Dünyanın yaşayan en önemli gezginlerinden biri Mikael Strandberg, 9 ve 11 yaşlarındaki kızları Dana ve Eva ile İzmir’den yola çıkıp bin kilometre yol kat ederek Kapadokya’ya ulaştı. Şimdi ise inanılmaz dostluklar ve muhteşem anılar biriktirdikleri yolculuklarını noktalayıp ülkeleri İsveç’e uçacaklar. Kıssadan hisse yolculuk güzeldir.

Yaşasın yolculuk!
Fotoğraf: Sofie Rørdam

Haziran sonunda “Güzel haber yok mu?” diye bir köşe yazmış ve dünyanın yaşayan en önemli gezginlerinden ve kâşiflerinden dostum Mikael Strandberg’in 9 ve 11 yaşlarındaki kızları Dana ve Eva ile İzmir’den Kapadokya’ya bisikletle 1000 kilometre yol yapacağını söylemiştim, bilmem hatırladınız mı?

Yaptılar… Bitti. Yol boyunca dereleri tepeleri aşarak, kimi zamanlar bisikletlerinin onları değil onların bisikletlerini taşıdığı yokuşlar tırmanarak, en çok dayanılmaz sıcaklarla boğuşarak, bazı geceler yükseklerde kurdukları çadırlarda üşüyerek, kendileri pişirip yiyerek o uzun yolu bitirdiler. Bu arada İzmir’de Eva 12’sine girdi. “12’sine girmek için en güzel şehir!” dedim kutlarken.

Siz bu yazıyı okurken onlar harika insanlarla tanıştıkları, inanılmaz dostluklar ve muhteşem anılar biriktirdikleri bir bisiklet yolculuğunu noktalamış ve ülkeleri İsveç’e uçuyor olacaklar. Bir sonraki yolculuğun planlarını yaparak…

YOLCULUKLAR İYİ İNSANLARA GÖTÜRÜR

1994-1996 arası Yeni Zelanda’dan Kahire’ye iki yıl süren bisiklet turu sırasında, bizim oralardan geçerken tanıştığımız Mikael’i, “Bisikletle Gelen Adam” diye birkaç kez anlatmıştım. Şimdi o, kendisi gibi birer gezgin-kaşif olurlar mı diye, ama en çok da hayatın anlamını keşfetmeleri için 7-8 yaşlarından beri iki kızını biz yaşlardakilerin bile kolay cesaret edemeyecekleri maceralara taşıyor.

Yollar ve yolculuk tehlikeli değil mi? Bir dağ başında iki küçük kızın çadırlarda kalması sizi ürkütmüyor mu?

Bu soruları sorup da Mikael’in hikâyelerini dinledikçe şuna ikna oluyorum: Yolculuk güzeldir! Yolda hep iyi insanlarla karşılaşırsın. Yolda, bazen bir saatlik bir karşılaşma yıllar süren yoldaşlıklara kapı aralar.

Mikael, 1986-87’de Şili’den Alaska’ya dünyanın en tehlikeli yollarından sayılan Darien Gap’i bisikletle geçerek gitmiş. 89-92’de bisikletle Sahra Çölü’nü geçerek Norveç’ten Güney Afrika’ya… 1994-96, yine bisikletle Yeni Zelanda’dan Kahire’ye, tanışmamıza vesile olan seyahat… 1997-98’de at sırtında Patagonya, Şili’den Arjantin’e... 2000’de Doğu Afrika’da Kenya ve Tanzanya’da tamamen yürüyerek ve Masailerle yaşayarak geçirilen bir yıl… 2004’te Kuzey-Batı Sibirya’yı -60 dereceyi bulan ısılarda Kolyma Nehri boyunca kat etmek… 2011-2012’de bu kez dünyanın en sıcak bölgelerini deve ile yürüyerek geçmek... Yemen’in dünya medyasının gösterdiği gibi bir yer olmadığını anlatabilmek için Zabid’den Sanaa’ya, Al Mahra kumlarını da aşarak gitmek… Sonra tekrar Sibirya, Kazakistan ve en son buraya gelmeden önce ciddi bir kaza geçirdiği Grönland buzulları üzerindeki keşif gezisi…

Bunların hemen hepsinin Mikael’e uluslararası ödüller kazandıran belgeselleri var ve ben bu yolculukların tümünün hikâyelerini ondan dinledim. Dinlerken kulağa epey gerçek üstü gibi geliyor ama hiçbirinde bir tek kötü insan yoktu o yollarda karşılaştığı!

Kıssadan hisse; yolculuk aynı zamanda sizi iyi insanlara götürüyor!

Fotoğraf: Sofie RørdamFotoğraf: Sofie Rørdam

DANA VE EVA’NIN ZAMANI

Artık Dana ile Eva’nın zamanı. İzmir-Kapadokya arasını pedallamadan önce, 2000 yılında İsveç’te Malmö’den Dala’ya 1200 km pedal çevirmişler. Sonra, kış koşullarında 450 km; Dala-Jarna’dan Sundsvall’a… Geçen yaz da Malmö’den Kapelskar’a 1600 km... Hep çadırda kalarak!

Buraya antrenmanlı gelmişler, İzmir-Kapadokya arasında 1000 km de ne ki demeyin. Böylesi sıcak kızların daha önce tanıdığı bir şey değil. Onları en çok zorlayan da havanın sıcaklığı olmuş bu yolculukta. Zorlukları kolay eyleyen ise insanların sıcaklığı!

Bu yolculuğun başlangıcında, İzmir’de, Mikael’e; “Derdin ne birader? Parmak kadar çocukları neden peşinden sürüklüyorsun?” dediğimde: “Daha iyi insanlar olmaları için. Farklı kültürleri ve insanları tanıyıp, hiçbir kültürün diğerinden üstün olmadığını, siyahın, beyazın, kadının, erkeğin, eşcinselin, Doğulu ve Batılının birbirinden farklı veya üstün olmadığını kavramaları için. Yaşanılası bir dünyaya onların da bir katkısı olsun diye” demişti.

Şimdi, yolculuğun sonunda bakıyorum da Dana da Eva da yolculuğun başlangıcındaki çocuklar değil. Artık iki küçük Türkiye elçisi, bundan böyle her karşılaştıklarına Türkiye insanını ve burada yaşadıklarını anlatarak bu topraklara dair önyargılara karşı çıkacak iki “uzman” olmuşlar. Milyonlar vererek yaptıramayacağınız tanıtımı yapacak iki küçük ama sahici hikâye anlatıcısı!

Artık İzmir’in, Avrupa bisiklet ağına dahil olmuş Eurovelo 8’in, sıcaktan ve yokuşlardan bitap düştüklerinde üç gün dinlendikleri ve kendi ülkelerine binlerce göçmen göndermiş Konya-Kulu’nun, tuzları üzerinde pedal çevirdikleri Tuz Gölü’nün, geçtikleri her köyde kendilerini evlerine buyur edip ikramlarda bulunanların, bisikletleri bozulduğunda imdatlarına yetişip ücretsiz tamir eden insanların, yatmaları için evlerini açanların, sıcaktan sığındıkları benzin istasyonlarındaki konukseverliklerin, Kapadokya’nın büyüleyici güzelliklerinin, belediye başkanları ve valiler tarafından ağırlanmalarının, geceleri çadır kurup kamp yaptıkları yol kenarlarının, Kapadokya’nın giriş kapısı olarak nitelenen tarihi kaya kiliseleri ve peribacaları ile doğa harikası Soğanlı’da (Kayseri) unutulmaz bir balon uçuşuyla noktaladıkları yolculuklarının hikayesini anlatacak Dana ve Eva

Anlıyorum ki; bu yolculukta sadece yeni yeni insanlar tanımadılar. Kimsiniz necisiniz, nereden gelip nereye gidiyorsunuz, kaç yaşınızdasınız, bu çocukların anneleri nerede? gibi dost meraklara yanıt vermediler. Aynı zamanda Dana ve Eva babalarını, Mikael’de kızlarını daha yakından tanıdı. Mikael kızlarının sıcakla ve dik yokuşlarla kendisinden daha iyi baş edişlerine hayran oldu.

TÜRKİYE’NİN DEĞİŞMEYEN HALLERİ

“Burada tanıştığımız insanlar olağanüstü!” Mikael’in bu cümleyi gittiği her yer için kurduğunu biliyorum. Ama dün şunu da ekledi; “Türkiye’de insanlar gerçekten bambaşka. Burada insanların iyiliği yalnızca burada bulacağınız bir ligde. Bir sabah Kulu’da zinciri kırılan bisikleti ne yapacağımızı düşünürken, üniformalı üç adam karşımızda belirdi. Polis mi, ne oldu acaba derken, Konya itfaiyesinden olduklarını, bisikletimizi tamir ettirmek için geldiklerini söylediler. Meğer durumumuzdan haberdar olan Bisiklet Derneği Başkanı Mustafa Karakuş ayarlamış. Bizi yaşlı bir tamircinin dükkânına götürdüler. Tam bir karakter olan usta, hiçbir ücret kabul etmeden bisikleti tamir etti. İşte olağanüstü Türkiye hikâyelerinden biri daha!”

Mikael büyük şehirleri geçip de taşraya çıktığında 1995’te geçtiği Türkiye’deki bazı şeylerin hiç değişmemiş olduğuna tanıklık etmiş: Yollarda daha az trafik, temiz hava, yıldızların parladığı gökyüzü, koyun sürüleriyle yolları kapatan çobanlar, tarlalar, traktörler, son derece meraklı ama bir o kadar dostcanlısı insanlar, müezzinlerin minarelerden yükselen sesleri… Gece bahçelerinde çadır kurdukları ailenin sabah kahvaltıya daveti… Bir sabah çadırdan çıkarken karşılaştıkları sütçünün köyüne gidip onlara sıcak pide ve reçeller getirişi… Bir akşam çadırda kalmalarına izin vermeyip evlerinde konuk eden aile… Şimdi Dana ve Eva da babaları gibi böylesi hikâyeler biriktirerek ayrılıyorlar Türkiye’den.

Fotoğraf: Sofie RørdamFotoğraf: Sofie Rørdam

BABA VE KIZLARI YOLCULUKTA…

Demiz El Castro, Amazonlar’da bir yerli rehber, Mikael için, “Seninle olmak bir onurdu. Hikâyelerin ve ilham verici bilgeliğin paha biçilmezdi. Beni gerçekten etkileyense alçakgönüllülüğündü. Bazı çılgın kâşiflerle, özellikle National Geographic fotoğrafçılarıyla çalıştım ve birçoğunun ortak noktası, muazzam egolarıydı. Tamamen farklı olduğunu görmek bana can suyu gibi geldi.” demiş.

Galya Morrell, tanınmış bir kutup kâşifi ve buz sanatçısı, o da Mikael’e şöyle seslenmiş; “Son yıllarda en unutulmuş yerleşim yerlerine geldiğimde orada yaşayan insanlardan seni duydum. Buralarda yol yok, hiçbir şey yok, ama bu insanlar seni biliyorlar. Duyduklarımdan mutlu oldum çünkü bu insanların yalan söyleyemediğini biliyorum. Ün ve şöhret gibi şeyler umurlarında değil. Seni sen olarak tanıyor ve seviyorlar. Yıllardır aynı yerlerde dolaşıyoruz ve ne dediğimi biliyorum: Sen harika bir adamsın!

Mikael şimdi dünyada neredeyse ayak basmadığı ülke kalmamış bir gezgin ve kâşifse, bu on binlerce kilometrelik bir yolculuğa cesaretle attığı o ilk tek adımla başladı. Yolculuğun her adımında zenginleşti, kendini ve hayatın anlamını buldu biraz daha. Dünya bir kitapsa, hiç yolculuğa çıkmayanların bu dünyadan onun sadece bir sayfasını okuyarak ayrıldıklarını kavradı her seferinde. Yolculukların insanı mükemmel bir hikâye anlatıcısına dönüştürdüğünü, en ikna edici insanların da en iyi hikâye anlatıcılar olduğunu öğrendi yaşayarak.

Ve Morrell’in dediği gibi harika bir adamsa eğer, Mikael böyle doğmadı, kesin! Onu böyle yapan yolculuklarıydı. Dana ve Eva da aynı yolculuktalar işte…

Öyleyse, yaşasın yolculuk!