TİP’in katıldığı seçimlerde kullandığı ‘Kula Kulluk Yetsin Artık’, ‘Kısa Çöp Uzun Çöpten Hakkını Alacak’ gibi sloganlar onun buluşlarıydı. Unutulmaz radyo konuşmalarında sosyalistlerin halka seslenme biçimlerinin nasıl olması gerektiğine ilişkin eşsiz örnekler onun sesinden yankılandı

Yaşar Kemal: İşçi, Marksist ve sosyalist militan

Gökhan Atılgan - Prof.Dr., Ankara Üniversitesi

İşçi sınıfı dünyada olsun, memleketimizde olsun öyle büyük edebiyatçılar ve sanatçılar yaratmıştır ki, devlet ve burjuvazi onları kahretmek için elinden geleni ardına komamıştır. Gelgelelim işçi sınıfının bu evlatları edebiyatın ve sanatın verdiği dermanla, kudretle, ilhamla ve sabırla öyle kararlı bir direniş sergilemişler, öyle bir azimle ürünler ve eserler vermeye devam etmişlerdir ki, devlet ve burjuvazi onların büyüklüğünü çaresizce kabul etmek zorunda kalmıştır.

Onların edebî ve sanatsal yeteneklerine övgüler düzmüşler, sırası geldiğinde şiirlerinden mısralar okumuşlar, sırası geldiğinde ziyaretlerine gitmişler, sırası geldiğinde ödüllendirmişler ve sırası geldiğinde de eserlerini mülk edinmişlerdir. Bütün bu adımlarını atarlarken, hamlelerini yaparlarken onları dünya görüşlerinden, toplumsal sınıf aidiyetlerinden itinayla koparmaya çalışmışlardır. Bir tür ‘makulleştirme operasyonu’ da diyebiliriz buna. İşçi sınıfının ve sosyalistlerin ısrarla yapmaları gereken şey ‘makulleştirilmek’ istenen edebiyatçı ve sanatçılarının büyüklüklerinin kaynağında içinden çıkageldikleri emek dünyası ve yepyeni bir hayat kapısı açan sosyalist dünya görüşü olduğunu vurgulamaktır. Sermayenin köhne dünyası, o büyük edebiyatçılara, o büyük sanatçılara dar gelir.

Aramızdan ayrılalı üç koca yıl olan Yaşar Kemal’in hayat hikâyesi, yukarıda anlatılanlar bakımından öyle çarpıcıdır ki, hatırlamanın ve hatırlatmanın tam vaktidir. Yaşar Kemal’e, içinden çıkıp geldiği emekçi sınıfların yanında saf tuttu, sosyalist dünya görüşüne sıkıca bağlandı diye etmediğini komayanlar, ona âlemi dar edenler dünya çapında bir edebiyat devi hâline gelince methüsenalar etmekten hiç sakınmamış, hiç sıkılmamışlardır.

Bosquet ile konuşmalar
Yaşar Kemal’in kendini anlattığı bir kitabı vardır: Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor.1 Bu kitap, Yaşar Kemal’in Alain Bosquet ile yaptığı konuşmalardan oluşmuştur. Fransız şair ve romancı Alain Bosquet, dünya çapında bir edebiyat otoritesi ve Fransız dilinin büyük bir ustasıdır. Özdemir İnce’nin kitaba yazdığı “Önsöz”de belirttiğine göre Bosquet, “tam bir Yaşar Kemal hayranı”dır. Bosquet’nin hayranlığından kaynaklanan inatlı direnmeleri olmasaydı belki de Yaşar Kemal’in hayat hikâyesi hakkında bu denli ayrıntılı bilgileri edinemeyecektik. O yüzden, 1998’de kaybettiğimiz Bosquet’ye teşekkür borçluyuz.

Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor, soranı da, yanıtlayanı da büyük kültür insanları olduğu için edebî bir değer de taşımaktadır. Dileyen, bu kitabı bir edebiyat şöleni olarak okuyabilir. Benim bu yazıda yapmaya çalışacağım şey ise, kitabı, Yaşar Kemal’in sosyalist dünya görüşü, Marksizm ve işçi sınıfıyla kurduğu bağlar açısından gözden geçirmek ve bu bağlar nedeniyle kendisine nasıl büyük bedeller ödetildiğini kısaca ortaya sermek olacak.

İşçi Kemal
Yaşar Kemal, Yaşar Kemal olmadan önce adı Kemal Sadık Gökçeli idi. Fakir düşmüş bir ailenin oğluydu. Küçük yaşta yetim kaldı. Sivrisineklerin bulut olup aktığı, sıtmanın insan canını sudan ucuz kıldığı Çukurova’da büyüdü. Kamıştan, ottan kulübelerde ailesinin hayvanlarıyla koyun koyuna yaşadı. Çamurdan ötürü kahverengi kahverengi akan Ceyhan Irmağı’nın sularını küplerde durulttuktan sonra içebildi. Buğday çorbası, süt ve yoğurtla beslendi; eti, kurban bayramından kurban bayramına ancak yiyebildi. Daha çocuk yaşından itibaren hakikî bir emekçiydi. Ortaokul başlangıcında Adana’da Belçikalıların kurduğu bir çırçır fabrikasında işçiliğe başladı. Okul elbisesini, ayakkabısını ve kasketini billur alın teriyle aldı. Okulunun bulunduğu Adana’da yatacak yeri olmadığı için çalıştığı fabrika onun hem işyeri, hem evi oldu. Sonra bostanlarda karpuz bekçiliğine başladı. Pamuk toplama, ekin biçme, traktör şoförlüğü, çeltik tarlalarında su bekçiliği, arzuhalcilik yaptı. Bir lokma uğruna girip çıkmadığı iş kalmadı. Yaşadığı fukara evi buzdolabı, gaz ocağı, sandalye ve masayla ilk kez İnce Memed İngiltere’de ‘bestseller’ olduktan sonra tanıştı. Şöhreti tüm dünyaya yayıldıktan sonra bile paraya, pula, mala, mülke asla ram olmadı, tamah etmedi. “Ben,” diyecekti, “çok yoksulluk çekmiştim. İstersem çekmeyebilirdim. Çok para kazanabilir, zengin bile olabilirdim. … Her zaman biraz ekmek, bir, başımı sokacak oda, orada yazabilmek… O kadar” (s. 114).

Sosyalist Kemal
Yaşar Kemal, işçilikle tanıştığı sıralarda, işçi sınıfının dünya görüşüyle de tanıştı ve ona ömrünün sonuna kadar bağlı kaldı. Daha ortaokul ikinci sınıftaydı sosyalizmle tanıştığında. Arayışlarına yanıt veren perspektifi içinden çıktığı işçi sınıfının dünya görüşünde buldu. Onu bu dünya görüşüyle tanıştıranlar, işçilerin kendileriydi. Bu çok ilginç tanışmayı kendisi şöyle anlatır: “… kendimi Adana’daki sosyalistlerin içinde buldum. O zamanlar Adana’da sosyalist işçi liderler vardı. Çoğu da hapishanelerden geçmişti. O zamanlar Türk işçiler Almanya’ya çalışmaya gidiyorlar. Bunlar Almanya’daki Spartakistlerle ilişkiliydiler. … Onlarla tanıştım” (s. 117). O sıralarda, hapisteki Nâzım Hikmet ile üç buçuk yıl birlikte yattıktan sonra Adana’ya dönen Orhan Kemal, vaktiyle dedelerinin valilik yaptığı Adana’ya sürgünle gelen Arif ve Abidin Dino kardeşler, Kurtuluş Savaşı’nda dövüşmüş sosyalistler hep bir aradaydılar. İletişim imkânları son derece kısıtlı olan İkinci Dünya Savaşı yıllarında siyasal gelişmeleri ilgiyle takip ediyorlar, bir yandan da bulabildikleri sosyalist klasikleri topluca okuyorlar, elden ele dolaştırıyorlardı. Elden ele dolaşan metinlerden biri de o zamanlar Türkiye’de sadece daktiloya çekilmiş nüshaları bulunabilen Komünist Parti Manifestosu’ydu. Gece gündüz sosyalizm hakkında konuşuyorlardı. Yaşar Kemal, ilk sosyalistliğinde, kavgada yürekli ve hayatta iyi sosyalistler tanımıştı. Kendi deyimiyle “sosyalizm en büyük tutkusu” olmuştu. Sosyalizm üstüne eline ne geçse okuyordu. Sosyalist militanlıkla edebiyatı el ele götürmeye çalışıyordu. “İnsanların sömürülmesi, açlığı, çalıştıkları hâlde kazanamamaları,” diyecekti, “beni derinden yaralıyor, insanlığın bu inanılmaz kötü, adaletsiz durumuna başkaldırıyordum” (s. 112).

‘Zilli kurt’
Sosyalizme meftun olmasının bedelini Yaşar Kemal’e ağır ödettiler. Karakolla ilk kez 1943 yılında tanıştı. Daha 20 yaşındaydı. Karabasan gibi karakoldan, bir kurşun geçmez karanlık kaldı aklında. Sonrasında ise devlet ve burjuvazi ona bir ‘zilli kurt’ muamelesi yaptı. ‘Zilli kurt’ hikâyesini Yaşar Kemal nasıl güzel anlatır, kendi hayat hikâyesine bağlayarak… Hikâyeyi kısaca hatırlayalım: Doğu Anadolu’da kışın acıkan kurtlar koyun damlarına saldırırlar, bütün sürüyü ısırır, yaralar, parçalar kaçarlarmış. Kurdun dişinin değdiği koyun iflah olmaz, can teslim edermiş. Kurtlar sürüye dalanda, köylüler ata biner atlanır, kurtların peşine düşerlermiş. Yakaladıkları kurtların boynuna bir zil takarlarmış ki, bir daha hiçbir canlıya yaklaşamasınlar, açlarından ölsünler… Devletin, ‘zilli kurt’ yöntemini köylülerden iyi öğrendiğini söyleyen Yaşar Kemal, “gençliğimde boynumda hep zil oldu” der (s. 78).

Hem de nasıl bir zil… Jandarma ve polis haftada bir evini basıyordu. Evde bulduğu en küçük kâğıt parçasını bile içinde bir kızıllık bulma ümidiyle alıp götürüyorlardı. 1949’da yazdığı en güzel romanı Demir Çarık da böyle bir baskında jandarmaya yem oluyordu. Her baskında, evinin kapısına kalabalıkları yığıyorlardı. Hanesini taşlatıyorlardı. Alıp götürüyorlar, Yaşar Kemal’i akıl almaz, yürek dayanmaz işkencelere çekiyorlardı. Yatırdıkları hapishanelere bile onu linç edip öldürecek insanları toplayıp yönlendiriyorlar, kışkırtıp baskınlar düzenletiyorlardı. 1950 yılında, ‘demokrasi kahramanı’ Adnan Menderes, ‘demir kırat’ını dört nala sürerken ona işkencede o kadar yüklendiler ki, çektirdikleri ıstıraptan çıldırma noktasına geldi. Bu büyük travmayla ancak beş yılda baş edebildi. O, ‘sosyalizm’ dedikçe devlet ensesine sokuluyordu. Bir işe giriyordu, arkasından polis gelip Yaşar Kemal’i işten attırıyordu. Bedeninin kaldıramayacağı ağırlıkta bir başka iş buluyordu, bir hafta geçmeden polis gene izini buluyor, onu gene işten attırıyordu. Bir ‘zilli Kurt’ misali kasaba kasaba, köy köy dolaşıyordu. Kemal Sadık Gökçeli, ‘zilli kurt’ olmaktan adını Yaşar Kemal yaparak kurtuldu. Ve hiç yılmadan, ve hiç eğilmeden, ve hiç aman dilemeden yazmaya devam etti. Birbirinden güzel hikâyeleri, romanları elden ele yayıldı, sınırları aştı, dünyaya ulaştı.

Militan Kemal
Baskılara direnirken ve tüm benliğiyle insanlığa vereceği armağanları yazarken sosyalizmden asla vazgeçmedi. Türkiye işçi sınıfı 13 Şubat 1961’de kendi öz partisini kendi öz kollarıyla kurunca ve bir müddet sonra da kendi öz iradesiyle liderliğine, inanmış sosyalist Mehmet Ali Aybar’ı geçirdi. Yaşar Kemal bu toprakların destanlarından devşirdiği insanlık, kardeşlik ve isyan türkülerini gürüldeyen sesine katarak bu partiye katıldı. Sekiz yıl boyunca Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) yöneticileri arasında yer aldı. Merkez Yürütme Kurulu üyeliğinin yanı sıra Propaganda Kolu Başkanlığı yaptı. TİP’in katıldığı seçimlerde kullandığı ‘Kula Kulluk Yetsin Artık’, ‘Kısa Çöp Uzun Çöpten Hakkını Alacak’ gibi sloganlar onun buluşlarıydı. Unutulmaz radyo konuşmalarında sosyalistlerin halka seslenme biçimlerinin nasıl olması gerektiğine ilişkin eşsiz örnekler onun sesinden yankılandı. Yıllar boyunca neyi varsa partisine verdi, onun saflarında can-ı gönülden dövüştü. Türkiye sosyalist hareketinde önemli bir yere sahip olan Ant dergisinin kurucuları arasında yer aldı ve bu dergide sosyalist düşüncenin gelişmesine katkıda bulunmak için çabaladı. Sonraki yıllarda da sosyalist mücadeleden hiç kopmadı. Dolgun dolgun, güler yüzlü güler yüzlü, yürekli yürekli, inançlı inançlı “Ben sosyalist militanım,” demeyi (s. 137) büyük bir gurur saydı.

Marksist Kemal
Yaşar Kemal, âlemi Marksizm’in bakış açılarıyla gördü. Bütün edebî zenginliğinin, şiirsel derinliğinin, düşünsel inceliğinin, toplumsal duyarlığının ve yaratıcı düş gücünün kaynakları Marksizm’le beslendi. Alain Bosquet’e, söylediği şu içten sözlerini bir hatırlayalım hele: “Marksizm bana dünyaya bakmak için açılan en aydınlık kapı oldu. Yaşamım boyunca bu düşünceyi yaşamla ölçtüm, yanıldığını görmedim” (s. 139). Marksizm’i hayatın bütün yönleriyle, kahredici dertleri, tılsımlı güzellikleri ve olanca devingenliğiyle sınaya sınaya her evrede ona daha çok bağlandığı için, büyük bir özgüven ve büyük bir tevazuyla “inanmış bir Marksistim,” diyordu. Bunu öyle gönülden, öyle yürekten söylüyordu ki, bu tümce Yaşar Kemal’in korkusuzca gülümseyen ağzına ve güvenle gürüldeyen sesine yakıştığı kadar kimseye yakışmazdı.

Belki de vakti gelince, işçiliği, ‘zilli kurt’luğu, militanlığı ve Marksistliği unutturulup, yani ruhu öldürülüp, bedenine ‘büyük edebiyatçı’ cüppesi giydirilebileceğini herkesten önce tahmin etmişti. Bu yüzden, Bosquet’ye “… benim edebiyatım bir angaje edebiyattır. Bunun için ben angaje bir insanım,” demişti (s. 139). İnsanlığın yüz karası fakirlik dünya zenginleştikçe artarken, bir insan bir başka insanı, bir ülke başka bir ülkeyi, bir halk başka bir halkı aşağılarken, yani bütün insanlık an be an aşağılanırken koca Yaşar Kemal’in bitaraf olması beklenebilir miydi? Hayatı ile dünya görüşü, dünya görüşü ile edebiyatı, edebiyatı ile mücadelesi, mücadelesi ile vicdanı, vicdanı ile isyanı, isyanı ile ahlakı arasında kopmaz ve koparılmaz bir bağ vardı.

O güzelim insan, bundan üç yıl önce 28 Şubat 2015’te, o güzelim atına binip çekip gitti. Toroslardan gürüldeyen sesini yankılayan gökyüzü, ‘mavi yaka’sı gibi masmavi kaldı. Yaşar Kemal’imiz, işçi sınıfının bir evladıydı. Mazlum insanların ve halkların sesiydi. Sosyalizmin bir militanı, Marksizm’in bir bilginiydi. Cihan edebiyatının en büyük kalemlerindendi. Ruhu şâd olsun…

1 Yaşar Kemal, Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor (İstanbul: Görsel Yayınlar, 1994).