14 Mart Tıp Bayramı tüm tıp çalışanlarının yani sağlık emekçilerinin günüdür. Pek çok günde olduğu gibi Tıp Bayramı da “kutlama” değil taleplerin daha yüksek sesle dile getirildiği birlik, dayanışma ve mücadele gününe dönüşmüştür.

Yaşatmak için yaşamak istiyoruz, bütün mesele bu

GÜNSELİ UĞUR
DEÜ SES İşyeri Temsilcisi

Bir yıl öncesine kadar koruyucu maske takan birini gördüğümüzde üzüntüyle, belki acıma duygusuyla bakar, “Kim bilir hangi zorlu hastalığı var” diye göz göze gelmekten de kaçınırdık. Şimdi ise maskesiz birini görünce yedek maskemizi çıkarıp veriyoruz.

Hastane çalışanları olarak tanısı bilinmediği sürece (standart önlemler dışında) bulaşıcı hastalık açısından korunmazken şimdi herkese (hasta, hasta yakını ya da çalışan) Covid-19 pozitif olarak yaklaşmak zorunda kalıyoruz.

Kafeler açıldı, okula gidemeyen öğrenciler kafelerde toplaştı, yaşlılar evden çıkamadı ama kreşe ya da okula gidemeyen torunlarına baktı ve evler de kalabalıklaştı. Bazıları ise giderek yalnızlaştı. Belki korona geçirmedi ama depresyon geçirdi, panik atak geçirdi, kalp krizi geçirdi, beyin kanaması geçirdi vs. Sağlık hizmetlerine ulaşmakta yaşanan sorunlar nedeniyle önlenebilir, tedavi edilebilir durumlar maalesef iyileştirilemedi.

Bebek aşılamaları, gebe izlemleri, kanser taramaları aksadı, erken tanı gerektiren pek çok hastalığın tedavisi gecikti.

Artık herkes biliyor ki bu virüs parti kongrelerinde bulaşmıyor ama basın açıklamalarına yasak getirecek kadar risk oluşturuyor.

Artık herkes görüyor ki her normalleşme girişimi hızla vaka sayılarını yükseltiyor.

Sokağa çıkma kısıtlamaları aslında bulaş riskinin olduğu saatleri içermezken yaşam rutinlerimize müdahaleye dönüşüyor. Giderek kalıcı hale gelen yasaklar gündeme geliyor; zapturapt yönetimi bulaş önlemleri gibi gösterilirken yaşamsal zorunluluğu olmayan üretim alanlarının sürdürülmesiyle yeterli işçi sağlığı önlemleri alınmadan bulaş çoğalıyor. Dönüşümlü çalışma, uzaktan çalışma vb. yeni çalışma düzenleri esnek çalışmanın yaygınlaştırılmasının ve kalıcılaştırılmasının aracı oluyor.

Toplu ulaşım kullanımına dair pek çok rutin değişti, alışveriş koşulları değişti, mesafeler değişti ama üretim yoğunluklu işyerlerinde ve sağlık kurumlarında bu değişimlere uygun düzenlemeler yapılmadı. Aksine hak gasplarına varan zorunluluklar arttı.

Başta sağlık kurumlarında olmak üzere -senelik izin hakkının kısıtlanmasını bile bir yere kadar anlayabiliriz de- istifa hakkının ya da emeklilik hakkının olmaması nasıl bir baskıdır?

11 mart itibarıyla 385 sağlık emekçisi Covid-19 nedeniyle hayatını kaybetti. 385 kişinin ailesi, iş arkadaşları, yakın çevresi nasıl etkilendi? Meslek hastalığı olamamasından ötürü ne hak kayıpları yaşandı?

Oysa ne kadar insani, ne kadar karşılanabilir taleplerdir; salgın hastalıkların tüm çalışanlar için iş kazası, sağlık çalışanları içinse iş kazası ve meslek hastalığı sayılması, eksik olan personelin güvenceli istihdamla giderilmesi, ek ödeme yerine yoksulluk sınırının üzerinde temel ücret artışı, ek göstergenin 3600’e çıkarılması, yıpranma payı verilmesi, 7/24 çalışanlara ücretsiz kreş sağlanması, uluslararası sözleşmeler ve anayasayla güvence altına alınmış sendikal faaliyetin önündeki engellerin kaldırılması...

Ancak bu insanca çalışma koşulları ve güvenceli gelecek için nelerden vazgeçilmesi gerekecektir? Sağlık hizmetlerinden kâr edilmesinden vazgeçilmelidir, her türden özelleştirme politikalarından vazgeçilmelidir; kriz yönetimlerinde odakta “insan” olmalıdır; “kar-kazanç” değil.

İnsanların üzüntülerini yaşamalarına, yas tutmalarına izin verilmeli. Biz sağlık emekçileri, pandemi nedeniyle kaybettiğimiz ekip arkadaşlarımızın ne yasını tutabildik ne de tekrarlanmasının önüne geçebildik. Bunu gerçekleştirebilmemizin tek yolu meslek, unvan, kadro, sendika, görüş vb. ayrımı yapmadan sağlanacak ortak mücadeleyle herkes için ulaşılabilir, nitelikli, ücretsiz sağlık hakkı talebinin yükseltilmesi.

Pandemiler veya pandemik hastalıklar, “Bir kıta hatta tüm dünya yüzeyi gibi çok geniş bir alanda yayılan ve etkisini gösteren salgın hastalıklara verilen genel addır.” Yani bu kadar ciddidir; yalnızca maske, mesafe, hijyen ve sokağa çıkma kısıtlamalarıyla yönetilemez. Bugün Covid-19 olur yarın başka bir etken.

Doğada yol açılan hasarlar nedeniyle yaşanabilir bir çevre bulma olanaklarımız giderek azalmakta ve bu tür pandemilerin oluşması kolaylaşmakta. Yönetilemeyen her pandemik süreç sadece can kaybına yol açmakla kalmıyor, hem sağlık emekçileri arasında hem de halk sağlığında ciddi kalıcı sorunlara sebep oluyor; sadece bedensel veya psikolojik değil sosyal hastalıklara, doğada yeni zararlara ve telafi edilemeyecek ölçüde büyük kayıplara yol açıyor. Bunu ifade etmek sendika temsilcisi olarak benim ve sendikamız üyesi olan Arzu Sert’in açığa alınmasına sebep oldu. Varsın olsun. Sendikal faaliyet suç değildir, “Yönetemiyorsunuz, yaşamak istiyoruz, tükendik” demek suç değildir. Baskılar, soruşturmalar, açığa almalar bütün bu gerçeklerin üzerini örtemeyeceği gibi mücadelemizi de susturamaz.

Başta TTB ve SES olmak üzere sağlık meslek örgütlerinin ve emek ve demokrasi güçlerinin çağrılarında yer verdiği gibi 14+14=28 günlük tam kapanma sağlanmadan Covid-19 salgını durdurulamayacaktır.

Bugün 14 Mart Tıp Bayramı; ‘tıp’ deyince tıp fakültesi mezunlarının değil, tüm tıp çalışanlarının yani sağlık emekçilerinin günüdür. Pek çok gün de olduğu gibi Tıp Bayramı da “kutlama” değil taleplerin daha yüksek sesle dile getirildiği birlik, dayanışma ve mücadele gününe dönüşmüştür. Talebimiz çok net; biz “YAŞATMAK İÇİN YAŞAMAK İSTİYORUZ.” Bu talebin gerçekleşmesi için gerekli koşullar sağlanmalı.