül, onca övgünün fazlası yok eksiği var. Koca bir coğrafyayı ve kültürü, onlarca kahramanı, kavgayı, sevdayı sırtlayıp, yanına yurdun çiçeğini, kuşunu, dağını, nehrini alarak “Dünya Kültürleri Akademisi” kurucu üyesi olmak ne büyük gurur. Yöreselden evrensele uzanan bu yolda, Çukurova yöresine ait bir deyim, olan biteni özetliyor: "Çanağında balın olsun, arısı Bağdat’ tan gelir."

DÜNYAYI HAYRAN BIRAKTI

İşte dünyayı kendine hayran bırakmış bir yazarı Anadolu’da yeşeren bir çiçek olarak tanımlamak yersiz olmamalı. Sözgelimi ona sarı bir çiğdem desek nergis ya da bir yaban margariti. Ya da bizim dağlarımızda uçan bir kuşa benzetsek. Bir boz doğan, bozkır tuygunu, arı şahini. Onun edebiyatına baktığımızda böyle rengârenk oluyoruz işte. Bugün fazlasıyla hasret kaldığımız estetik, güzellik ve şiirsellik onun bütün eserlerinde var. Bu, onun tutkulu doğa sevdasından geliyor. Dağlar, nehirler, ovalar, bataklıklar, çiçekler, böcekler, kuşlar. Bazen bir dost bazen bir düşman olarak kullandığı doğa, her zaman içinde güzellik değil gerçekçi bir yıkıcılık, şiddet de barındırıyor. Tıpkı insanlık gibi.

Az ya da çok, derin ya da yüzeysel, bir kez ya da defalarca okuduk Yaşar Kemal’i. En üstün körü okumalar bile çok şey kattı bizlere. Aşkı, hasreti, umudu, kavgayı, acıyı, ölümü, yani insana dair her şeyi yaşarken denizi kokladık, dağları gördük, kuşların kanadından inip çiçekleri derdik. İçimiz kimi hırsla kaskatı oldu, kimi merhametle burkuldu. Canımızın acıdığı da oldu öfkelendiğimiz, hayıflandığımız da. Mücadeleyi, bundan vazgeçmemeyi en çok da her ne olursa olsun umut etmeyi öğrendik. Çakırdikenlerine karşı direnmeyi.

Ama anladık ki bir derdi vardı onun. İnsanlığa dair meselelerin peşindeydi. Hikâyelerinde kadınlar vardı, çocuklar. Onların ve ezilen herkesin, gücünü, mücadelesini anlatıyordu, bıkmadan usanmadan. Bizler de sömürülen alın terini, yoksulluğu, şiddeti, yozlaşmayı, sürgünü, kıyımı okuyorduk. Açıktır ki bu temalar, tasvir edilen bir manzara, bir resim karesinden çok daha fazlasıydı. Yaşar Kemal, tüm bunlara karşı açılan topyekûn bir savaşın eli kalem tutan neferiydi.

BİR DERDİ VARDI HEP

“Roman, insanlara insan olduğunu söyler” diyor usta. “Onca acıyı, zulmü, savaşı, doğa kırımını romanda yeniden yaratarak yaşayan insan, insan gibi yaşamayı özler, değerlerine sahip çıkar.” “Sanat eserlerinin bir kısmı, devrinde savaşçı olur” diyor kısaca. Onun izinde yürüyen her edebiyatçıya tartışma götürmez bir vasiyet kalıyor. Rahatlıkla söyleyebiliriz ki edebiyat sadece edebiyat değildir. Derdi, meselesi olan her sanat gibi hayata müdahale etme isteğinden doğar. Edebiyat, oradan oraya savrulan bir yaprak olamaz. Ancak Pir Sultan’ın dediği üstü kan köpüklü bir meşe seli olur ki o da varacağı şahı bilir. Bu serüvende yol alan, çabasını meselesi haline getiren herkesin Yaşar Kemal’den öğreneceği çok şey var. Ustanın sadece şu sözü bile hepimizin yoluna ışık tutabilir güçte:“İnsan haklarını savunmayan yazar değil yazar insan bile olamaz.”

Cehaletin, yozlaşmanın, yoksulluğun ve şiddetin tırmandığı, karanlıklarda kaybolduğumuz şu günlerde her yurttaşın yaşadığı topluma müdahale sorumluluğu daha da önem kazanıyor. Herkes elinden ne gelirse, aklı neye erer, gücü neye yeterse bu sorumluluk adına bir şeyler yapmak zorunda. Üstelik bu mücadeleyi edebiyat ile yapmayı seçmiş her yazarın elinde Yaşar Kemal’in verdiği bir meşale var. Ümit kelimesini umut yapmış bir yazarın meşalesi. Ama biliyoruz ki umut, yanında mücadele yoksa nafile bir bekleyişten fazlası değil. Çakırdikenleri bitecek, gün yüzü göreceğiz gibi bir hayalciliğimiz yok elbette. İnsanlığın arsız iştahı oldukça o toprağa yapışan, onu sömüren çakırdikenleri hep olacak. Bu topraklara başka bir Yaşar Kemal gelmeyecek. Ama onu okumuş, onu izlemiş, söylediği türküyü dinlemiş herkes ondan bir iz taşıyacak. Yazılan her öyküde, her romanda, her şiirde Yaşar Kemal’den bir parça olacak. Yaşar Kemal hep yaşayacak. Umut hiç bitmeyecek!