Geçen hafta, otelciler Turizm Bakanını kendisinden daha fazla alkışlayınca, Başbakan bayağı bozuldu, “Biz alkış meraklısı değiliz” diye azarladı herkesi

Geçen hafta, otelciler Turizm Bakanını kendisinden daha fazla alkışlayınca, Başbakan bayağı bozuldu, “Biz alkış meraklısı değiliz” diye azarladı herkesi. Gazeteciler, kendisine soru soramıyorlar; koca koca insanlar AKP’ye AK Parti demek zorunda kalıyorlar, yoksa hakaret görüyorlar Başbakandan, “edepsizler” diye; “kem söz sahibine aittir” diyemeksizin.
Başbakan, yumurtayı da Molotof kokteyli olarak görüyor; gerçek Molotof kokteyline de herhalde atom bombası der. Bu hafta Bitlis’te konuşurken, protestocu çocukların eline kasatura da tutuşturdu, tabiî kendi muhayyilesinin ürünü olarak. Oysa kasatura, tam da İslamcı teroristlerin silahı, satırla birlikte.
Egemen Bağış’ın ceketinin sağ omzunu kirleten kıza 2.5 yıla yakın hapis istiyor savcı; yumurta atmak ‘onur, şeref vs…yi incitiyormuş diye. Söz şereften açılmışken şunu da söyleyelim: Dokunulmazlık zırhının arkasına çömelip, kendisine dava açamayacak ‘dokunulur’lara dava üstüne dava açmak, olsa olsa, altındaki 4x4 cipi yayaların/bisikletlilerin üzerine sürmek kadar şereflice olabilir; velev ki, üzerlerine cip sürülenler trafik kuralını ihlal etmiş olsunlar. Ayrıca bunlar bisikletlileri özel olarak da hedef alırlar; oysa, bisiklete binmek bizatihi bir şereftir: Pedala ancak kendin basabilirsin ve yine ancak pedala bastığın sürece/kadar yol alabilirsin; sosyalizmin ‘emeğine göre/emeğin kadar’ ilkesiyle uyum hâlinde.
Hiç şaşmam, birkaç hafta içinde Başbakanın savcı ve polisleri yumurtacı çocukların birinin veya birkaçının evinin yakınında, yattığı odada, hatta yatağının altında silah yığınağı ortaya çıkartırlarsa: Bunların hepsi illegal örgütlerle bağlantılılarmış ya…
Aslında durum, şakaya gelmeyecek kadar süper-vahim: III. Napolyon’un liberal/malî diktatörlüğü ve ‘kentsel dönüşüm’leri; 30’lar sonu Stalinizminin toplu tutuklama ve tasfiyeleri, Pol Pot Kamboçya’sının medeniyet düşmanlığı ve vandalizmi ve de hepsi, Hitler-misal bir histerinin eşliğinde; ama yine de “yaşasın ileri demokrasi”.
Kürsü dokunulmazlığı dışındaki her türlü dokunulmazlık, her şeyden önce Cumhuriyet’in hukuk birliği, yani herkesin aynı hukuka eşit derecede tâbi olması ilkesine aykırı. Ve bir ‘millî irade’ ki, yüzde 10 barajı sayesinde seçmenin dörtte, oyların ise üçte birine endekslenirken, Siyasal Partiler Yasası sayesinde de liderin iki dudağı arasına hapsedilmiş: Genelde, insanların eşit seçme/seçilme haklarının fiilen ortadan kaldırılıp hak ve adalet duygularının dinamitlenmesi; özel olarak da, Kürtlerin Meclis’e girmesini engellemeye yönelik ırkçı bir ayırımcılık, dolayısıyla en âlâsından bir bölücülük.
Meclis; yani parlamento, Türkçesi ise ‘Konuştay’. Sen, hem insanların konuşma ortamına girmelerini her türlü hokkabazlığa baş vurarak (son genel seçimler öncesi, bağımsız adayların birleşik oy pusulasına alınmasını hatırlayın; Türkçe okuma-yazması kıt Kürt seçmenin geçersiz oy kullanmasını sağlamaya yönelik bir tuzak olarak) engelle, hem de “savaşma, konuş” diye kampanyalar düzenlet. Silahlı/silahlara hükmedebilir diye PKK’yla/Öcalan’la müzakereye oturup, Habur’da gerillanın ayağına mahkeme gönder, ‘adalet’i bile araçsal kılmak pahasına; buna karşılık, silahla tümüyle ilişkisiz sivil siyasetçileri (KCK) kitle hâlinde içeri atıp aylar boyu yargısız infaza tâbi tut: AKP’nin her yaptığı, siyasetin silaha dayanır olmasını sürdürmeye yönelik; dolayısıyla, kan dökülmeye devam ediyor/edecek ise, bunun baş sorumlusu da, yine AKP.
Devletin muhatabı, yine ancak devlet olabilir: Öcalan ve/veya PKK’nın muhatap alınıp kendileriyle dolaylı veya dolaysız, gizlice veya açıktan müzakerede bulunmak, onları fiilen devlet konumuna yükseltirken devletin de kendi bütünlüğünden vaz geçmesinden başka bir şey değildir; zira Öcalan da PKK da, yabancı düşmanlar değil, öz be öz Türkiyeli, Türkiye’nin ürünü, Türkiye’nindirler; “ülkede huzur ve barış” diyorsak, her şey de işte bu durumun idrak ve kabûlünden geçer. Ancak AKP, kendi korsan kapitalizmini tehlikeye sokar endişesiyle, halka siyaseti yasaklayan engelleri kaldırmamak uğruna, ülkenin parçalanmasını göze almış gibidir.
Bir yandan Yeni Dünya Düzeni’yle iyice eklemlenmiş bir maddî varoluş, diğer yandan da Dünya’yı ‘dar-ül harp’-‘dar-ül İslam’ ayırımı üzerinden algılayan bir zihniyet söz konusuysa, böyle bir parçalanmanın, bizim için olduğu kadar travmatik bir nitelik taşımayacağı açıktır. Ayrıca AKP, insanları silahlanmaya teşvik edecek bir yasayı da çıkartmanın peşindedir; belki de, kendisinden yana  para-militer bir güç oluşturmak üzere; tabiî, önümüzdeki seçimleri de kazanır, hele bir de başkanlık sistemi adı altında kendi despotizmini kurumsallaştırmayı tamama erdirebilir ise.