Bugün İşçi Sınıfının Birlik, Dayanışma ve Mücadele Günü. Bu yıl geçmiş yıllardan çok farklı koşullarda kutlanacak 1 Mayıs. Sebebi ise malûm; koronavirüs, yani Covid-19.

Aslında bu bela başımıza gelmeseydi yine her yıl olduğu gibi şüphesiz ki İstanbul’da Taksim ve çevresi, hatta İstanbul’un Avrupa yakası yasak bölge ilan edilecekti. Taksim’e çıkan tüm yollar kapatılacak; tarifeli vapur, metro, otobüs seferleri iptal olacaktı. Genel tatil olmasına karşın çalıştırılanlar işlerine gidemeyeceklerdi, gün boyu İstanbul’da 70’li, 80’li yılların sıkıyönetim koşullarını yaşayacaktık. Kutlamalar için ise sadece hükümetin ilan edeceği birkaç alana izin verilecekti.

Şimdi bunlara hiç gerek kalmadı. Malûm koşullar gerekçesiyle hem de sadece 1 Mayıs’ta değil, 2-3 Mayıs günlerinde de sokağa çıkma yasağı olacak.

Oysa ülkemizdeki 1 Mayıs’ların tarihine baktığımızda 1920 yılında İstanbul İngilizlerin işgali altındayken dahi işgal kuvvetlerinin yasağına rağmen 1 Mayıs kutlanmıştı.

Taksim Meydanı’nın işçi sınıfı bakımından önemini hepimiz biliyoruz. 1977 yılında yaratılan provokasyon sonucunda 37 kişinin Taksim Meydanı’nda yaşamını yitirmesi şüphesiz ki bu alanı yitirdiklerimizin anısına çok değerli kılıyor. Bunun yanında bu alan, aradan geçen 43 yıla karşın işçiler bakımından hâlâ 1 Mayıs alanıdır.

Daha geriye, Demokrat Parti’li yıllara gitmeyeceğim ama aslında işçi bayramları ülkemizdeki sağ iktidarlar sayesinde hep sorunlu yaşanmıştır.

İnsanlarımıza “bahar bayramı” adı altında yutturulmaya çalışan 1 Mayıs’ın aslında tüm dünyada işçi bayramı olması gerçeği ile birlikte, 1970’li yıllarda toplumsal muhalefetin yükselişi, işçi sınıfının ve sendikal yaşamın güç kazanması egemenleri öylesine korkuttu ki 1980’deki darbe ortamına yapılan hazırlık 1977 yılının 1 Mayıs’ı ile ayyuka çıktı diyebiliriz.

1977 sonrası ise (1978 hariç) hep yasaklarla ve olaylarla doludur. 1978 yılındaki 1 Mayıs Taksim kutlamalarına tüm korkutmalara, “olay çıkacak” uyarılarına karşı yine yüz binler katılmıştı. Ben de lise çağlarında bir genç olarak o yıl Taksim’deydim.

1979 sıkıyönetim ortamı ve sokağa çıkma yasağı. Sonrası ise 1980 askeri darbesi ve yasaklı yıllar. Ta ki 1992 yılına kadar. Bu yıla kadar geçen süre içinde yasal olmayan çeşitli 1 Mayıs gösterileri oldu ama uzunca bir aradan sonra ilk yasal 1 Mayıs İşçi Bayramı 1992 yılında İstanbul Gaziosmanpaşa’da düzenlenen bir mitingle kutlandı.

Sonraki yıllarda farklı alanlarda zaman zaman olaylı 1 Mayıs’lar da yaşandı. 1996 yılında Kadıköy’de 3 kişi polis kurşunlarıyla öldürüldü. Ancak emekçilerin Taksim ısrarı hiç bitmedi. Bu konuda emek ve diğer demokratik kitle örgütleri, sol çevreler, muhalefet ciddi mücadele verdiler ve ısrarlarını sürdürdüler.

Taksim 1 Mayıs alanı için verilen mücadele, meyvesini 10 yıl önce verdi ve mevcut hükümet 2010 yılında Taksim Meydanı’nı 1 Mayıs kutlamalarına açtı. Ben de 32 yıl sonra 2010 yılının 1 Mayıs’ında yeniden Taksim Meydanı’ndaydım. Harika bir bahar günüydü, insanlar korkusuzca çoluk çocuk büyük bir coşku içinde alanı hınca hınç doldurmuşlardı. Alışılmış sınıfsal mücadele gününden ziyade tam bir festival, bir bayram havası içinde kutlandı o yıl 1 Mayıs.

Ancak bu coşku tıpkı yıllar önce olduğu gibi yine birilerini rahatsız etmiş olmalı ki 3 yıl sonra Taksim Meydanı yine çeşitli gerekçelerle 1 Mayıs’lara kapatıldı. Sonraki yıllarda gelişen Gezi Parkı/Haziran Direnişi’nin bu denli geniş katılımlı ve dirençli bir direniş olması, belki de halkımızın geçmişten gelen 1 Mayıs ve Taksim özlemleri ile, meydanın yeniden kapatılmasına olan tepkinin etkisiydi.

Geçmişi bırakıp bugüne dönecek olursak, ülkemizde yaklaşık 2 yıldır zaten bir ekonomik kriz yaşanılmaktaydı. Bu kriz en çok da emekçileri derinden etkilemiş iken, koronavirüs deyimi yerindeyse üzerine tuz biber ekti diyebiliriz.

Bugün işçilerin önemli bir kısmı, çok ağır koşullar ve risk altında hastalanma pahasına çalıştırılarak, diğerleri ise işsiz, kısa çalışma ödeneği altında, ücretsiz izinde sosyal güvenceden yoksun giriyorlar 1 Mayıs’a. Bu arada kaybedilenleri unutmayalım, her meslek gurubundan çalışırken virüs kapıp yaşamlarını yitiren yüzlerce emekçi var. DİSK’in yaptığı araştırmanın sonuçlarına göre, ülkedeki vaka sayısı işçiler arasında Türkiye ortalamasının 3,2 katı. Bu da durumun vahametini açıkça ortaya koyuyor.

Bugün her şeye karşın, tüm bu olumsuz koşullar altında dahi Türkiye’de ve dünyada işçiler 1 Mayıs’ın Birlik, Dayanışma ve Mücadele Günü olduğu bilinciyle sorunlarını, taleplerini imkân buldukları her mecra aracılığı ile yine haykıracaklar. Sanayi Devrimi’nden, yani işçi sınıfının ortaya çıkışından bu yana süren bu mücadele ise hiç bitmeyecek.

Bugün bulunduğumuz her ortamdan yaşamın her alanındaki emekçileri selamlayalım ve “Yaşasın 1 Mayıs” diyelim.