Ahir ömrümüz süresince dahi “sosyal haklar” olmaksızın “siyasal haklar”dan bahsedilmesinin havanda su dövmek olduğunu ve olacağını gördük, öğrendik. Haklar bir bütündür bölünemez!

Yaşasın süfli taleplerimiz: Nam-ı diğer “sosyal haklar 201”

Can Atalay

Erdoğan’a teşekkür borçluyuz. Bize kendimizi ifade etmemizi sağlayacak ikinci bir sıfat bahşetti. Birincisi, ülkesine sahip çıkmak için, toplumsal ve siyasal özellikleriyle birbirinden çok farklı olan ve birlikte duran milyonlara çapulcu, dedi. Gururla taşıyoruz. Şimdi de “insanca onurlu ve güvenli bir yaşam sürmek” isteyen milyonlara süfli dedi. Öyle görülüyor ki “daha iyi bir dünya, daha insani bir yaşam”ı kısaca anlatmak istendiğinde bu sıfat epeyce kullanışlı olacak.

Erdoğan’ın abartarak aşağılamaya çalıştığı “kişinin insanca onurlu ve güvenli bir yaşam sürmesinin sağlayan haklar” tam da sosyal hakların en özet tanımıdır. Sosyal hakları “kişinin doğduğu andan itibaren insanca, onurlu, güvenli bir yaşamı sürdürmesi için gerekli temel ürün ve hizmetleri güvence altına alır; tüm kamu hizmetlerinden eşit ve adil biçimde yararlanmasını sağlar. Bu nedenle herhangi bir stratejik, ekonomik ya da kamusal adı altındaki gerekçelerle vazgeçilebilecek veya ertelenebilecek haklar değildir” olarak görürüz. Taleplerde süfli, onları kazanma mücadelemizde çapulcuyuz. Belki durumu “yaşasın çapulcuların süfli talepleri” olarak da özetleyebiliriz. Hatta bu sloganı Sosyal Haklar Derneği’nde yıllardır kullandığımız “Sosyal haklar herkese, mücadele eden herkesle”nin yanına eklersek, derdimizi bir bütün olarak ifade edebiliriz.

Sosyal hakların değişen kapsamı, değişmeyen özü

İşçi sınıfının talepleri, toplumsal ve siyasal mücadeleler içinde bağımsız bir hat olarak programlaştırdığında; sekiz saatlik işgününün gerekçesi “işçi sınıfının maddi ve manevi yozlaşmasını engellemek” olarak formüle edildi. Tarih, çalışanları üretim sürecinde ayakta durmalarını sağlayacak kadar olanaklara ve haklara sahip olmasını yeterli gören kapitalizme karşı halkın, insanca onurlu ve güvenli bir yaşam sürmesi için mücadelesi tarihidir. Daha önce “Sosyal Haklar 101”i yazmıştım. Şimdi süfli taleplerimizin değişmeyen özünü, “Sosyal Haklar 201”i yazıyorum.

Birinci kuşak–ikinci kuşak sıfatlarının, sosyal hakları hem zamansal hem de içerik olarak birbirinden uzaklaştırılmasıyla olan derdimizi anlatmaya çalışıyorum. Şu noktanın altını çizmeliyim ki hakların hepsinin özü aynı, gerçekleşme çerçevesi yaklaşık olarak kuvvetli benzerliklere sahip; halkın insanca yaşamasının koşullarını oluşturmak. İnsanın maddi ve manevi olarak bu dünyada onuruyla dik durması, insanca koşullarda yaşaması, çalışması, üretmesini sağlamak. 19. yüzyılda onbeş-onaltı saatlik çalışma sonunda çalıştığı makinanın yanında kıvrılıp yatan bir işçinin, insanca yaşamak için süfli talepleri varsa bugün de halkımızın insanca yaşamak için süfli talepleri var. Bu bakımdan Erdoğan tam on ikiden vurdu. Ama önemli bir noktada çok ama çok ayrışıyoruz. Daha insanca bir çevre ve daha insanca bir yaşam için hiçbir yere gitmiyoruz. Bunları ülkemizde, yaşadığımız bu topraklarda gerçekleştireceğiz. Bu yüzdendir sosyal haklar alanındaki inadımız.

Sosyal haklarda ba(ğ)zı kavramlar

Sosyal Cinayet: Kamu hizmetinin yahut kamusal denetimin özelleştirme ya da başkaca bir piyasa koşullarına uygunluk gerekçesi ile eksik ve/veya kötü ifası nedeni ile yahut yoksulluğun istismarı sonucunda meydana gelen ölüm(ler).

Yoksulluğun İstismarı: Siyasal, sosyal, ekonomik tercih ve politikalar sonucunda yurttaşların yoksulluğu aşması için gerekli siyasal, sosyal, ekonomik önlemlerin alınmaması nedeni ile yahut anılan tercih ve politikalar sonucunda mutlak yahut nispi yoksulluğun mevcut düzenin devamı için gerekli görülmesi sonucunda; kişilerin haklarına ve özgürlüklerine erişirken, sosyal yahut siyasal yahut çalışma hayatına katılırken maruz bırakıldıkları yoksunluk ve yoksulluktan, siyasal/sosyal/ekonomik ya da başkaca bir menfaat elde edilmesi yahut anılan nitelikte çıkar elde edilmesi yönündeki her türlü çaba ve teşebbüs.

Beni kategorize etme (!)

Mevcut düzende ve hukuki yaklaşımda hakların “kategoriler”e ayrılarak ele alındığının, hukuk eğitiminden Anayasa’ya, siyasal dilden politik/ekonomik kararlara kadar bu kategorilerin ve bu kategoriler üzerinde bina edilen hiyerarşinin dayatıldığının, tanım yerinde ise yedirilmeye çalışıldığının yakından tanığıyız. Buna göre;

“Birinci kuşak haklar vardır. Yaşam hakkı, inanç özgürlüğü, ifade özgürlüğü, siyasal örgütlenme hürriyeti, mülkiyet hakkı, eşit ve genel oy hakkı, basın özgürlüğü diye bir çırpıda sayılabilenler bu ‘ilk’ kuşağa dâhildir ve adı üstünde ‘ilk’tirler, öncelikli kabul edilmeleri gerekir. İkinci ve üçüncü kuşak haklar vardır. Onlar ‘şekli eşitlik yetmez, sözde değil özde eşitlik’ mücadeleleri sonucunda kazanılmıştır; kronolojik olarak sonradır ve adı üstünde ikincidirler.”

Eğitim, sağlık, sendikalaşma, elverişli bir konuta erişim, sosyal güvenlik, ulaşım ikincil bahisler olarak yutturulmaya çalışılır devlet katında siyasette. Yine aynı bakış açısına göre; doğal varlıklar ekolojik kriz cenderesinde her gün daha fazla kavrulurken hâlâ “sınırsız kaynaklar”dır ve adlı adınca kent hakkı zaten hiç mevzubahis dahi olmamalıdır.

Örneğin, ezelden beri anlatılır; siyasal haklar arasında ve hatta onların kurucu nitelikte bir parçası “mülkiyet hakkı”dır. Kimi zındıklar laf mülkiyete gelince sözü “kutsallık”a kadar götürürler. Ahir ömrümüzde gördük, bu kutsallık “üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet” söz konusu olduğunda, zenginin malı konuşulduğunda kutsaldır.

Tarihsel bir çıkarım yahut politik bir iddia dahi olmaksızın bu öncelik ve sonralık dayatmasının hem yanlışlığı hem de demokrasiyi dinamitleyen niteliği apaçık ortadadır. Ahir ömrümüz süresince dahi “sosyal haklar” olmaksızın “siyasal haklar”dan bahsedilmesinin havanda su dövmek olduğunu ve olacağını gördük, öğrendik. Haklar bir bütündür bölünemez!

Hakların kendi hakikatleri ile kavuşabilmeleri için “bölünmez bir bütün” oldukları en başa yazılmalıdır. Mevzu uzun, Sosyal Haklar 301 yazmak üzere şimdilik virgül koyup, bağlayalım.

Adalet için sosyal adalet

“Demokratikleşme” yazımda, demokratikleşme ve sosyal haklar bağlantısından, haklar için mücadelenin demokratikleşme sorunu olduğundan, biz’ler için, sosyal haklar için mücadelenin bir toplumsal ve siyasal dönüşüm programı olduğundan bahsetmiştim. Toplumsal ve siyasal örgütlerin ve hareketlerin birlikte var olacağı, kendilerini ifade edecekleri çoğulcu bir demokratik ortamı savunuyoruz. Bu noktadan bir adım geri durmak durumunda değiliz. Ama kuvvetle ve altını çizerek belirtelim ki biz’ler böylesi bir ortamda halkın sosyal haklarını savunmak ve genişletmek için varız, ana karakterimiz bu olacaktır.

Sosyal hakların güçlenmesi, demokratikleşme için olduğu kadar sosyal adaletin sağlanması için de elzemdir; sosyal adalet ise hem halkların kardeşçe ve insanca yaşamasının hem de geniş anlamda adaletin tesisinin koşullarından birisidir. Sosyal adalet yolunda öncelikle sosyal cinayetlere son verilmesi ve yoksulluğun istismarının aşılması hedefi vardır.

O zaman bir kere daha, en gür sesimizle:

Haklar bir bütündür bölünemez!

Adalet için sosyal adalet!