Mart ayı gelince birden bütün âlem pembeden mora kadınlara dönüverir. Kadın hakları akıllara gelir. İlgili ilgisiz, bilgili bilgisiz, hemen herkes kendilerine söz düşürerek kadınlar hakkında ileri geri konuşma hakkı elde eder.

İleri konuşanların dertleri yıllardır değişmedi:

-Kadınlar için eşit haklar istiyoruz!

Geri konuşanlar ise biraz farklılar. Onlar ortamına göre içerik belirliyorlar. Geri konumda yer alanların muhalefet dönemlerinde iyi metinler ortaya çıkıyordu. Kadınlara yönelik devlet baskısı, polis şiddeti, fabrikalarda köle ücretleriyle çalıştırılmaları hep dile getirilen mevzulardı.

İktidara yerleştikçe değişiklikler, kadınların bedenlerinden başlayıp, sokaktaki hal ve gidişlerine kadar her şeylerine karışmayı görev edindiler. Üstelik bunu “hiç kimsenin hayat tarzına karışmayacağız” söz verdikten sonra yaptılar.

Önce söz verip sonra tam tersini yapmanın kendi dünyalarında halkı geçici süreliğine kandırma olarak kabul gören bir uygulama türü varmış.

Hepsini yaşayarak öğrendik.

Bütün bu dinci yapılar arasında en açık sözlü olanı korkutucu bakışlara sahip olan bir vakıf başkanı olan zat idi. Onun kimseyi kandırmak gibi bir derdi yoktu. Kendisini “önder” olarak lanse edip, kafasının en örümcekli yerinde park etmiş ve hiç yerinden kımıldamayan konuları dile getiriyordu. Tamamına yakını da cinsel fantezilerden oluşuyordu.

Küçük kız çocuklarıyla evlenebilmenin mümkün olduğunu kadınların oluşturduğu bir toplulukta onların yüzlerine karşı söyleyebiliyor ve kafasına fırlatılan bir ayakkabıyı bile almadan çıkıp gidiyordu.

Adam gayet içtendi… Nereye baksa cinsellik görüyordu. Asansörde bir kadınla yalnız kaldığında öncelikle onun üzerine atılıp, oracıkta saldırmayı düşünmüştü. Bu gerçekleşmeyince oturup fetva yazmayı uygun görmüştü. Bir yabancı erkek ile bir kadın asansöre bindiğinde…

Yalnız başına fazla yatmaktan bunaldığında yatağa, yorgana battaniyeye niyeti bozma fantezisi de bir fetva konusu olabiliyordu.

Adam içtendi. Yalan riya yoktu. Toplumu, kendi koyu karanlığına çekmek için, içini dışına döküyordu.

Kadınlar 8 Mart’ta bu yaratığa bir “iğrenç derecede samimi” olduğu için “dürüstlük” ödülü vermeli!

Devlet de 8 Mart’lar da bir şeyler yapmalı. Kadın hakları için sokaklara çıkan her renkten, her politik görüşten, her dilden, her dinden kadınlara karşı “saldırılacak bir av” gibi gören güvenlik birimlerine özel bir talimat ve hızlandırılmış eğitim vermeli:

-8 Mart haftasında kadınlardan uzak durun!

Ki, bizim konu hakkında atacağımız nutuklar havada kalmasın.

Her 8 Mart’ta kadınlar bu toplumun en ileri kitlesel itiraz gücü olduğunu gösteriyorlar. Bu kadın gücü olduğu sürece, fetvacılar, sahtekârlar, dinbazlar, hokkabazlar, madrabazlar asla düşledikleri yere varamayacaklardır:

Yaşasın 8 Mart, yaşasın kadınlar!