Yaşar Kemal’in ışığı ‘perde’de
İBB Şehir Tiyatroları, Büyük Usta Yaşar Kemal’in Ağrı Dağı Efsanesi romanını 36 yıl sonra yeniden sahneye taşıdı. Uyarlayan ve yöneten Yiğit Sertdemir, Yaşar Kemal’in yaktığı ışığın, birlikte taşınırsa çoğalacağını vurguluyor.
Deniz Burak BAYRAK
Toplumu verimleriyle derinden etkileyen, kültürü, coğrafyayı, insanı yalın ama incelikli bir bakışla kaleme alan yazar, edebiyatımızda şüphesiz ki Yaşar Kemal’di. Doğayı bir kahraman olarak kurgulayıp zengin bir kadroyla harmanladığı yapıtlarında-dilin en nahif formunu da ustalıkla kullanarak- düşü, masalı, efsaneyi sahicileştirme gücüne sahipti. Anadolu halklarının töresini ozanca aktardığı onlarca eşsiz yapıtı olan Kemal’in Ağrı Dağı Efsanesi romanı; töreye ek olarak aşk ve mücadele temalarını aynı potada eritip büyülü bir biçemle çerçeveliyor.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, Kemal’in romanını 36 yıl sonra sahneye taşıyor. Yiğit Sertdemir’in iki perde olarak uyarladığı oyun, ciddi bir emeğin yansıması. Kısaca konudan söz etmek gerekirse; günün birinde Küp Gölü etrafındaki çobanlardan biri olan Ahmet’in (Cihan Kurtaran) kapısına beyaz bir at gelir. Dağlıların geleneğine göre bir at gönderildiği hâlde gitmezse o at sahibi her kim olursa olsun geri verilmez. Bu da Ahmet’in başına büyük bir iş açar. At, Mahmut Han’ın (Hakan Örge) olduğu için Ahmet onun düşmanlığını kazanır. Bundan sonra hapis, işkence ama büyük de bir aşk gelir düşmanlığın yanında. Han’ın kızı Gülbahar (Yeliz Şatıroğlu) ile başlayan akim aşk sonları olacaktır.
BİRLİKTELİK RUHU
Romanı yıllar sonra sahneye yeniden taşıyan Yiğit Sertdemir BirGün’e özel konuştu ve oyunun mesleki yaşamındaki yerini şu sözlerle anlattı: “Dünyanın en iyi yazarlarından birinin, en kült eserlerinden birini uyarlayarak sahneye taşımak hem bir yanıyla büyük bir gurur hem de sorumluluğu yüksek. Ama tüm ekibimiz öylesine içten ve disiplinle sahip çıktılar ki oyuna, olası tüm tedirginlikler bu ruhla beraber ortadan kalktı. Zannediyorum Yaşar Kemal ismine yakışan da tam olarak bu birliktelik ruhu. O yüzden hem mesleki hem de fani ömrümde, bu süreci müthiş gurur verici bir tanışma ve benzersiz bir yol arkadaşlığı olarak hatırlayacağım.”
Roman çok katmanlı bir yapıda ve Sertdemir bu katmanları eksiksiz bir şekilde, titiz bir bakışla her motifiyle sahneye uyarlamış. Büyük bir romanı uyarlarken, sahneye taşırken hak ettiği değeri verebilmenin; Büyük Usta’nın kurduğu dünyayı, gücünü seyirciye eksiksiz aktarabilmenin beraberinde zorluklar getirdiğinin altını çizen Sertdemir, “Ustanın eşine az rastlanır bir şekilde kurduğu yapı, tüm yolculuk boyunca zorlanılabilecek her anda bizim yoldaşımız oldu. Ekipçe tek muradımız romanın ve ustanın dünyasını seyirci ile buluşturabilmekti” diyor.
Oyunda ciddi bir sınıf mücadelesi, baskı ve zulme başkaldırı, isyanın aşk ve gelenekle harmanlandığı bir atmosfer var. “Ağrı Dağı Efsanesi reelde yaşadığımız baskı ve mücadeleye bir ışık yakabilir mi, ne dersiniz?” diye soruyoruz; Sertdemir, “Oyunun sonuna doğru zannediyorum Yaşar Kemal’in yaktığı ilk ışığı, biz de çoğaltarak, umudu da hatırlatmaya çalıştık. Ne yazık ki değişmeyen pek çok koşul içinde, değişen bir çağda romanı tekrar ele aldığınızda, bu ışık kendiliğinden beliriyor” diyor ve ekliyor: “Yeter ki biz yakmak yahut yanmak için değil, aydınlatmak için taşıyalım o meşaleleri. Yeter ki birlikte olsun. Gerisi kendiliğinden gelecektir.”
SANATA HAKSIZLIK OLUR
Oyunu konuşurken değinmemiz gereken önemli hususlardan biri süresi. Roman, eksiksiz bir kurguyla sahnelenmiş ancak oyun sonrası, fuayede birçok izleyenden süre konusunda eleştiriler duyduk. Merak ediyoruz; uzunluk bir handikapa dönüşebilir mi? Sürede ve bazı sahnelerde revize düşünülür mü?
Sertdemir, “Siz o gün bir ilk oyun seyrettiniz. 2’nci gün oyun 10 dakika kısalmıştı. Çünkü tiyatro sürekli yaşayan bir organizma gibi seyircisinden beslenir, seyircisiyle yeniden var olur. Oynandıkça ‘oyunun oturması’ dediğimiz bir durum yaşanır ki bu bazen onlarca kez oynadıktan sonra gerçekleşir. Oysa ekip bunu 2’nci oyunda gerçekleştirebildi. Diğer yandan; yukarıdaki sorularda sizin de sitayişle bahsettiğiniz bir romanı sahne üstüne ‘süre endişesi’ ile taşımaya kalkmak zannediyorum başta yazara, ekibe ve seyirciye büyük haksızlık olur. Tiyatroya bir romanı uyarlamanın ilk itkisi, okuma eyleminden sıkılanlara eseri kolayca aktarmak değildir zannediyorum. Aksine. Romanın okunmasını sağlamaktır. Bir de çağın bu hız ve tüketim telaşına direnmezsek; en naif, zarif, sakin alanlarımız bizden uçup gidecek. Kanatlanması gereken bizken, onun yerine telaşımız havalanacak. Buna müsaade etmenin, tek derdi ‘insan’ olan bir sanata yapılacak büyük bir haksızlık olduğunu düşünüyorum. Seyirci bizim misafirimizdir, beraber yol aldığımız yolcumuzdur. Bir yere acilen varmak ya da kapıdan uğrayıp gitmek; bu birlikteliğin özünün yok olması demektir. Dolayısıyla, o meşaleler ancak bu şekilde birlikte olabilirsek aydınlatmak için yanabilir” diyor.